Paylaş
BAKÜ’den Şamahı’ya gidiyoruz. Yaz-kış rüzgârlı ve bazen bunaltıcı olan Bakü’nün 19. asırdan beri devamlı imar edilen bir başkent olduğunu belirtmek gereksiz. Kafkaslar’ın başladığı merhaledeki Şamahı ise sükûneti ve temiz havasıyla yaz-kış ruhların dinlendiği bir yer. Şehrin binaları genellikle bizim Bitlis-Ahlat’a özgü yapılarla eş gibi.
‘MÜTTEFİK’LE SAVAŞ
Yanımda Behçet ve Sultan Gözükara var. Bakü’nün kültür alanındaki öncülerinden Tenzile Rüstemhanlı Hanım’ın misafiri olarak yol alıyoruz. Yolda 1918 yılında Bakü’ye giren Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu’nun şehitliği göze çarpıyor. 1130 subay ve askerin şehit düştüğü bu önemli çarpışma noktasında vuruştuğumuz ordu ne Rusya’ydı ne İngilizlerdi fakat doğrudan doğruya müttefikimiz Almanya’ydı. Onlar petrol alanlarına el atmak için, bizimkiler ise Bakülülerin imdat feryadına koşarak oradaydılar. Şehit subaylardan birinin kabri başındayız.
ÖMER EL-HALVETİ
Buradan Şamahı’ya doğru yöneliyoruz. Kafkas Dağları’nın eteğindeki bu 60 kilometre Türklerin son 1000 yıllık tarihinin abidesi. Şamahı’nın kenarındaki Avahil köyünde Halvetiye tarikatının kurucularından Sirâcüddîn Ömer el-Halveti’nin mezarının önündeyiz. Dumanlı dağların eteğindeki köyün kıyısında bir ulu ağacın altında yatan şeyh, İran’ın Gilan bölgesi Lahican şehrinde doğdu. Tabiatın dinginliği ve büyük metropolün bile el süremediği kadar doğal sükûneti bu mezarda heykelleşmiş gibi. Türk tarihinin 1397 ve 1918 arasındaki yürüyüşünde sadece Asya’nın içinden küçük Asya’ya ilerleyen ordular değil beraberindeki göçebeler, sanatçılar, zanaatkârlar, şairler ve Ömer el-Halveti gibi tarikat önderleri var. Aynı yolun üzerinde çağdaş Azerbaycan’ın tarihini çizen iki abide yer alıyor.
CANLI KALINTILAR
Mülkiyeli dostlarım Büyükelçi Erkan ve Meltem Özoral’ın şehrin kültürel hayatındaki faaliyetine katkı için Bakü’deyim. Azerbaycan okumaya yazmaya düşkün. Gençler tarih okuyor. Musikinin her çeşidini dinliyor, yabancı diller birbirinin üstüne öğreniliyor. Sovyet devrinde de öyleydi. Ticaret de yapılıyor. Yurtdışına da gidilip çalışılıyor. Dini akımlara düşkünlük sınırlı durumda ve bu gibi anıtlar o ülkenin tarihini inşa eden canlı kalıntılar olduğu için itibar görüyor. Doğrusu çevrelerindeki tabiat ve toprağın üstündeki yaşayan insanlarla da bağımlılık ve uyumlarını gözlemek mümkün.
OSMANLI’NIN DİLİ
MÜBAHAT Kütükoğlu Hocamız 20. yüzyıl Osmanlı tarihçileri içinde mümtaz yeri olan biri akademi üyesidir. Bu dönemin tarihçileri arasında içte ve dışta önemli atılımları olmuştur. Bunlardan birincisi 1950’li ve 1960’lı yıllarda Avrupa ile Türkiye arasındaki iktisadi ilişkiler tarihi üzerindeki çalışmasıdır. Bunun için yükselen kuvvet İngiltere’nin 16. yüzyıldan 19. asra kadar gelen dönemini ele aldı. Bazı tarihçilerin, kendisinden evvelki kuşak tarihçilerin, Halil İnalcık, Tayyib Gökbilgin ve Şerafettin Turan’ın yerli arşivler ve Venedik arşivleri üzerindeki mukayeseli çalışması gibi Britanya arşivlerini ve Osmanlı arşivlerini kullandı.
KALICI BİR ANIT
Tarihçilik her şeyden önce bir vesika ve metin inceleme biçimidir. Bu en önemli vazgeçilmez basamaktır. Diplomatika dediğimiz bu bürokrasi dili ve yazışma usulünü bilmeden belgeleri anlamak zordur. Lajos Fekete’den beri Batı dünyasında Osmanlı diplomatikası denen bu dalda kalıcı bir çalışma görülmemişti. Türkiye’de de bu konuda yol göstericisi teknik bir müracaat kitabı ve öğretici değerlendirmeler sunan bir dal kurulamamıştı. Mübahat Hoca bu zorluğu yendi. 1953’ten beri sistematik olarak incelediği Osmanlı arşivlerini, Şer’iyye Sicilleri Arşivi’ni, Topkapı Sarayı Arşivi’ni taramış ve ustalıkla tasnif ettiği, sakladığı koleksiyonları değerlendirerek “Osmanlı Belgelerinin Dili” adlı diplomatika eseriyle kalıcı bir anıt sunmuştur. Yetiştirdiği onlarca doktora öğrencisinin ortak bir vasfı vardır: Ciddiyet. Yüzlerce lisans talebesinin intihal (kopya çekme) denen işleminin hırsızlık olduğunu öğrenmelerinde başlıca rolü Mübahat Hoca’ya vermek durumundayız. Çalışkan ve dürüst öğrencilerine ve asistanlarına karşı ne kadar himayakâr ise ucuzluk ve yolsuz çalışma tarzına da her zaman çok karşı çıkmıştır.
GAZİNİN PROFESÖR KIZI
İzmir Kız Lisesi mezunudur. Bu lise 1941 sınıfı itibariyle dört profesör çıkarmıştır. Sonraki sınıflarda da Türkiye’nin seçkin meslek gruplarında Türk kızlarının yer almasını sağlayan bir eğitim kurumumuzdur ve hocamız bir İstiklal Savaşı gazisinin kızı olarak seçkin mezunlar arasında yerini alacaktır. Edebiyat Fakültesi’nin başarılı bir mezunuydu. Doktora çalışmaları için İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni tercih etti. Burada Ömer Lütfi Barkan ve Lütfi Güçer gibi seçkin hocaların yanında iktisadi tarih bilgisini ilerletti.
SANCAKLARIN TARİHİNİ YAZDI
1963 yılında “Balta Limanı’na Giden Yol, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580-1850)”, Uluslararası İktisadi İlişkiler tarihi konusundaki ilk çalışmalarımızdan sayılır. Bu doktorasından sonra aynı konunun 19. asrını ele alan çalışması “Osmanlı’nın Sosyo-Kültürel ve İktisadi Yapısı”nı şehir efsanelerinden çok belgeler ve gerçekle yansıtan bir çalışmadır. Doğup büyüdüğü İzmir’in hemen hemen bütün ilçelerinin ve Aydın vilayetinin eski sancaklarının tarihini taradı. Yanlış bildiklerimiz düzeldi, mütearifeler sarsıntı geçirdi. Egeli bir aydının istenen ve özlenen portresi Mübahat Hoca gibilerinin sayesinde mümkün olacak.
VADİ-İ HAMUŞAN
MARMARA ile Edirnekapı arasındaki sur dışı mıntıkası, Zeytinburnu Belediyesi’nin elindedir. Bizim nesil bile burada zeytin ağaçları bulunduğunu bilir. Kaybolan onlar değildir. Hem 1293 (1877-78) hem de Balkan Harbi Rumeli göçmenlerinin oluşturduğu güzelim ahşap evlerden oluşan sempatik mahalle de yine bu bölgedeydi. Maalesef burası 40 yıl içinde kayboldu. Deri fabrikaları ve gecekondulaşma önemli Bektaşi tekkelerinin üzerine yığıldı; ne var ki bir yerde şehirciliğin kontrolü de burada direndi. Gerçi İstanbul mezarlıklarının tamamen ortadan kaldırılmasına göz yumamadı ama ağır bir tahribat da söz konusu. “Hamuşan”, susan dindaşlarımız için kullanılan bir tabirdir. “Vadi-i hamuşan” İstanbul’un bu geniş kabristan bölgesine yakışacak en uygun tabir. Mezarlıklarla ilgili lügatler, kaynaklar, Mehmed Yılmaz’ın çalışmalarıyla dört cilt halinde Zeytinburnu Belediyesi tarafından basıldı. Bu belediye neşriyat bakımından en önde gelenlerden.
2 CİLT
Sahn-ı Seman’dan Darülfünun’a Osmanlı Fikir ve İlim Dünyası iki cilt halinde basılan ayrı bir çalışma. Geniş bir bilim insanı kadrosu tarafından Osmanlı medreselerinin Darülfünun öncesi mensupları, makaleler halinde inceleniyor. Belediyenin kültür hayatına yaptığı katkıların devamını dileriz.
Paylaş