Paylaş
Dünyanın tanınan ve sevilen piyanisti; İdil Biret. 1950’li yıllarda Demir Perde’yi delerek Sovyetler Birliği’nin birçok şehrinde, Bakü’de konserler veren, konserleri heyecanla izlenen, toplumların birbirini henüz yeterince tanımadığı bir dönemde Türkiye’nin adını ciddi musiki çevrelerine çıkaran bir İdil Biret var. Klasik Batı musikisinin ancak dar çevrelerde tutulduğu bir dönemde özellikle Ankara’daki yüksek tahsil gençliğinin bir rock konserine gider gibi konser salonunun kapılarına saldırdığı İdil Biret var.
SEKİZ YAŞINDA İLK KONSER
Dört yaşında bir çocukken Moda Mühürdar’da komşuları olan mülteci Profesör Fritz Neumark’ı büyüleyen, devlet reisimizin konservatuvarda konserini dinlediği ve özel bir kanun, “Harika Çocuklar Yasası” çıkarılarak kendi gibi yeteneklerle Avrupa’ya gönderildiği malum. Sekiz yaşında Paris konservatuvarının parlak öğrencisiydi ve radyoda ilk konserini verdi. Ünlü Alman piyanist Wilhem Kempff’in hayat boyu dostluğuna ve iltifatına nail oldu. Milletler arası jüri üyelikleri, ondan evvel piyano ödülleri aldı. Bunların hepsini biliyoruz.
İsmet İnönü, İdil Biret’in resitalini dinledikten sonra ‘Harika Çocuklar Yasası’ kapsamında onun Paris’e gönderilmesini sağlamıştı.
PARİS’İ İYİ BİLİYOR
Bazılarımızın bilmediği özellikleri üzerinde duralım. 1970’li yıllarda; Başbakan Ecevit hiçbir şeyle anılmazsa kendisine pasaport verilmeyen aydınlara pasaport vermekle anılacaktır ve rahmetli Müntekim Ökmen de bu sayede Paris’e gitti. Çevirdiği Fransız edebiyatından, romanlardan, haritalardan Paris’i ezbere biliyordu. İkinci arrondissement, yani “Marais” onun işçi semti olarak bildiği orijinal bölgeydi, oysa artık pek öyle değildi, dönüşüme uğramıştı. Bohemlerin, Amerikalı paralı maceraperestlerin, orta şeker Fransız entelektüellerinin oturduğu bir bölgeydi. Müntekim Bey koca Paris’in proleter mahallerini merak etti. Kendisine Fransız başkentinin semtlerini inceden inceye tarif eden İdil Biret’ti. Bu ünlü konser piyanisti, adeta Komünist Parti’nin propaganda şefine parmak ısırtacak derecede Paris’in sosyal coğrafyasını biliyordu.
MÜZİK OTORİTESİ
Türk tarihiyle ilgili herhangi bir yeni çıkan kitap onun dikkatinden ve bilgisinden kurtulamıyordu. Uluslararası konumundan istifade ile ucuz propaganda da hiç yapmadı. Onun podyuma çıkışı sadece müziğiyleydi ve o hep büyük bir müzik otoritesi olarak kaldı. Bildiği dillerle bir usta piyanistin ötesinde olması gereken ve özlenen Türk entelektüelliğini temsil etti. Bugün entelijansiyamızın çoğu henüz bu vasıflara sahip değil.
BİLGE BİR KİŞİLİK
Hakkında yazılanlar, Dominique Xardel ve nice makaleler İdil’i tarif etmeye yetmiyor. Bu yıl 21 Kasım’da 80. yaşını tamamladı. Dolu dolu bir ömrün çoğunu hatırlıyor. Bilge bir kişilik, yurdunu, müziğini tanıyor, seviyor, coğrafyasını biliyor. İnsanlara bütün beşeriyetin seveceği bir müziği sevdirmeyi bildi. Nice uzun ömürler, sağlık içinde gönüllerimizi ve beyinlerimizi aydınlatmasını temenni ederiz.
ÇAYCUMA MOZAİKLERİ
Geçen haftaki yazımız üzerine Çaycuma Mozaikleri üzerinde ilgi uyandı; buna çok memnunuz. İdari otoriteler ilgilenmeye, Kültür ve Turizm Bakanlığı mahalli temsilcileri ile girişimlerde bulunmaya başladı. Yalnız şu anda ihale süreci başlamış; tabii arkeolojik alan korumaları TOKİ ihaleleri kadar cazip değil.
Asıl yürek sızlatan, Nizamettin Oral’ın demecidir. 76 yaşındaki bu çiftçimizin Çaycuma Mozaikleri’ni 14 yıl evvel tesadüfen bulduğu anlaşılıyor. Kimseye haber verememiş, duyurmak da pek kimselerin işine gelmiyor. Türkiye’de bu mekanizma son derecece sinir bozucudur. Bu gibi kalıntıya rastlayan bir müteahhit, çiftçi veya herhangi birisi üstünü betonla örtmek “fırsatçılığını” gösteremezse yandı demektir. Hatay’da “Arkeoloji Müzesi”ni inşa eden Necmi Asfuroğlu Bey’in başına gelenler bir ibret mi değil mi, yoksa bir örnek mi?
MİRASIMIZ TEHDİT ALTINDA
Türkiye gibi klasik çağın en zengin mirasını barındıran bir ülkenin arkeolojik mirası ve gelecek nesillerin zenginliği tehlike altında. İtalya’da bir yerdeki herhangi inşaatta buluntuya rastlandığı vakit insanlar üstünü örtemiyor. Zira bölgenin arkeoloji otoritesi duruma el koyuyor, yapılan masrafla, devletin ödediği parayla bulunan mozaik ya da eser görünecek şekilde proje değiştiriliyor. Bunun mali yükü inşaatçıya ödetilmeyecek şekilde mesele hallediliyor. Roma arkeoloji otoritesi birkaç yıl evvel bir inşaatın temelinde İmparator Neron’un sarayına rastlandığı için üst makamların kararı ve ödediği uygun tazminat ile inşaatı durdurdu. Arkeolojik eseri de geniş bir müze olarak teşhire karar verdi. Bu durumda kimse eserleri tahrip etmek gibi bir yola sapmıyor; hatta belki fazla zahmet etmeden işi sonuçlandırdığı için seviniyor.
Bizde ise çok övündüğümüz Göbeklitepe kazısında köylünün şikâyetlerinin ardı arkası gelmedi. The Museum Hotel Antakya’yı yapan zenginimiz eski eserlere hürmetten sesini çıkarmadığı için başına gelmedik kalmadı. Yenikapı kazılarında ise Gama şirketi aynı şekilde davrandı. Tabii bir kere de onları dinlemek lazım.
The Museum Hotel Antakya
Şimdi de Çaycuma’da Nizamettin Oral’a bu kötü piyango vurdu. Nizamettin Bey, mozaikleri bulmaktan memnun, tarlasında bu eserin çıkmasıyla iftihar ediyor. “Memlekete hayrı dokunacaksa yardım edin” diyor. Çaycuma’nın zenginlerine başvurmuş ama aldıran olmamış. Zaten olsa şaşardım. Devlet temsilcileri 14 yıldır pek ilgilenmediğine göre bundan sonra ne yapılır, yine şaşılacak şey. Bununla birlikte Sayın Valimize gösterdikleri ilgi için teşekkür etmek lazım. Bu tutumla Türkiye’nin kültürel çevresi ve tabiatı değişmek yerine sadece usulsüzlük ve kaçak kazılar artar. Zaten dünyada kaçak kazılardan çıkan koleksiyonlarda, kaçak eser satın alan müzelerde Türkiye’den giden buluntulardan geçilmiyor.
Nizamettin Oral’ın haklı isyanı, Pompei kentini keşfeden İtalyan köylüsünün veya memleketindeki mirasa dikkat etmek ve korumakta devletle yarışan, devleti seferber eden İsrailli çiftçilerinkine benziyor. Doğrusu kutlanacak bir vatansever.
Paylaş