Çok bilinmeyenli bir denklem olarak: Lübnan

İşin içine kültürel duvarlar girdiğinde kavgaya bahane bulmak kolay. Lübnanlılar da bulmuş. Bir otoyolu bile inatlaşarak inşa ediyorlar. Bu güzel ülke nasıl çözecek bu problemi?

Haberin Devamı

1967’de Lübnan’ı ilk defa gördüm; bahardı. Hıristiyan ve Müslüman gerilimi hissediliyordu. Ülkedeki Sünni Müslümanların lideri Müfti, Kahire’yi ziyaret etmiş ve dönmüştü; Müslüman mahallesinde her yerde Müfti ile Nasır’ın resimleri asılıydı ama hayat sakindi. Müslüman mahallesindeki yoksulluk doğrusu 1960’ların Türkiye’si ile mukayese edildiğinde şikâyet edilecek gibi görülmüyordu ama Marunilerin ve Ortodoksların zenginliği ve eğitimli yaşamı kendini en cafcaflı şekliyle teşhir ediyordu. Bir ülkede servet farkı kendini tüketim patlamasıyla gösterirse durum iç açıcı değildir. Nitekim bizim ziyaretimizin tekrarlandığı sonraki yıllarda açıkça gözlendi ki, ülkedeki Filistinli mülteciler uyumsuzluğu isyana çevirdiler.

 

Haberin Devamı

YOL YAPMAK BİLE MESELE

 

Lübnan’ın adaletsizliğe kayan demokrasisi, kendisini mezhepler çatışması halinde ortaya koydu. Ülkede yabancı bir unsur olan Filistinliler iç harbin başlamasını hızlandırdılar. Görünüşte herkes Arap’tı ama Arapların arasında sırf mezhep ve din farkı değil, asıl geçim farkı vardı. Yeterince üretemeyen geniş bir kitle ile -ki bunların hepsi Müslümanlardı- o kıt üretimi örgütleyip pazarlamayı ve aşırı kâr elde edip cebini doldurmayı iş edinen kitle arasında kavga bitmez gibi görünüyordu. Bu bazılarının anladığı basit bir sınıf kavgası değildi, işin içine kültürel duvarlar girmişti. Lübnan’ın Hıristiyanları “Biz Arap değiliz, Fenikeliyiz” derler; haklıdırlar. Öbürkülerin de ne kadar Arap olduğu sorgulanabilir. Sorun Arap medeniyetini ortaklaştıracak bir bilinç olmamasından kaynaklanıyordu zaten. Oysa ki Lübnan’ın Hıristiyan Arap aydınları kadar Arap medeniyetini ve İslam uygarlığını ustalıkla yorumlayanlar az bulunur. Ama işte kavgacı bahane aramasın; bulur!

 

Korkunç savaş durdu; ama külleri sıcak gibi görünüyor. Lübnan’ı kendi kaynaklarıyla inşa etmeye kalkan Harirî, suikastla ortadan kaldırıldı, taraftarları halen adalet arıyor. Adalet biraz ötedeki Şii mahallesinde; “Canileri yakalayın da görelim” diyor Lübnan Başbakanı. Lübnan ordusunun 42 bin kişi, Şii militanlarınsa en az 40 bin kişi olduğu söyleniyor.

 

Haberin Devamı

Beyrut ve Sayda (Sidon) arasında seyahat ediyoruz, ev sahibim Yunus Emre Enstitüsü’nün müdürü Cengiz Eroğlu, Kerkük Türklerinden, eğitimi itibarıyla Arap dünyasını kolay izleyebiliyor. “Lübnan’da altyapı yatırımı yapmak çok zor; mali imkânsızlıktan değil, başka sebeplerden; mesela bu iki şehrin arasındaki otoyolun büyük kısmı Şiilerin mıntıkasından geçeceği için ‘Lübnan ordusu bizi kolayca biçmeyi mi tasarlıyor’ sedalarıyla inşaat durduruldu ve ancak büyük kısmının yeraltından geçirilmesi koşuluyla devam edebildi.” Yetmemiş, yeraltından geçen otoyolun tepesine de savunma kuleleri ve tel örgüler çekilmiş.

 

Çok bilinmeyenli bir denklem olarak: Lübnan
İlber Ortaylı, Yunus Emre Enstitüsü’nün müdürü Cengiz Eroğlu ile Beyrut ve Sayda sokaklarını dolaştı.  

 

Haberin Devamı

TÜRKİYE’YE SEMPATİ BÜYÜK

 

Ulaştığımız Sayda, dünyanın en nefis geleneksel şehirlerinden. Cuma günü tatil, çünkü Müslümanlar yaşıyor; ama Cebel’de ve Beyrut’ta tatil yok. Kuzeyde Trablusşam’a (Tripolis) çıkarsanız yine tatil var. Trablusşam sükûnet içinde ama Lübnan’a ve Lübnanlılığa yabancılaşma ecnebilerin bile gözüne çarpacak kadar güçlü.

 

Türkiye’ye büyük sempati var ve tabii Beyrut yönetimine zıt davranışın bir tezahürü de Türkiye’deki hükümeti desteklemek. Sayda’da Sultan Abdülhamid dönemi galiba eskisinden daha fazla canlandırılarak yaşıyor. O dönemden kalan binaların restorasyonu kadar, II. Abdülhamid’in ismi de bir nevi restorasyon geçiriyor. Sokaktaki insanda bile bu hava hâkim. Cengiz Bey bana TİKA’nın restore ettiği Mevlevihane’yi gösterdi. Trablusşam Mevlevihanesi hem sanat tarihimiz hem de tarikatların tarihi bakımından çok önemli. TİKA Koordinatörü İbrahim Bey ile dergâhın konumu üzerine konuşuyoruz; tabii ortada 17 ve 18’inci yüzyıllara göre büyük bir talihsizlik var; şehir iskân ve inşaat patlamasına maruz kalmış. Dergâhın sırtını dayadığı yüksek tepede, tepenin boyu yetmiyormuş gibi, tepenin yüksekliği kadar bir bina daha yükseliyor.

 

Haberin Devamı

AYRILMAK İSTİYORLAR

 

Trablusşam-Beyrut arasında Hıristiyanların yoğun yaşadığı bir mıntıka var. Kıyıdaki Cünye limanı bu bölgenin başkenti; zaten Osmanlı devrinde de Lübnan’ın asıl limanı Beyrut’tan evvel burasıydı. Şehir pahalı butiklerin ve restoranların dünyası. Dünyanın en şık kadınları, her milletin mankenleri burada. Dağlık mıntıkayı sevmeyen Sünniler ve Şiilerin aksine, Lübnan’ın Hıristiyan halkı Lübnan dağlarının serinliğini ve diriltici iksirini çok erkenden keşfetmiştir. Bütün Arap Ortadoğusunda karlı dağ sadece Lübnan’da vardır ve ülkenin adındaki Beyaz (Leban) da bundan ileri gelir.

 

Bir sır değil; Lübnan’ın Hıristiyan halkı, Cünye merkez olmak üzere ayrılmak istiyor. Nüfusları 1 milyonun çok üstünde. Lübnan’da nüfus sayımlarının çok üstün tekniklerle yapıldığına hiç şüphe yok lakin bunlar resmiyet kazanan, aleni sayımlar değil. Lübnan’ın etnik kompartımanları ortak bir alerjiyle aleni ve resmi bir nüfus sayımına ne teşebbüs ediyor ne de yapan olsa kabul ederler. Dağlardan akan suları elektrik enerjisine çevirmek bile mezhepler arasında çekişme konusu oluyor ve sular akıyor, ahali de iç geçirerek bakıyor. 

 

Haberin Devamı

DÜRZİLER DE YANLARINDA

 

Hıristiyanların Cebel’de yalnız olduğunu da zannetmeyelim, yanlarında Dürziler var. Cenaze törenlerine varıncaya kadar bence Ortadoğu’nun en zarif ritüellerine sahip bir halk. Mizahları kuvvetli, kadınları zarif ve kendilerine özgüvenleri tam. Zaten Dürziler görünüşte Sünni fıkhını uyguluyor ama uygulamadıkları ve şiddetle reddettikleri tek yanı çok evlilik. Cemaatin dini reisleri (ukkal) içinde kadın üyeler de var. Anlayacağınız, Yüksek Mahkeme’ye kadın üye seçiminden evvel Dürziler bu sorunu çözümlemiş. Sayıları birkaç yüz bin deniliyor ve Hıristiyanlarla araları hiçbir zaman iyi değildi; halen de değil.

 

İşte size içinden çıkılmaz, çok bilinmeyenli bir denklem; kim çözecek bunu? Ancak insanlar topluca bir araya gelip çözebilir.

 

İLBER HOCA ÖNERİYOR: MISIR ŞURUBU KULLANMADAN OLUYORMUŞ

 

TÜRKİYE gıda sanayii ve tarımdaki ürünler maalesef uyarıcı hormonlara dayanan, gıda ürünlerini muhafaza için uzmanların tasvip etmedikleri etkin kimyasal maddelere sığınan, daha da beteri çikolata ve tatlı ürünlerde şekere değil glikoza dayanan bir üretim yapısına ulaştı. Bunda Amerikan gıda ve kimya sanayiinin etkisi büyük. Geçen hafta, Pelit Pastaneleri’nin fabrikasını gezdim. Beni kapıda karşılayan tatlıcı ustaların arasında patronun kendisi, Selahattin Ayan yer alıyordu. İşiyle bütünleşen usta ve patron başarılı oluyor. Kimse sermayeyi dışarı aktarmayı düşünmüyor ve mısır şurubu da kullanılmıyor. Demek ki böyle ucuzluklara sapmadan da çikolata ve şekerleme sanayi geliştirilebiliyormuş.

Yazarın Tüm Yazıları