Paylaş
GÖREME Vadisi’ni ilk gördüğüm zaman 1963 yılı bahar aylarıydı. Basın Yayın Turizm Bakanlığı içindeki küçük Turizm Dairesi’nin başkanı olan Mukadder Sezgin Bey Ankara’nın ihtiyacını karşılamak için bir amatör tercüman rehber kursu açmıştı. Lisan bilen lise ve üniversite öğrencileri olarak bu kursu görüyorduk. Teorik dersler yanında çevreyi de geziyorduk. Ankara-Göreme arası beş-altı saat tuttu. Bir o kadar da Göreme-Ürgüp-Uçhisar turu yaptık ve gece yarısından sonra şehrimize dönmüştük, çünkü bu kadar insanın kalacağı otel henüz yoktu. Ürgüp’te bir Tusan Oteli vardı. Öncü bir kuruluş olan Turing Kulübü’nün eseriydi. Bu otel bile sonradan büyütüldü. İsmi ve sahibi değişti. Fakir ve iptidai gibi lafları hiç kullanmıyorum. Kayaların içini oyarak yapılan evlerde alışılmış orta Anadolu köyünden daha fazla bir konfor vardı. Kaya içi konutlar yazın serin, kışın ısıtması kolay yerlerdi. Meyve ziraatı yaygındı ve kayaların içinde de ısının eşitliği dolayısıyla meyveleri saklamak mümkün oluyordu, bu da bir ticaret konusuydu. Küçük arazilerde hayat verimli fakat çok zordu. Ailenin üç-dört çocuğundan bir-ikisi mutlaka okutulurdu. O yıllarda Türkiye’ye 120 bin kadar yıllık turist geliyordu. Hatta bunlara tam turist de denmez, gelip geçenler denir.
ÇİMENTO GİRDİ
1993’te Kapadokya ismi resmen ve alenen kullanıldı. Bu gibi isimler konusunda çok hassas olan Orta Anadolu halkı Kapadokya kelimesine hiç itiraz etmez oldu. Önce açıkta alakasız yerlere yapılan otelleri 1990’lı yıllarda “kaya otel” denen bir cins almaya başladı. Bu yetmedi! Kayaların yanına yöresine betonarme binalar yapıldı. Bunun hangi imar planında olduğunu bilmiyorum. Yörenin kesme tüf taşından başka malzemeyle inşaat yapılmayan yerde binlerce yıllık anane terk edildi ve çimento girdi.
SOSYAL MEDYA FARKI
Bölgenin müteahhitleri alelacele iş yapmayı hızlı işletmecilik olarak düşünüyor. Kayaların üstüne grup tırmanırken “Tahrip ediyorsunuz” diye müdahale eden açık hava müzesi görevlileri şimdi nedense bu betonlaşmaya pek ses çıkarmaz olmuşlar. TV’de bu yapıların tabiatı kurtardığını, peribacalarıyla adeta bir nefes alıp vermeyi sağladığı gibi dâhiyane yorumlar yapan eski ve yeni belediye reislerini de dinledik. Mahzurları da olsa sosyal medya bu gibi durumlarda çok yararlı olan bir platform. Yörenin sakinleri birbirlerinin bu gibi yaptığı işlere pek ses çıkarmazken yurdun dört bucağından protesto sesleri yükseldi ve Sayın Bakan’ın isabetli kararı ve emriyle bu gibi inşaatlar yıkılmaya başladı. İnşallah arkası gelir.
1970’TEKİ GİBİ DEĞİL
Dünyanın hiçbir yerinde bir bölgeyi beslemeye başlayan turizm gibi endüstrinin dayandığı bitki örtüsü veya panorama, tabii ve tarihi kalıntılar ve görünümler yok edilmez, çünkü arkası geliverir. Size açık söyleyeyim: Göreme ve Kapadokya denen vadi halen güzel ama 1970’lerdeki gibi değil artık... Eski ve dolma yakışıksız yapılar çıkmaya başladı. Böyle giderse ömrü çok uzun olmaz. Memleketimizde sözde sit alanlarının ve tabii kalıntı mıntıkalarının kaderi bu, bunu değiştirmeliyiz.
YIKILIP DÜZENLENSİN
Mesela büyükşehirlerde hiç değilse eski tarihi merkez dokunun korunması lazım. İstanbul ve İzmir gibi ağır tahrip gören örnekler icabında tazminat verilerek yıkılmalı ve yeniden düzenlenmeli çünkü milyonluk şehirlerde (İstanbul 18 milyon, İzmir 5 milyon, Bursa da 2 milyona yakın) nefes alacak sahamız kalmadı. Ankara ve Eskişehir’de tarihi merkezi doku nispeten iyi korundu. İnsanların ruhen dinlenmesi ve maziye çekilerek bir nevi tecerrüde girebilmesi için bu alanların derhal düzenlenmesi lazım. Kaldı ki yıkımın söz konusu olduğu binaların da çoğu kaçak katlarla dolu. Sultanahmet bölgesinde Ayasofya’nın etrafındaki otellerden işe başlayınız, görürsünüz. Milyonlar verilerek satın alınan üç katlı bir binanın ne o şahsın özel ihtiyacını karşılamayacağı ne de o haliyle otel veya restoran yapılmayacağı çok açık, sahipleri kaçak kat yapımına güveniyor. Bu faslın artık bitmesi lazım.
ÇEVREYE KÜSTAHLIK
İstanbul Belediyesi binası şehrin tarihi ve güzel mıntıkasına indirilmiş bir hançerdir. Çirkin bir binadır, 17 Ağustos depreminde de zaten tahrip görmüştü. Yeniden niye restore edildi ve o hapishane hücresi gibi kadrolarda neden belediye memurları çalışıyor, anlaşılır gibi değil. Bu yapı 20. yüzyıl mimarisinin bilgisizliği ve zevksizliğinin ürünüdür. Tarihi çevreye karşı bir küstahlıktır. Altında ve temelinde çok önemli tarihi kalıntıların bulunduğu gerçektir, yıkılması gerekir ve meydan yeniden düzenlenmelidir. Bütün İstanbul vilayetinde ormanlar dahil istediklerini yaptılar, bu sadece bu hükümetlerin ve belediyelerin değil 60 yıldan beri İstanbul’u yönetenlerin hepsinin suçudur, bari hiç değilse Suriçi İstanbul’unu sakinlerine bırakınız, yani İstanbul’un sahiplerine...
BİR ÇIRPIDA OKUDUM
BASIN dünyamızda dış politika yazılarıyla temayüz etmiş yönetici ve yazarımızdır, coğrafya, tarih bilgisi kayda değerdir. Uluslararası ilişkileri tek taraflı değil çok taraflı olarak belgelerden ve vesikalardan tahkik etmede öncü olanlardandır. Bir sorunu bazı yabancı dil bilen üniversite hocası ve gazetecilerin aksine sadece büyükelçiliklerdeki diplomatlardan değil Dışişleri mensuplarından da tahkik etmeye önem verir. Bu nedenle ne resmi ağzın körü körüne temsilciliğini yapar ne de Türklerin her zaman haksız olduğunu peşinen kabul eden takımdandır.
KİM KİMDİR BİLGİLERİ
Doğrusu ‘Meraklısı İçin Entrikalar/Casuslar’ kitaplarını ele aldığım zaman bir çırpıda okudum. 20. yüzyılın tarihini hem Türkiye’deki ajanlar listesine baktığımızda İlyas Bazna gibi bir Arnavut asıllı sefaret çalışanından Almanya’daki açıkgöz bir göçmen işçinin gönüllü olarak Doğu Almanya’ya, ardından ABD’ye ve hatta BND’ye (Federal Almanya) ajanlık yapmasına kadar uzanan casusluk olayları ve siyasi entrikalar her iki kitapta da yer alıyor. Önemli kısmı da ismi geçenlerin okuyucuya tarihi çerçeve ve kim kimdir bilgileri içinde sunulması. Bu bakımdan okunması eğlenceli olmaktan öte, çok yararlı ve bilenlere dahi bilgileri tazeleten bir çalışma. Devlete ve ülkesine görevini yapanlar var, ruhundaki para ve heyecanı tatmin için Berlin’de Kırşehirli otomobil tamirci ustası gibi bu işe girenler de var. Hiç ummasanız hem NATO’ya karşı Doğu Almanya’ya hem bize hem de ABD’ye üçlü çalışan bir tipmiş. Richard Sorge gibi kimlik arayışıyla Nazi Almanyası’nın üst çevrelerinde yer tutup Sovyetler’e ajanlık yapanlar var. Richard Sorge’i Stalin çöpe atmış, Nikita Kruscev, Stalin’e karşı kampanyası sırasında onu vatan kahramanı ilan ediyor. Halbuki Sovyetler ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki duruşunu etkileyen bir istihbarat görevi yapan adam.
ÖĞRETEBİLEN ÇALIŞMA
İnsan tipleri istihbaratçılar arasında çok belirgindir ve istihbaratçıların hepsi aynı kuyunun suyundan değil. Murat Yetkin’in akıcı kaleminden çıkan bu iki cilt bilgileri bağlayıcı ve lisedeki gençten akademik dünyadaki tarihçiye kadar herkese bir şeyler öğretebilen bir çalışma.
Paylaş