Paylaş
1799’da Napoleon Bonaparte anayasal rejimin gereği ihtilalin sekizinci yılında birinci konsül olarak “Conseil d’Etat”ı (Devlet Şûrası’nı) kurdurdu. Tayin edilen yargıçlar yemin ettiler. İlk mecliste her şey gibi konuşmaları da zapta geçti. Bu şûranın iki görevi vardır, ilki devletin idari metinlerinin üzerinde çalışılıp düzeltilmesi ve geliştirilmesi. İki, idareyle vatandaşlar arasındaki nizayı halletmek için hükümlerin gözden geçirilmesi. Bütün eski devletlerde idarenin karar ve eylemi aslında bir gözden geçirme ve temyize tabidir fakat bunun düzenlenmesi ve yeni kurulan monarşinin yerini alan rejimin bir nevi denetim ve düzenlemesi, hukukçu kadrolara verilmiştir.
ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR, AMA...
Bugün Fransa’da en popüler kitaplar veya Larousse’un iki cildini bile ele alsanız içindeki Conseil d’Etat maddesi ve işlemleri uzun uzun incelenir ve selis bir Fransızcayla anlatılır. “Adalet mülkün temelidir” ama bu temellerine ne ilahlar ne de iyi saatte olsunlar berkitmez. Temel hukuki kurumlar, mahkeme ve Danıştay, hâkimler ve kanunlarla gerçekleşecektir.
16 YAŞINDA İNSAN SARRAFI
Osmanlı Tanzimatı yani reformu bu olaydan sonra çok gecikmiş sayılmaz. Sultan II. Mahmud kanun ve nizamların daha iyi hazırlanabilmesi ve tartışılması ve memurların denetlenmesi için Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’yi kurdu. 16.5 yaşında tahta çıkan halefi Sultan Abdülmecid yaşından beklenmeyecek bir insan sarrafıydı. Devlet adamlarının en iyilerini seçip değerlendirebilecek yetenekteydi. Mustafa Reşid Paşa’ya da, genç kazasker Ahmed Cevdet Efendi, ki derhal mülkiye silkine geçerek paşa oldu, Mehmed Emin Âli Paşa’ya da, Keçecizade Fuad Paşa’ya da, ünlü vali Midhat Paşa’ya da değerini verecek yapıdaydı. Tanzimat’ın büyüklerini ezmek ne kelime, içten bir saygı ve himaye gösterdi. Örnekleri çoktur. Bir müddet sonra bu Meclis’in içinden görevlerin ayrılması geldi. Bu Sultan Abdülaziz devrini beklemiştir. 1868’de devlet şûrası Midhat Paşa’nın riyasetinde, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye (Yargıtay) ise Ahmed Cevdet Paşa’nın riyasetinde birbirinden ayrıldı. Bütün o dönem boyunca birtakım nizamnameler, vilayet yönetimini düzenleyecek esaslar geniş kadro tarafından gerçekleştirilmiştir. Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’den sonra birçok işi birlikte yapan birisi Şam’ı, öbürü Tuna vilayetini düzenleyen devletlular birbirlerine düşman oldular.
FRANSA’YI GÖRMEDEN MÜKEMMEL FRANSIZCA
Kurumlar büyük adamları yaratır ve devlet memuruna ve devletlulara gereken önemi veremezse büyük işler başarılması çok zordur. Osmanlı Tanzimatı bir anlamda büyük bir devrin hayata girmesidir. O hayat Babıâli’deki vükeladan vilayetlerdeki valilere ve küçük memurlara kadar kendi insanını yetiştirdi. Ahmet Midhat Efendi, Midhat Paşa’nın maiyetinde Bağdat’ta hayata atıldı. Osmanlı arkeolojisinin ve müzeciliğinin babası Osman Hamdi için de bu gerçek geçerlidir. Osmanlı hariciyecisi tercüme kaleminde ve Babıâli’deki kalemlerde yetişti. Mehmed Emin Âli Paşa’nın kısa bir süre Viyana sefareti dışında dış görevi yoktur. Buna rağmen Fransızcasının mükemmelliği Lamartine’i bile yanıltmıştır; “Tabii Fransa’da okuduğu için Fransızcası pek mükemmeldi” diyordu. Oysa zavallı çocuğu sıbyan mektebinden sonra fakir ailesinin okutacak hali yoktu. Kaleme çırak oldu. Osmanlıcayı da Fransızcayı da en âlâsından orada öğrendi. Fransa’yı görmek hiç nasip olmadı.
EN ÖNEMLİ TEMYİZ MAKAMI PADİŞAHTI
Osmanlı “Şûrâ-yı Devleti” hem ananeye, hem Fransız modeline uygundur. İdarenin hükümlerini gözden geçiriyordu. Temyiz âdeti Osmanlı idaresinde öteden beri vardır. Divan-ı Hümayun klasik eski devirde de cuma günleri ikindide, namazdan sonra toplanır ve “temyiz divanı” diye bilinirdi. Buralarda eyaletlerdeki beylerbeyinin karar ve eylemi gözden geçirilir, kadıların hükümleri ise burada temyiz edilmez, lakin aleyhteki şikâyetler müfettişler vasıtasıyla değerlendirilir ve gereken yapılırdı. En önemli temyiz makamı padişahtır. Selamlık töreni sırasında padişaha takdim edilen dilekçelerde şikâyetler her etnik grubun kendi diliyle ifade edilir. 19. asır Bulgar dilekçelerinde imparatorluktan “Türkiye”, padişahtan “Çar babamız” diye bahsettiklerini biliyorum.
MÜDAHALE ÖLÇÜLÜ ÜSLUPLA YAPILMALI
Şüphesiz ki Şûrâ-yı Devlet Tanzimat dairesinde, mülkiye dairesinde, idari uyuşmazlıklara bakar, ki çalışanların biyografileri gözden geçirildi, çok değerli hukuk adamları göze çarpıyor. Hatta büyük bir vali olduğu şüphe götürmez Midhat Paşa’nın Şûrâ-yı Devlet’te esaslı bir hukukçu kişiliği sergilediği söylenebilir mi bilmiyoruz ama o kurumun personeli için takdirkâr olmamak elden gelmiyor.
Bunca çalkantılara rağmen yüksek yargı kurumlarımızın devletin temeli olduğu, müdahalelerin ölçülü bir üslupla yapılması gerektiği açıktır. Üslup semavi bir alevdir, toplumları hem yakar, hem de irfan ışığı rolünü oynayabilir. Kullanana bağlıdır. Her hukuk fakültesi mezunu hukukçu değildir, her iktisat fakültesi mezununun iktisat dehası olmayacağı gibi.
MİRASI SARSMADAN SAYGI GÖSTERİLMELİ
Türkiye Cumhuriyeti de, Osmanlı İmparatorluğu da Türklerin devletidir. Onun tarihi mirası el’an devam ediyor. Bu mirası sarsmamak ancak yönetilenlerin ve yönetenlerin bazı kurumlara saygı göstermesiyle mümkün olur.
UĞURSUZ ANLAŞMANIN 100. YILI
31 Ekim 1918’de bugünkü Ege adalarından Limni’nin Mondros Limanı’nda menhus mütareke imzalandı. Ağır hükümler taşıyordu. Britanya İmparatorluğu hiçbir zaman yaşamadığı dört yılık bir savaşla yıpranmıştı. Buna “Pirus Zaferi” diyoruz, Roma karşısında galip gelse de yenilecek kadar dökülen Makedonya Kralı Pirus’a izafeten kullanılır. Üstelik galipler Mondros Mütarekesi’ni de aşırı derecede ihlal etmeyi görev bildiler. Bu konuda diğer mağlup devletlere ve Almanya’ya bile bu kadar katı davranmamışlardır.
MUDANYA’DAN GELDİM
Dahası var: Lozan görüşmelerinin birinci safhasında kapitülasyonlar için çıkan çatışma sırasında Britanya Heyet Başkanı Lord Curzon, İsmet Paşa’ya Mondros hükümlerinden bahsedince Paşa’nın cevabı haklı olarak şöyle oldu: “Ben buraya Mudanya’dan geldim”. Mondros’un kendinden çok uygulaması Milli Mücadele’yi hızlandırdı. 1914 Ekim sonunda girdiğimiz savaştan dört yıl geçince yine bir ekim sonunda bu meşum mütarekeyle barışa geçmemiz umuluyordu, geçilemedi. 100. yılında Mondros hükümlerinin hâlâ bir değerlendirilmesinin yapılması gerekir.
İSTİSNAİ BİR ÇALIŞMA
Merhum profesör hocamız Tayyib Gökbilgin’in “Milli Mücadele Başlarken-Mondros Mütarekesi’nden Büyük Millet Meclisi’nin Açılmasına” adlı eseri bu günlerdeki olayları, vesikaları toplayan istisnai bir çalışmadır. Onun gibi klasik devir tarihçisinin yazı hayatı için de istisnadır ve bir mütarekenin anatomisini çizmek bakımından da dikkate alınması gerekir. Hem o günlere şahitlik etmesi, hem de yazarının yaklaşımları itibariyle dönemi anlatan en iyi kaynaklar arasında gösterilmeyi hak ediyor ve bugünlerde mutlaka okunması gerekiyor.
Paylaş