Paylaş
Geçen hafta Rize ve Yusufeli’nde bir gezideydik. Pazar Milli Eğitim Müdürlüğü’nün davetiyle MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Roma Hukukçusu Prof. Dr. Havva Karagöz ile birlikte konuşma yaptık. Rize’deki gençlik de artık eğitimin sorunları, yönlendirilmesi konusunda yakın bir ilgi içinde. Şunu belirtmek gerekir; seçimi kim kazanırsa kazansın ciddi bir program ve faaliyete girmediği takdirde gençlerin hayal kırıklığı ölçemeyeceğimiz sonuçlar doğuracak. Kalabalık sayıdaki üniversitelerin tasfiyesi, tabii bu tasfiyenin bir plan ve gerçek ihtiyacın tespiti doğrultusunda yapılması gerekir.
REFORM YAPILMALIDIR
1933’ten bugüne kadarki üniversite reformları köksüzdür ancak 1933 Reformu istisnadır. Çünkü o, üniversiteyi kurmak ve bilimsel düzeni yerleştirmek için yapıldı. Tek parti döneminin kendine göre direktiflerine bağlı kalması ama büyük ölçüde de dış dünyanın değişmesi ve Türkiye’ye bir akademik akımın olmasıyla başka kadrolar oluştu. Bu akademik akım sadece Hitler Almanyası’ndan ve Avusturyası’ndan değil, Rusya’nın parçalanmasından ileri geldi. Kazan, Başkırdistan, Azerbaycan gibi Çar döneminde nispeten gelişme gösteren bölgelerin genç âlimleri Türk akademilerine girdiler. Türkiye 1920’li yıllardan beri sistematik bir dış burs programı uygulamıştı. Bunların hepsinin yardımı olmuştur. Mevcut olan değişme tek yönlü değildi.
Nuran Yıldırım, Arslan Terzioğlu gibi tıp ve bilim tarihçilerimiz 1930’lardan sonraki gelişmeleri oldukça aydınlatacak bir düzeyde ele aldılar. Bugünkü reform ise eğitimin düzeyini maziye göre düşüren anormal gelişmelerden, üniversite sayısını artırmak ve gençlere beklediklerini vermemekten dolayı yapılmalıdır.
Çamlıhemşin, Pazar ve merkez ilçe gibi yerlerde hayatın gördüğüm devirlere göre daha fazla değiştiğini gördüm. Kadınlar daha çok ticari hayatın içindeler. 40 yıldır okullaşma oranı yüksek. Aslında Rize’de genç kızların yüksek tahsile katılma oranı 1960’larda bile etrafa göre yükselmekteydi; bu yavaş gelişme hızlandı.
Rize Pazar’dan Yusufeli’ne gittim. Anadolu’nun en ilginç coğrafyası, bitki örüntüsünün (flora) en ilginç olduğu yer. Yusufeli’nin zeytinleri bile meşhurdur. Ne var ki dar sahalarda yapılan bu zeytincilik baraj dolayısıyla eriyor. Baraj civarın su ihtiyacını karışlayacak ancak birkaç on yıl için. Fakat bu arada fauna ve florasını tahrip edecek. Ekolojik yönden kaçınılmaz bir gelişme! Anadolu’da elektrik enerjisi ve sulama sisteminin daha az zararlı faaliyetlerle gerçekleştirilmesi lazım.
ORTADA YUSUFELİ YOK
Çoruh kıyısındaki Yusufeli’nin yeni yerleşmesine baktım. Binalar modern, herhalde mali bakımdan taşınanlara çok fazla yük olmamış ama ortada Yusufeli diye bir şey yok. İnsanların birbirlerine gidip gelmeleri için tepeleri aşmaları lazım. Yeni ilçenin merkezi nerede, bulmak mümkün değil. Hiç görülmeyecek ve tehlikeli manzaralarla karşılaştım. İnsanlar tepeden tepeye gitmek için açılan tüneller ve viyadükleri kullanıyor. Gelecekteki trafiğin yanında bu yayılımın ne kadar sakıncalı olduğu anlaşılıyor; bir şehrin halkı birbirlerini böyle bir sistem ile mi bulacaklar? Demek ki yerleşim sorunu iyi etüd edilmemiş.
Karadeniz uç bölgesi bizim için hayatidir. İnsanların buradan göç etmemeleri gerekiyor. Oysa göç gerilemiş, zayıflamış fakat tamamıyla durmuş değil. Çetin coğrafyada gelişmeyi sağlamak hiç de kolay bir iş değil. O bakımdan insan, siyasi partilerin günlük programlarının mekanizması dışında partilerin üzerinde uzlaşma sağladığı milli bir kalkınma ve gelişme programının ne kadar önemli olduğunu anlıyor.
Rize halen çay ziraatıyla tanınıyor. Halbuki insanları arayışa başlamış. Zihni Derin’in ziraat müdürlüğü zamanında Rize’ye getirilen çay bir heyecan yaratmıştı. Devletin sübvansiyonuna dayanan bu tarım bölgede bir canlılık ve iktisadi destek yarattı. Ama Türkiye halkının içtiği çay evvelce Hindistan alt kıtası ve Seylan’dan geliyordu. Bugün de bu zevk ve keyfe dönülüyor.
Artık aranan çay zevki gümrük duvarlarını zorluyor. Rize’nin çay ekimi bu gelişime ne kadar dayanır; bu bir soru. Fakat bir şeyi unutmayalım, Rize’nin dağları çay bitkisiyle donandığı vakit güzelim narenciye bahçeleri yok oldu. Karadeniz’in mandalinaları yani hakiki satsumalar bütün dünyada bulunamayacak bir tada ve kokuya sahiptir.
Batum’daki mandalina bahçelerindeki meyvelerin tadına baktığım zaman daha iyisinin Rize’de olduğunu söylemişlerdi. 1980’li yıllar. Oysa Rize’de böyle bir şey görülmüyordu. Birkaç bahçede ve ziraat müdürlüğünün alanında bulunuyormuş. Rize’yi asıl zengin edecek ve şöhrete kavuşturacak tarım budur. Artık üniversitede araştırmaları yapılan, Rektörümüz Yusuf Yılmaz’ın da bana hediye ettiği bir fide de gösteriyor ki bu iş artık ciddiye alınmaya başladı. Bir an önce toprağı asıl bitki örtüsü ve tarımına döndürmemiz lazım.
BETONDAN AHŞABA GEÇİŞ
Çamlıhemşin’den sonraki Rize manzaraları; bilhassa Yusufeli kuraktır. Tabii baraj suyunun burayı yeşillendireceği açık. Bir güzel gelişme daha gördüm Rize’de, betonlaşmanın yerini yavaş yavaş ahşap montaj evler almaya başlamış. Bu gelişme devam ederse bölge yerleşim bakımından bir hamle yapabilir. Rize ise her zaman yeşildir. Ama bu yeşilin çay bitkisiyle değil gerçek ağaçlarla olması tercih edilir. Galiba havada bilhassa hissedilen ağır nem de bu şekilde azalabilir.
Rize’de Arabistan’dan gelen Arapların toprak alması ve yerleşmesi Trabzon kadar ölçüsüz değil. Galiba bölgenin yağmurlu olması bunu önlemiş. Tabiatın önlemesine maruz kalmadan iktisadi mekanizmalarla idarenin ve halkın bunu önlemesi gerekir. Yabancı yerleşimi ister siyasi göç, ister iktisadi göç, isterse lüks tüketim sınıfların özenmesiyle olsun kontrol altında tutulmalıdır. Çünkü birçok Akdeniz ülkesinde ve okyanuslarda görüldüğü gibi yerli halka çok zor zamanlar yaşatılıyor.
Paylaş