Paylaş
450 yıl evvel ekimin ilk haftasında Yunanistan’ın bugünkü Preveze Körfezi’nin dışında yer alan Osmanlı donanması ile Haçlı donanması arasında geçen deniz savaşı, iki tarafta ağır tahribat ve Osmanlı donanmasının Uluç Ali Paşa komutasında çekilmesiyle bitmiştir. Donanmanın durumu payitahttakileri çok olumsuz etkiledi. Sağ kalanlara verilen terfi ve yapılan yeni tayinlerin dahi lağvedildiği biliniyor.
KIBRIS’A YÖNELMEK İSTEDİ
İspanya’nın başını çektiği donanmanın komutanı Don Juan de Austria, V. Carlos’un Regensburglu (Ratisbon) bir burjuva ailenin kızından evlilik dışı çocuğuydu. Yeteneklerinden dolayı kardeşi kral II. Felipe tarafından çok korunmuştur. Papalık donanmasına Prens Colonna ve Venedik’e ise Veniero komuta ediyordu. Don Juan aslında kendi açısından isabetli bir kararla Osmanlı donanması kış için İnebahtı (Lepanto, Yunancası Nafbaktos) civarına demirlemişken, Haçlı donanmasının doğrudan Kıbrıs adasına yönelmesini istemişti. Diğerleri ise o anda Osmanlı donanmasını saldırıyla yok etmek fikrindedir.
DONANMA YORGUNDU
Kıbrıs’ın 1570’te fethi Hıristiyan dünyasını fevkalade sarsmıştır. Buna rağmen Venedik, ihtiyati bir önleme taraftarıdır. Netice itibarıyla neredeyse altı aydan fazla denizlerde muhtelif adalara, Adriyatik’te İon Adaları’na, Girit’e saldırılarda bulunan ve geleneksel yağma seferlerini tekrarlayan donanmanın yorgunluğu, kürekçilerin noksanlığı filomuzun hareket kabiliyetini azaltmıştır. Bu konuda sadece Uluç Ali Paşa’nın (sonraki Kılıç Ali Paşa’nın) bu becerikli amiralin kendi filosuna hâkimiyeti istisna teşkil ediyor. İnebahtı’daki maddi kayıplar telafi edildi.
BURADA İMAJ ZEDELENDİ
Doğrusu iki tarafta da çok önde gelen komutanlar ve denizciler saf dışı edilmişti. Ne var ki İnebahtı, Doğu Akdeniz’de Türk donanmasının yükselen üstünlüğü ve yenilmezliği imajını zedelemiştir. 112 sene sonra II. Viyana Kuşatması’nın benzerliği ve takip eden on altı yıllık savaşlarla Avrupa kıtasında, Tuna boyunda bu yenilmezlik imajı daha çok sarsıntı geçirecek ve Türk İmparatorluğu başka bir döneme geçecektir, askeri reformlar...
AVRUPA’NIN KURTULUŞU
İnebahtı Savaşı, İspanya tarihinde İtalyan devletlerinde Avrupa’nın kurtuluşu ve ikbalinin başlangıcı olarak kutlanır, fakat bu tezahürün en sonuncusu Yunanistan’ın 450. yıl şenlikleridir. Yunanlar bu savaşta Haçlıların tarafında yoktu. Tam aksine denizcileri Osmanlı donanması içindeydi. İnebahtı’nın Yunan edebiyatında Yunanistan’ın kurtuluşu olarak nitelendirilmesi sonraki bir yorumdur ve Balkan tipi milliyetçiliğin abartmalarının tipik örneğidir. Bu abartmanın siyaset ve tören safhasına kaydırılması Balkan ülkelerinde sıkça görülen bir eğilim ve tezahürattır. Aynı yorumların ve eylemlerin Türkiye’de tekrarlanmaması için dikkat etmemiz gerekir.
CERVANTES DE YARALANDI
Lepanto’daki şehit sayısı çok kalabalıktır; 20 bin olduğu ifade ediliyor. Donanmanın en seçkin amiralleri ve bizzat kaptan-ı derya bile şehit olanlar arasındadır. Bu felaketten Kılıç Ali Paşa, Osmanlı kaptan-ı deryalığına terfi ederek kurtuldu. Değerli amiraldi. Karşı tarafta ise yaralanan ve kolunu kaybeden meşhurlardan biri de Don Kişot’u yaratan Cervantes’ti.
DOĞU AKDENİZ ÖNEMLİDİR
Mesele bu kadar basit değildir, Haçlı devletlerinin aşağı yukarı son birleşimi bu değildi. II. Viyana Kuşatması sırasında Papa XI. Innocent benzer bir ittifak kurdu. Zaten kurulacak bir şeydi. Avrupa’nın batısı ve Hıristiyan Akdeniz, Doğu’yu Türklerin kontrol etmesinden o gün rahatsızdı. Halen de öyledir. Stratejik noktalar üzerindeki hassasiyet, bilhassa son on yılda Doğu Akdeniz’deki siyasi coğrafya değişimi, yeni kuvvetlerin buraya gerçek anlamda yerleşmesi; Türk donanmasının önemini artırmıştır. Son 30 yılda Türk donanmasının Doğu Akdeniz’deki hâkimiyeti, güçlenmesi bunun için hatta yurtiçinde tahripkâr bir güruhun muzır faaliyetlerle donanmanın içine sızması bu gerçeği gösteriyor; Doğu Akdeniz her zaman önemlidir. Türkler burada istenmez ama artık bu coğrafyadadır. Yaşamak için denizlerimizi kontrol etmek zorundayız.
BULDAN
DENİZLİ’ye giderken otoyoldan üç-beş kilometre kadar bir sapma ile Buldan’a girersiniz. Mazide, sapılacak şehirler, yoldan ayrılan bu şehirler uzakta damlarıyla görülürdü. Şimdi ise anayoldan itibaren “Buldan” yazan bir tak sizi içeri çekiyor. Yolun iki tarafı ağaçlandırılmış. Edebiyat ne kadar bahsederse etsin, Buldan’daki eşraf konaklarını ve 18 ile 19. asırların şehrindeki refahı ve onların yarattığı orta sınıfın meydana getirdiği geç Osmanlı medeniyetinin abidelerini, sokaklarını, evlerini görmeden gözünüzün önüne getiremezsiniz. Şehrin içine girmeniz lazım. Böyle bir manzara ancak eski Ege’de ve Balkanların zengin şehirlerinde görülür.
NİZAM, AKICILIK VAR
Şehrin çarşısı ise kendini çağdaş zamanlara uydurmuş. Mehmet Tuğrul Bey’in “Ağam Kebap”ı ve Ali Denizlioğlu’nun meşhur “Buldan Pidecisi” tatlısıyla öğlen yemeğini yiyip çarşıda Buldan dokumalarını, bu sanatın zamana uyum sağlamasını zevkle tararsınız. Ortada bir nizam, hayata ve zamana uydurulabilen bir akıcılık var. Belediye Reisi Mustafa Fahri Şevik, insanda kimin hangi partiden olduğunu hiç ilgilendirmeyecek şekilde bir takdir uyandırıyor. Tanıdığım biri değil ama esnaftan ve etraftan soruşturup dinlediğime göre yerinde durmayan ve bir şeyler yaratan bir belediye reisi. Bu yüzden merkezle de çatışırmış.
‘İPEK HALIYA BENZER...’
Endüstri devrinde iflas eder, kapanır denen tezgâhlardan modern dokumacılığa kadar Buldan yaşıyor. Etraftaki zirai zenginlik belli ki korunuyor ve hatta geliştiriliyor. İnsan Ege’nin bu mıntıkasından geçerken Alaşehir-Buldan arasındaki arazi muhteşem, şairin bir “ipek halıya benzeyen bu toprak” mısrasını hatırlıyor.
Denizli, etrafındaki şehirleri değiştirmiyor. Endüstri zengini şehirler etrafı yutar, onlar direniyor ve Denizli sanayisi de direniyor. Kitap fuarı ilginç bir biçimde çok ilgi çekiyordu. Gençlik okuyor ve her şeyi dinliyor. Bu nesil Anadolu’daki bir evvelki nesilden daha farklı, söylemek lazım. Kuşaklar arası çatışmaya ister istemez hepimiz katılıyoruz ama biraz objektif olarak değerlendirirsek Türkiye gençliği bir arayış ve öğrenme isteği içinde. Günümüzde siyaset bu genç kitlenin çok gerisinde. Drama da orada devam ediyor. Seçkinlerin Türk siyasetinde yeri yoktu. Şimdi ise daha feci tarafı onların siyasete ilgilerinin de kaybolmaya başlaması.
Paylaş