İklim değişikliği ve Küçük Asya

Dünyanın iklimi değişiyor ve bu durumun üzücü sonuçları, belki de bir dönüşüm ve restorasyon sürecine kapı açacak. Akdeniz sahillerimiz, sadece Türkiye’de değil, birçok yerde su altında kalmaya aday. Türkiye kıyıları, zaten mevcut nüfusun ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanıyor. Dolayısıyla, bu kıyıları yeni inşaatlarla işgal etmek bir yana, var olan yapıların bir kısmını dahi ortadan kaldırmanın yollarını aramalıyız.

Haberin Devamı

Kutupların erimesi artık gözlerimizin önünde gerçekleşen bir facia. Dünyanın iklimi değişiyor ve bu durumun üzücü sonuçları, belki de bir dönüşüm ve restorasyon sürecine kapı açacak. Ancak bu meseleleri derinlemesine tartışmak, sadece bizim değil, doğa bilimcilerin bile tam anlamıyla üstesinden gelemediği bir konu. Ortak paydada buluşulan tek nokta; gelecekte karşılaşacağımız çevre felaketleri ve insanlığın yüzleşeceği devasa sorunlar. Açlık, tuhaf hastalıklar ve nihayetinde yaşadığımız kara parçalarının sular altında kalması. Şimdiden Seyşeller halkı gibi, vatanlarının sulara gömüleceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalan toplumlar var.

İklim değişikliği ve Küçük Asya

Haberin Devamı

Allah bilir, kuzeydeki bazı ülkeler, gelecekte göç dalgalarını daha sert ve acımasız yöntemlerle önlemeyi nasıl başaracaklarını düşünüyorlar. Ekvatora yakın bölgelerde yaşayan halkların giderek kuzeye kaçacağı aşikâr. Sibirya’nın yüzölçümü ne kadar büyük olursa olsun, bereketi Kuzey Amerika kadar değil. Bazılarının hayal ettiği gibi bir milyar insanı barındıracak kapasitede bir coğrafyadan söz etmek mümkün değil.

SAHİLLERİMİZ DE SUALTINDA KALACAK

Tecrübeli gazeteci Mert İnan’ın geçen hafta çıkan özel haberi bize tekrar Türkiye’yi hatırlattı. Akdeniz sahillerimiz, sadece Türkiye’de değil, birçok yerde su altında kalmaya aday. Türkiye kıyıları, zaten mevcut nüfusun ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanıyor. Dolayısıyla, bu kıyıları yeni inşaatlarla işgal etmek bir yana, var olan yapıların bir kısmını dahi ortadan kaldırmanın yollarını aramalıyız. Kıyılarımızdaki tek mesele, tarımı nasıl sürdüreceğimiz ve lüzumsuz betonlaşmayı nasıl önleyeceğimiz değil.

Küçük Asya, antik çağların en zengin, en müreffeh ve en yoğun yerleşim bölgelerindendi. Ne İtalya, ne Adriyatik kıyıları, ne de İber Yarımadası, Efes, Didim, Miletos, Knidos, Kaunos, Antalya, Side ve Perge gibi ardı ardına sıralanan antik şehirler dizisiyle doludur. Bu liste, sadece en bilinenleri içeriyor. Bu antik harabelerin çoğu, kazılar ilerledikçe daha da çarpıcı bir miras ortaya koyacak ve maalesef mirasın önemli kısmı da yükselen suların istilasıyla yüzleşecek. İstanbul’un Suriçi bölgesinin bile bir kısmı bu tehlikeyle karşı karşıya. Bugünden, istesek de istemesek de surların çevresindeki bulvarların ortadan kaldırılması ve doğal ile tarihi çevreyi koruma çalışmalarını planlamak zorundayız. Gelişigüzel göç politikaları, kıyıların sorumsuzca kullanılması ve her yere yol yapma sevdası; bu açgözlü istilanın tümü tabiatın engellerine takılacak. Tabiat, kendisinden çalınanı unutmaz, er ya da geç geri alır.

Haberin Devamı

ORTALIĞI DERLEYİP TOPLAMANIN VAKTİ GELDİ

Türkiye gibi antik çağlardan geç antikiteye, hatta orta ve yeni çağlara uzanan bir zenginliği barındıran bir ülkenin antik kentleri, çeşitlilik ve zenginlik bakımından eşsizdir. Bu çeşitliliğin ve zenginliğin başlıca sebebi, kıyılarımızın yaşamaya, konaklamaya ve gemilerin demirlemesine uygun olmasıdır. Ayrıca, hinterlandın (art ülkenin) zenginliği ve dış dünyaya ihracatın bu kıyılardan yapılması da önemli bir etkendir. Dolayısıyla, bu bölgeler basit turizm planlamaları ve “turizm gelirimiz 5 milyardan 10 milyara çıksın” gibi özlemlerle harcanacak yerler değildir. Doğu Antalya’nın, özellikle Belek bölgesinin, bir zamanlar ne denli zengin bir tabiat ve tarihi çevreye sahip olduğunu ve antik devir korularının nasıl yok edildiğini bizim kuşak çok iyi biliyor. Bu bölge, maalesef sakil bir otel bölgesine dönüştü. Artık ortalığı derleyip toplamanın vakti geldi.

Haberin Devamı

İklim değişikliği ve Küçük Asya

HİÇ CEVAP YOK

Geçen hafta bu köşede Türkiye’nin birçok bölgesinden gelen talepleri yazmıştık. Herhangi bir değerlendirme ya da cevap gelmedi. Köy okullarının yeniden açılmasına ve ihyasına pek sıcak bakılmadığı görülüyor. Öte yandan, öğrenci servislerinin de kaldırılmasıyla karşı karşıyayız. Bu iki konuda da sağlam tedbirler alınırsa, herkesin bu çabayı desteklemesi gerekir. Ancak, ne bir çözüm getiriliyor ne de bu konuda sorulara cevap veriliyor. 85 milyonluk hareketli bir toplumda, bu tür hayati meselelerde susmak, âdeta felâketi davet etmektir. Bürokratik yapının bu denli kayıtsızlaşması tehlikeli bir gidişatın da habercisidir.

‘İYİ MAARİFÇİ OKULLARDA BULUNUR’

Haberin Devamı

Millî Eğitim Bakanlığı’nda, sorunlara kayıtsız kalan bürokratların varlığı artık bir facia boyutuna ulaşmış durumda. Ömrüm boyunca Millî Eğitim Bakanlığı’nda tanıdığım kişiler ve öğretmen arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde, her zaman şu slogan geçerliydi: “İyi maarifçi, okullarda bulunur.” Bazı müdürler, gerçekten iyi eğitimcidir; öğretmenlerini özenle seçer, okulu güçlendirirdi. Bunu, Anadolu liselerinin en iyilerinde, sanat okullarında ve hatta imam hatip okullarında dahi gözlemek mümkün. Ancak, Millî Eğitim Bakanlığı’nın merkezinde, planlama yapacak, sorunlara vakıf ve acil hareket edebilecek memurlar bulunmazdı. Ne yazık ki bu durum aynen devam ediyor; tıpkı zaman zaman Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda olduğu gibi. Müzelerde bir zamanlar çok iyi uzmanlar vardı ama merkez bakanlıkta bu işleri layıkıyla yürütecek yetkinlikte kişilere nadiren rastlanırdı.

Haberin Devamı

Gidişat değişmiyor. Yılın başında okullar açılıyor, sınıflar hâlâ organize edilmemiş, ilkokula yeni başlayan çocuklarda hangi sınıfa hangi öğretmenin gireceği belli değil. “İdare edin canım, Bakanlık düzenleyecek” diyerek geçiştirilen bir sistem. Oysa, ilkokul çağına gelen çocuğun hayatında en önemli unsur, ilk öğretmeninin sürekliliğidir. Benim sınıfımda bile bir ay sonra öğretmen değiştiğinde bir huzursuzluk yaşamıştık. Neyse ki, hayatımızda iz bırakan bir öğretmen gelmişti. Bir de temizlik şikâyetleri başladı ki bu en ciddi problem.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Amerika’dan mastır yapmış olanlardan ziyade, Türkiye’deki eğitim problemlerine vakıf, ciddi insanlardan oluşması gerekir. Mucizeler, komutanlardan çok, kale muhafızları sayesinde gerçekleşir. Eğitimde de asıl mucize, sahada çalışan gerçek maarifçilerle mümkündür.

Yazarın Tüm Yazıları