Eserlerin nakli konusu

Arkeoloji Müzesi eserlerinin nakledileceği Atatürk Havaalanı’nda geçen hafta yangın çıkmıştı. Havaalanı gibi yerlerde bu tarz koleksiyonların korunmasının tesadüfe bırakılması mümkün değildir. Acilen açılacak İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin şimdikinden ayrı bir alanda kurulması kaçınılmazdır.

Haberin Devamı

GEÇEN hafta birçok insanın dikkatini çekmeyen bir haber vardı. Arkeoloji Müzesi eserlerinin nakledileceği Atatürk Havaalanı’nda bir depoda yangın çıkmış. Ne olursa olsun hava trafiğine kısmen açık olan veya başka faaliyetler için de kullanılacak bölgeye böyle eserlerin nakledilemeyeceği, ayrılan depoların yeterince muhafazalı olamayacağı üzerinde durmuştuk.

Eserlerin nakli konusu

Dünya müzelerinde son on yılda gelişen bir kural var. Bu müzelerde depolara giren eserler zaten envanteri yapılarak kaydediliyordu ama artık o kayıtlar dijital sistemle umumun kontrolüne ve istifadesine sunuluyor. Mesela kaçak eser satın alan Metropolitan Müzesi hariç birtakım Amerikan müze koleksiyonları aynı şekilde açılıyor. Bu, hem bilim dünyasının ve öğrenim görenlerin bu eserlerden her yerde istifade edebilmesi hem de açıkçası müzelerin kamu tarafından kontrolü için en önemli gelişmedir.

Haberin Devamı

DARPHANE’DEN ALINMALI

Türkiye müzelerine yönelen gerek düzenli kazılardan gerekse Yenikapı ve Üsküdar gibi imar faaliyetlerindeki kazılardan dolayı ortaya çıkan sayısız eserin günü gününe kaydedileceğini ve sağlam bir envanterinin yapılabileceğini kimse ileri süremez. Zaten uzman sayısı da yetersiz ve yenileri de alınmıyor. Dolayısıyla acilen açılacak İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin şimdikinden ayrı bir alanda kurulması ve mevcut müzenin de 19. ve 20. yüzyıl başındaki yeterince zengin klasik ve eski Şark eserleriyle birlikte muhafaza edilmesi, bazı koleksiyonların Topkapı’nın “Darphane” denilen yerinden alınması kaçınılmazdır.

Havaalanı gibi yerlerde bu tarz koleksiyonların korunmasının tesadüfe bırakılması mümkün değildir. Hiç kimseye ve hiçbir kuruma sonsuz itimat edilemez! Ayrıca projenin etraflıca açıklanması gerekir.

RAUF TUNÇAY
BİR SANATÇININ MİRASI

1946’dan beri daha çok tezhip sanatları, tarih araştırmaları ve nakış alanında talebe yetiştiren İstanbul Tıp Fakültesi’nin ünlü hocalarından Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver’in talebeleri arasında mümtaz bir kişilik ortaya çıktı: Rauf Tunçay. Sonraki yıllarda Osmanlı arşivinin küratörü oldu.

Eserlerin nakli konusu

Haberin Devamı

1973 yılında doktora araştırmalarım için İstanbul’daki Osmanlı Arşivi’ne devam etmek durumundaydım. İtiraf etmek gerekir, “Tanzimat Dönemi Mahalli İdareleri” üzerindeki araştırmama başlarken Rauf Bey’in nazik ve sabırlı tavsiyeleri, yardımı ve aynı şekilde onun gibi arşivde bulunan Turgud Işıksal’ın yardımını unutamam. Rauf Tunçay Bey üzerinde arşivin tozuna karşı iş önlüğüyle çalışıyordu, oysa artık daire müdürü ve genel müdür yardımcısı olmuştu. Dört yıl sonra da emekli oldu. Fakat araştırmacılığı bu konudaki faaliyet ve tavsiyeleri sona ermedi. Nazik bir beyefendiydi. Daha da önemlisi okul hayatı devamı boyunca Cumhuriyet çocuğu olmasına rağmen çok erkenden Osmanlı kültürüyle ilgisini kurmuştu.

Haberin Devamı

Rauf Bey, Süheyl Ünver Hoca’yla 1945 yılında tanıştı ve Topkapı Nakkaşhanesi’ndeki tezyinat derslerine devam etti. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdiği yıl artık bu mesleğin içindeydi ve askerlik hizmetinden sonra Başbakanlık Osmanlı Arşiv Dairesi’ndeki görevine başladı. 67 yaşındaki ölümüne kadar arşiv yayınları ve tetkikleri fasılasız devam etmiştir.

ONLARI UNUTMAMALIYIZ

1973’te Osmanlı Arşivi’ne gittiğimde arşivde çalışma bilgim vardı, çünkü daha evvel Viyana’da Avusturya Devlet Arşivi’nde tetkike başlamıştım. Avusturya ve Almanya’daki arşivlere göre tasnif, gelenek ve maddi imkânlar konusunda çok zorlukları olan Başbakanlık Arşivi’nde o yıllarda Rauf Tunçay gibi konuya hâkim ve çalışma heyecanı olan arkadaşı Turgud Işıksal’ı her zaman için rahmet ve minnetle anmak Türk arşivci ve tarihçilerinin görevidir.

Haberin Devamı

Arşiv bir okuldu, insanların yetişmeye devam ettiği yerdi. O dünyanın hâkimi olanlardan Rauf Bey artık aramızda değil ama hiç unutmuyoruz. Yeğeni Mehmet Fehmi İlkray’ın elindeki evrak-ı metrukeyi, tezhipleri devrettiği arkadaşı Lokman Coşkun’un Osmanlıca metinleri Yavuz Selim Ağaoğlu, Fatih Dalgalı ve Turan Günaydın’la birlikte derlediği anlaşılıyor. Ortaya çıkan kitap bir anmanın ötesinde paleografi ve arşivcilik tarihimize hizmet edecek ve borçlu olduğu Rauf Tunçay ve arkadaşlarını anlatacak bir eser.

Türkiye değişiyor. Tarihle ilgilenenler sadece tarih bölümü mezunları değil. Lokman gibi mühendis mimarlar da ve tarihçilere ilgi duyanlar da var.

Haberin Devamı

EVLİYA ÇELEBİ

178 
yıl önce 13 Haziran 1843’te Türkler ilk defa ünlü seyyahlarının ciltler tutan seyahatnamesinden sadece 148 sayfalık “Müntehabât-ı Evliyâ Çelebî”, yani “Seçmeler” adlı bir eseri ele alabildiler. 1.200 adet basılan eser aslında çabuk satıldı, geleneksel biçimde kahvehanelerde dost meclislerinde okundu, dinlendi, yeniden basımı içinde uygunsuz nakiller ve elfaz (notlar) bulunduğu için toplandı, depoya kapatıldı. Sansürü aşmak için bazı tüccarlar bu kitabı Mısır’da Bulak Matbaası’nda basmışlardır. O zamandan bugüne kalan nüshalar da böyledir, Mısır’da basılanlardır.

Eserlerin nakli konusu

GÖZLEMLERİ İLGİNÇ

Evliya Çelebi, Mısır’da uzunca kaldı, Girit’i iyi tetkik etti. Çok enteresan gözlemleri vardır. Bunların bugün bile ciddiye alınması gerekir. Mesela Miken halkının “Ecine” kavmi diye nitelendirilmesi Ifrıkiye’den geldiklerini söylemesi, yani Mısır aslına hamletmesi çok akla yakın görünüyor. Gerçi bilimin kesin tespitleri henüz bu noktaya ulaşamadı. “Evliya Çelebi Seyahatnamesi” ki Kafkas dillerinden bile şive örnekleri verir, zeki, mukallid ve dillere yatkın bir adamın eseridir. 17. asırda imparatorluk coğrafyasını, yani yeryüzünün önemli bir kısmını bu kadar etraflıca gezen biri yoktur. Bununla birlikte seyahatname son 20 senede geniş ölçüde basılıyor. Sadece Türkler değil Osmanlı coğrafyasının diğer halklarının uzmanları da bu eseri çeviriyor, zaten çevirip basmayı ancak onlar yapabilir. Çünkü Evliya’nın lügatini ve gördüklerini büyük imparatorluğun tek kavmi hatta ana unsuru olan Türkler bile ustalıkla tespit edemezler.

ABARTMALARI DA VAR

Evliya, Topkapı Sarayı’nda Enderun’da eğitim görmüştür ama eğitimini tamamlamadan terk eden bir asi gönüllüdür. Asıl ilginci uzun gezileri sırasında gördükleri ve yaşadıklarıdır. Buna Viyana’ya gönderilen sefaret heyeti veya Anadolu’da Celâlilerle karşılaşmak gibi ilginç gözlemler de dahildir. Evliya’nın kendine göre abartmaları da vardı. Galiba Galata Kulesi’nden uçuş yapan Hezarfen Ahmed Çelebi de böyle olmalıdır ama havai fişeklerler patlatan Lagari Hasan Efendi için aynı şeyi söyleyemeyiz, uydurduğunu ileri süremeyiz. Tarihin görmezden gelinen veya unutulan fasılları onunla yaşar. Türkiye faslında İstanbul kısmı, yani birinci cilt ve peyderpey bütün öbür kısımlar yayımlanmaya başladı. Aslında Evliya Çelebi’nin el yazma kopyaları çok geniş bir coğrafyada istifade edilen kaynaklar olmuştur.

BULUNMAZ BİR KAYNAK

Evliya Çelebi’nin naklettiği bazı hikâyelerde abartma yok ama benzetmelerinde düpedüz meddahlık yolunu seçtiği açıktır. Galiba eserini biraz da gülümseterek okumamızı istiyor. Onun Mısır gözlemlerini Almanca tercümesini okuyanlar hiç de küçümsemeden değerlendiriyorlar. Burada gördükleri gerçekten ilginç ve iki ihtimalden birini ele almalıyız ya da Mısır’da evlendi kaldı, rahmete yürüdü veyahut da Taksim Gümüşsuyu’nda eski mezarlıkta bulunan kabri imar hareketleri sırasında ortadan kalktı. Maalesef benzer akıbet Unkapanı’nda medfun olan Kâtip Çelebi’nin de başına gelmiştir. 17. asrın ünlü gezgini bildiğimiz devlet adamlarının akrabalığı, sohbet dostluğu ama bir o kadar da Osmanlı tebaasının her sınıf halkıya olan ünsiyeti onun bulunulmaz bir kaynak olarak yaşamasına neden oluyor. Evliya, Osmanlı Türkiyesi’yle diliyle, âdetleriyle yaşatan, aksettiren geniş bir kaynak ve şiirdir.

KÜLTÜRÜMÜZÜN MİRASI

Evliya bu seyahatnameyi bir oturuşta tamamlamış. Dile kolay, birinci cilt İstanbul’u, toponomik açıdan bazı yanlışlar yapsa da çok önemli bilgiler içermektedir. Diğer ciltlerde Balkanlar’dan Macaristan’a bütün Osmanlı coğrafyası hatta Avusturya gibi ülkelerin tarifini bulabiliriz. İstanbul’dan sonra Bursa, Kahire ve Mekke hattının ele alınması Gürcistan ve Doğu Anadolu ve Suriye, Filistin ve İran... Bu geniş coğrafyada Evliya’nın bizzat adım attığı ve tavsif ettiği şehirler bugün tarihyazımı bakımından talihli sayılıyor ama mesela Amasra’yı çok güzel tarif etmişken Bartın’a uğramaması ve sadece mevcudiyetten bahsetmesi bu önemli Batı Karadeniz şehri için ayrı bir talihsizliktir. Her şeye rağmen Evliya, Osmanlı coğrafyasını oradaki ülkeleri ele alır ve bugünkü Türk vatanının kültürel yapısını kavramak için önemli bir mirastır.

Yazarın Tüm Yazıları