Doğu’nun ve Batı’nın efendisi Fatih Sultan Mehmed

Fatih Sultan Mehmed Arapça, Farsça, İtalyanca ve Yunanca biliyordu. Batı resmiyle ilgilendiği biliniyordu. İmparatorluğunu tarihi ve coğrafyasıyla tanımak istiyordu. Fatih Sultan Mehmed Han’ı tarif edecek en önemli cümle şu olmalıdır: “Doğu’nun ve Batı’nın efendisiydi ve iki kültürün de sahibiydi.”

Haberin Devamı

İLKÇAĞLARDAN beri dünya tarihinde cihangir olarak bilinen önemli mareşallerin özellikleri içinde onların savaş kabiliyeti şüphesiz en çarpıcı yönleridir ama ihmal edilen bazı taraflarını da iyice öğrenmek gerekir. Plutarhos’un ünlü eseri Vitae’de bir nevi paralellik kuruluyor, Julius Caesar ile Büyük İskender bu örneklerden biridir. Hiç şüphesiz ki Büyük İskender’in geniş ve ani fetihleri yanında Doğu ile Batı üzerindeki sentez çabaları, coğrafya kaynaklarına yönelişini, mesela Nil’in kaynağını aramak, Hind Seferi’nden dönüşte İran’ın çöl mıntıkasından geçerek burayı tetkik etmek veya Mısır’ı aldıktan sonra Siwa’ya doğrudan doğruya bir sefere çıkarak oradaki Osiris Mabedi’ne gidişi ve rahipler tarafından tanrı ilan edilişi aslında Mısır’ın batısını etüt amacını taşıyordu. General Bonaparte’ın (I. Konsül) Mısır Seferi’nde bu eski cihangirin daha geniş ve sistematik tetkikler düzenini kurduğu açıktır. Bitki, hayvan çeşitleri, eski eserler hakkında yayınlanan katalogların hepsi de “Description de l’Égypte” serisini oluşturur.

Doğu’nun ve Batı’nın efendisi Fatih Sultan Mehmed

Haberin Devamı

YUNANCA BİLİYORDU

Fatih Sultan Mehmed imparatorluğunu tarihi ve coğrafyasıyla tanımak istedi. Topkapı Kitaplığı’ndaki eserler, Ptolemaios’un Atlası, ki nüsha Yunancadadır, onun tarafından sıklıkla başvurulan bir eserdir. Fatih, Yunanca biliyordu. İmparatorluk Balkanlar ve Anadolu’daydı ve sadece İstanbul’un fethinden sonra değil, ondan evvel de önemli miktarda Hellen tebaasının olduğu açıktı. Osmanlı sarayında Enderun bu dili de öğretiyordu ve Fatih onu iyi öğrenen biriydi. İlyada ve Büyük İskender’in fetihlerine kadar eski Yunan tarihi ve Helenizm’i öğrenme çabasındaydı. Kaynaklar dediğimiz gibi Arapça, Farsça ve Türkçe dışındadır, yani Yunancadır.

RÖNESANS MÜNEVVERİ

Batı resmiyle ilgilendiği biliniyor, bu bir tevatür değil. Bizzat kendisinin yaptığı çizimler ve modern çalışmalar var. Zaten Osmanlı Sarayı’nda Batı tarzındaki portre de sadece Bellini’ye yaptırdığı kendi tablosu değildir, bu eserlerin II. Bayezid devrinde saray muhitinden uzaklaştırıldığı, II. Bayezid’in daha başka kültür seçimi dolayısıyla eserlerin ya satışa çıkarıldığı ya da zamanla unutulduğu görülüyor. Önemli bir heykel koleksiyonu vardı. Elden çıkarılamayan mimari parçalar Topkapı Sarayı’nın Bâbüsselâm’dan sonraki girişinde ve mutfaklar kısmında yer almaktadır.

Haberin Devamı

Padişahın İtalyanca ve eski Yunanca bilmesi, konuşması ve rahatça okuması ve bunun dışında Arapça ve Farsçada da Türkçe gibi kalem oynatması, onu Rönesans dönemi boyunca en donanımlı münevver olarak ortaya çıkarmaktadır. Batı’da genellikle Latince bilinir, eski Yunan metinlerine yöneliş daha geç ve daha dar bir zümrenin elindedir. En iyi Yunanca bilen Rönesans düşünürleri Pico della Mirandola ve Alman reformasyonunun öncülerinden Johann Reuchlin’dir. Her ikisinin de bildikleri Şark dili sadece İncil dolayısıyla İbrancadır. Bu durumda Fatih’in elsine-i selase şarkiyye’yi, yani üç şark dilini (Türkçe, Farsça ve Arapça), Yunanca ve İtalyancayı bilmesi ona bir üstünlük kazandırır. Tabii ki bu dallarda Farsça ve Türkçe şiir dışında bir ilmi eser kaleme almamıştır ama literatürün içinde önemli eserleri okuduğu anlaşılmaktadır.

Haberin Devamı

İKİ KÜLTÜRÜN SAHİBİ

En önemli değişim İstanbul’un fethiyle Roma İmparatorluk coğrafyasının bir ölçüde yeniden kurulmasıdır. Osmanlının kontrolündeki bölümle devamlı temasta bulunulan İtalyan cumhuriyetleri sayesinde antik dönemin Akdeniz ticaret bütünlüğü yeniden kazanıldı.

Fatih Sultan Mehmed Han’ı tarif edecek en önemli cümle şu olmalıdır: “Doğu’nun ve Batı’nın efendisiydi ve iki kültürün de sahibiydi.

ALİ KOÇ VE PROTESTOSU

DÜZCE
Akçakoca ilçesinin müftüsü Şaban hoca, Cuma vaazında Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’u kastederek, “Selanik göçmelerinin yüzde 90’nı Sebateyisttir. İstanbul’da Gezi olayları sırasında otellerinde bunları barından da yine Yahudi’dir. Şu an bir şirketin ve takımın da başkanıdır” demiş. Şaban hoca efendinin Osmanlı coğrafyası ve tarihinden hiç haberi olmadığı açık. Böyle birinin endüstriyel bölgedeki önemli bir kasabada ifta (müftülük) görevine getirilmesini zûl addederiz.

Doğu’nun ve Batı’nın efendisi Fatih Sultan Mehmed

Haberin Devamı

Selanik koskoca bir imparatorluk vilayetimizdi. Bugün o topraklarda üç tane cumhuriyet kuruldu. Göç etmeden kalanlar hâlâ sıkıntı çekiyor, göç edip gelenler de bu memleketi şenlendiriyor. Sayın Diyanet İşleri Başkanı, Ahmet Hamdi Akseki gibi, hâlen hayatta olan iftihar ettiğimiz Sait Yazıcıoğlu gibi büyük âlimlerin oturduğu bir makamdasınız, öyle soruşturma falanla uğraşmayın, adamı derhal ifta makamından alıp pasif bir göreve getirmeniz lazım. Belki orada Osmanlı coğrafyasını ve Türk milletinin ne olduğunu öğrenir. Müftü, Gezi olaylarında sığınacak yer arayan insanlara kim olursa olsun kapıları açan Divan Oteli’ni kastediyor. Koç ailesi diğer otelcilere ve sermaye sahiplerine benzemez, en azından aile terbiyeleri vardır, gerekeni yapmışlardır. Ali Koç da merhametli bir çocuktur. Annesi ve babası onu öyle yetiştirmiştir.

Bazı kasabalardaki bilir bilmez Yahudi düşmanlığı artık sıkmaya başladı. En azından fetva makamında oturan ve hutbelere çıkanların bazı şeyleri bilmesi ve imtihandan geçmesi gerekir. Birileri kendi cemaatinin iğvasına sığınıyor ve saçmalıyor. Durduk yerde laf attığı kişi seçim kazanmış, koskoca bir futbol kulübünün başkanı. Yurttaşların arasında bu gibi gerginlikler çıkarmanın bir manası var mı? Lütfen asayişe dikkat edelim!

Haberin Devamı

MÜZELER VE DEPOLARI

BASINDA
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin depolarına giren eserler hakkında bakanlık açıklaması çıktı. Başından beri düşündüğümüz gibi İstanbul arkeoloji müzelerinin bütçenin ancak binde 1.5’ine (turizm birlikte binde 3’üne) tasarruf eden bakanlığın, İstanbul’un eski eserlerini koruma ve idare altında tutamayacağıdır. Kültür Bakanlığı’nın neredeyse iki neslin hayatı boyunca ciddi imtihanlar yapıp, uzmanlar almadığı açık. Hal böyle olunca Akdeniz dünyasının kazılar ve yeni çıkan eserler bakımından en gümrah (bereketli) ülkesinde ve onda da İstanbul bölgesinde daha iyi bir depolama yapamayacağı ortada. Depolama, eserleri üst üste yığmak değildir. Ciddi bir şekilde malzemenin envanterinin yapılması gerekir. Aksi takdirde, bunlar kaybolmaya, unutulmaya, ilim insanları ve hatta müze yetkililerinin gözünden kaçmaya mahkûmdur.

Doğu’nun ve Batı’nın efendisi Fatih Sultan Mehmed

YAPILMASI GEREKENLER ŞUNLAR

Akdeniz dünyasında bu konuda yetersiz kalan ülkeler var. Bunlardan birisi de Türkiye’dir. En yeterli çalışanı ise burada söyleyelim, İsrail’dir. Çünkü kazılar olduğu gibi kaydediliyor. Depolama ve envanter sistemlerinin düzelmesi gerekir.

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin nümizmatik koleksiyonunun sandıklara doldurulup Topkapı Müzesi’nin Darphane dediğimiz, Hünerverân binalarına yığılması hem de içeri girip çıkılamayacak kadar üst üste yığılması bir marifet değildir. Dediğime inanmayanlar bunu Sarayın Darphanesinde, Arkeoloji Müzesi’nin depo kısmında görebilirler. O bina, klasik mirasın ve hele hele Arkeoloji müzelerindeki zengin İslamî sikkelerin, Roma, Yunan ve eski Anadolu sikkelerinin saklanacağı bir yer değildir. Acilen imparatorluktan kalma Müze-i Hûmayün, yani bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin ayrı bir idare, çok kıymetli kütüphanesiyle birlikte bir külliye ve onun yanında da İstanbul’un uygun bir semtinde büyük bir arkeoloji müzesi ve depolarının bir arada yapılması şarttır. Bu işlem çok uzun zaman almaz. Türkiye gibi nelere bütçe ayrılan bir ülkede de çok fazla para götürmez. Tabii müzeleri yönetecek idarecilerin ve uzmanların çok ciddi imtihanlarla tespit edilmesi ve hizmet içi eğitim de verilmesi gerekmektedir.

TARİHİ ESERLERİ KORUYAMIYORUZ

Topkapı’nın Darphanesi çok uzun yıllar olur olmaz tahsislere uğradı, ihmal edildi. Buralarda ciddi bir müzenin kurulması mümkün değildir. Orası bir tamirat atölyesidir. Bunun için gerekli malzemenin saklanacağı, bazı idari birimlerin ve hâşâ yazma olmamak şartıyla müracaat kitaplarının bulunabileceği bir yer olabilir. Ama Arkeoloji Müzesi’nin gerçekten çok kıymetli ve iki asırlık basımları içeren klasik kütüphanesi bunun dışında kalır.

Eserleri korumakta çok yetkisiz ve aciziz. Nusretiye Camii’nin yanına dikilen acayip zevksiz binada İstanbul Resim Heykel Müzesi kuruldu. Bu müze Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı. Sayın rektörümüz 1984’ten önce 339 eserin yurtdışındaki büyükelçilik binalarına gönderildiğini, bazı devlet adamlarına hediye edildiğini, bunların kayıtlarının yapıldığını, dört eserin ise çalındığını(!), 37 eserin de kaybolduğunu söyledi(!!)? Şüphesiz ki sayın rektörün icraatından önceki yıllara ait bu rakamların onu bağlamayacağı açıktır. Ama ben size söyleyeyim, üniversitelerin bu zavallı bütçeleriyle bu gibi koleksiyonları koruması çok zordur. İkincisi, üniversiteler böyle koleksiyonlara sahip olacak ve inatla üstünde oturacak yetkiye sahip değildir. Böyle bir zamanda Türkiye’de hiçbir üniversiteye kıymetli eserlerin saklanması görevi verilemez. Tophane Meydanı’nın etrafını da klasik görünümden uzaklaştıracak bu gibi eserlerle müzecilik hizmeti verilmesi çok zordur ve göz bozar.

Yazarın Tüm Yazıları