Paylaş
Türk tarihinin en ilginç bölgelerinden biridir. Kars yaylasının coğrafyasında dahi bu fark görülür. Yazın ortasında temmuzda yağmur ve serinlik, tatlı bir meltem, kış aylarında ise en sert iklimin yaşandığı bir yerdir. Bununla birlikte hayvancılık ve yan ürünlerin elde edilmesinde bugün de seçkin yere sahiptir.
OKUMA ORANI YÜKSEK
Çok değil 50 sene evvel Kars, şark vilayetlerimiz içinde eğitim bakımından şaşılacak derecede öndeydi. Hatta o zaman için ilginç bir rakam şehirde yüzde 90’a yakın insan okuma-yazma biliyordu. Çok yakın zamanlara kadar vilayetin içindeki Kara Papaklar başta olmak üzere Türkmen aşiretlerin yaygınlığı yanında Çarlık Rusya’dan kalma Ruslar, Estonyalılar, Polonyalı ve Alman cemaatlerin yaşadığı malumdur. Hele Rus nüfusun içinde Büyük Petro’nun kilise reformlarından kaçan eski inançlıların meydana getirdiği bir cemaat de vardı. Yakın zamanlarda sakal bırakan, belirli yorumlarıyla “Staravertsiy” denen cemaate yakınlığı olan Ruslar, Amerika ve Rusya’ya göç ettiler. Bunlar, Kars’ın işgal dönemiyle gelen değil, Petro’nun kilise politikasından yılıp bize sığınanlardır.
BÖLGE KİMLİK DEĞİŞTİRDİ
Rus-Türk Harbi sırasında Kars Kalesi cesur bir savunmayla kendini tuttu. Rusya tıpkı 1828’de olduğu gibi Erzurum’a kadar ilerledi. Ne var ki bu sefer 1877 Savaşı’nda Kars, Berlin Kongresi’nde orayı işgal altında tutan Rusya’ya ilhak edildi. İlginç kalıntılar vardır. Kars’a kadar gelen demiryolu, Anadolu’daki İngilizce ve Alman döşemesinden farklı olarak geniş kuturlu bir demiryol hattına sahipti. Şehirde hâlâ rastladığımız peçka ile ısınan taş binalar 1950’lerde çoktu. Nüfus yaşamları ve kültürleri itibarıyla iki imparatorluğun arasında eski Rusya’yı ve eski Türkiye imparatorluğunun ananelerini muhafaza eden bir yapıdaydı. Yavaş yavaş iç göçle hem kırsal nüfusun Kars’a gelmesi hem de Karslıların büyük şehirlere göç etmesi dolayısıyla bölge kimlik değiştirdi. Sınır vilayetlerinin kaderi orayı da etkilemişti. Bugün bu değişiyor.
KARS’IN KADERİ
1878’den 1918’e kadar, Brest-Litovsk Antlaşması’na kadar Kars’ın ilginç bir kaderi var. 1537’de Dulkadiroğlu Mehmed Han tarafından, Kanuni Sultan Süleyman devletine ilhak edilen Kars Sancağı, Selçuklulardan sonra tekrar bir Türk idaresine kavuşmuştu. 350 sene sonra tekrar bu sefer, Rusya imparatorluğunun eline geçti. I. Dünya Savaşı’nda Kafkasya müdahalesi için Enver Paşa’nın kurduğu gönüllü Kafkas İslam ordusunun, Kars-Bakü hattındaki ilerleyişi, Bakü’nün Türk kuvvetleri tarafından istirdadıyla Kars yeniden Osmanlı topraklarının içinde kalmıştı.
HALK TÜRKİYE’Yİ SEÇTİ
Brest-Litovsk (Ocak 1918) hükümlerine göre bir plebisit ile halkın seçimi söz konusu oldu. Kars Sancağı’nın halkı büyük çoğunlukla Türkiye’yi istediler; fakat mütareke şartları içinde İngilizler, bu arada kurulan milli bir hükümeti, Cihangirzâde İbrahim Bey’in başkalığındaki Kars Milli Şûrası Hükümeti’ni tanımadığını belirtti. Bölge Ermenilere bırakılmak isteniyordu. İngiltere başta bu projeye tam sahip çıkmamışken zamanla o da Batılılara ve Wilson’ın projesine yakınlaştı. Ne var ki Amerikan temsilcisi General Harbord, Kars’ın siyasi ve etnik coğrafyası hakkında hiç de Başkan Wilson gibi düşünmüyordu. Görünüş oydu ki Ankara’da teşkil edilen 1920 Türkiye Büyük Meclisi Hükümeti, Ermenilerle savaş vererek Kars’ı yeniden kazanmak istiyordu.
15. KOLORDU HAREKETE GEÇTİ
Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın Ermenistan ve Gürcistan’a karşı savaşarak bölgeyi tutma talebi, yeni Sovyet Rusya ile olan ilişkiler ve henüz bağımsızlığını koruyan Gürcistan’la arayı soğutmamak için tehir edildi. Bu tehir hareketlerine rağmen bölgede Müslüman ve Türk nüfusun büyük eziyet görmesi, Ermenilerin sahip çıkmak istedikleri bu topraklarda iktidar ve otoriteyi kuramamaları nedeniyle Eylül 1920’de Şark Ordusu (15. Kolordu) harekete geçti. Kâzım Karabekir Paşa’nın güçlü komutası altında 30 Ekim 1920’de Kars anavatana dahil oldu. Bugün 100. yılı yaşadığımız, bu yeniden fetih ve Kars’ın ilk anda süregiden durgun ekonomisi, Sovyetler Birliği’nin dağılması, sınırların açılması ve yeni projelerle daha ilginç geleceğe yöneliyor.
YARALARI SARMALIYIZ
Cuma günü öğleden sonra Ege Bölgesi’ni sarsan deprem, merkez üssü Seferihisar ve İzmir’in kendisinde en büyük tahribatı yapmış gibi. İzmir gibi güzel ama asıl önemlisi kişiliği olan bir kenti, önce çarpık yapılaşmayla berbat ettik, şimdi de depremin yaralarını sarmak durumundayız.
Ege Bölgesi bu memleketin her bakımdan en seçkin ve sevimli bölgesidir. Sadece tabiatı değil nüfusu itibarıyla da gelişmiş Türkiye’yi temsil eder. Bölgedeki bu gibi tahribat ve facia bir alarmdır. Şu anda henüz nasıl neticeler ortaya çıkar bilemiyoruz ama zorunlu, köklü tedbirler almanın ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Halkımız ve İzmirliler bu vakte kadar böyle bir sarsıntı görmediklerini haklı olarak söylüyorlar. Geçmişteki deprem kayıtları bunu doğruluyor.
İstanbul’un da İzmir’le birlikte ele alınması ve aynı tedbirlerin acilen zorunlu olarak uygulanması gerekiyor. Türkiye şehirlerini planlarken akil davranmak ve inşaat sektörünü denetlemek durumundadır.
Paylaş