Paylaş
1530 yılı aralık ayının son haftasında dünya tarihinin ve edebiyatının ünlü simalarından ve mutlaka döneminin hayranlıkla izlenen mareşallerinden biri olan Muhammed Zahîrüddîn Babür Şah, Agra’da öldü. Bir müddet için mezarı orada muhafaza edildi ve birkaç yıl sonra kendisinin Orta Asya’daki topraklarına kattığı Afganistan’da, Kabil’e nakledildi. Torunlarından Şah Cihan, 1646 yılında Babür Bahçeleri olarak bilinen yerde Babür Şah için muhteşem bir türbe inşa ettirdi.
Hiç şüphesiz ki bugünkü Afganistan’da Türk varlığının önemli bir temsilcisidir. O ve kendinden sonra Hüseyin Baykara devrinde Kabil ve Herat, Orta Asya edebiyatı ve medeniyetinin son merkezlerinden sayılır. Ama işin ilginç yanı, Babür sayesinde İran medeniyeti de yeni safhalara girdi ve Hindistan’da Fars dili ve kültürü mimariden musikiye, edebiyata kadar yeni bir safahatın, akışın içine girmiştir. Adeta Ahamanişler devrinden sonra İran kültürünün de yayılmasında rolü olanlardandır.
12 YAŞINDA TAHTA ÇIKTI
Babür, 1483’te doğdu. Babası öldüğünde 12 yaşında tahta çıkmak zorundaydı. Timur’un bu torun çocuğunun oturduğu taht, bir iğneli minderdi. Fergana’yı ve yurdunu özleyen bu şair hükümdar, Semerkant’ı iki kere ele geçirdi. İkisinde de kuzeyden gelen Özbeklerin bilhassa Muhammed Şeybanî Han’ın tazyik ve tertipleriyle şehir dışında kaldı. Bu nedenle Fergana’daki hâkimiyeti öncesi saltanatının en uzun dönemini Afganistan’da geçirmiştir.
İNANILMAZ BİR ZAFER
Hindistan’da daha önce Türk devleti vardı ve Gazneli Mahmud bu ülkeye Asya’dan girmişti. Babür, 1521 ve 1522’den itibaren Hayber Geçidi’ni geçerek bugünkü Hindistan topraklarına adım attı ama asıl hâkimiyeti İbrahim Ludî Han’ı, Hindistan’ın bu en kuvvetli racasını Panişad Muharebesi’nde yendikten sonra ünlü Hind devletini kurmasıdır (1522 Mayıs). 1000’i aşkın fil ve 100.000 kişilik muazzam ordu karşısında, 10.000’i ancak geçen askeriyle inanılmaz bir zafer kazandı. En azından kendi askerleri kadar iyi savaşan İbrahim Ludî’nin ordusunda da kendisininki gibi askerler vardı ve aynı unsurlar bulunuyordu. Zaferini sağlayan nedir?
Babür, Hindistan tarihinde konvansiyonel silahları kullanan ilk hükümdardır. Ordusundaki toplar hiç şüphesiz ki Fatih’ten sonra başlayan Osmanlı silah savunması, hele Yavuz Selim Han’ın toplarıyla mukayese edilecek gibi değildi ama Mustafa Rumî adlı Osmanlı topçu Komutanın yardımı ve komutası vardı. Asıl ilginci, tıpkı 15. yüzyıldaki Osmanlı ordusu gibi arabalarla topları naklederek orduları yenmişti.
KISA AMA MUHTEŞEM
Babür’ün kısa süren ama muhteşem Hindistan İmparatorluğu, bu ülkeye en azından bir görünüm kazandırmıştır. Bugün Türk dilinden ve unsurundan Hindistan’da birkaç fakir köy dışında kalan bir şey yok ancak bütün Kuzey Hindistan’daki şehirler, Delhi’deki Kızıl Kale gibi hamamından, medresesinden çarşısına kadar Orta Asya tipi mimari, bu alt kıtanın tarihindeki kendi özelliklerine sahip Fars edebiyatı, bu devirle başlamıştır. Maalesef Timur’un kendisini Cengiz Han’ın damadı olarak tanıtması gibi bir siyasi formül Timurlular tarafından muhafaza edildi. Bu nedenledir ki Hind halkının bunlara Mughal demesi yayıldı. Sorun, sonraki İngiliz kolonyal idarenin Türk devrine Mughal adını takmasından değil severek kullanmasındandır.
Bugün hiç şüphesiz ki Hind uzmanı Batılılar (hiç de küçümsenmeyecek kadar güçlü bir uzman grubudur) ve artık bazı Hindliler, Türk ismini kullanmaya başladı. Mesela Mansura Haidar’ın “Indo-Turkish Architecture” adlı İngilizce albümü (ki bu muhteşem araştırmanın basımında Halil Akıncı zamanında Türkiye Büyükelçiliği’nin de payı olmuştur) gibi eserler çıkmaya başladı.
Hind kıtasının görünümünde Babürlüler devrinin eserleri önde geliyor. Humayun ve Ekber gibi ilginç filozof imparatorlar vardır; Hind mistisizmi ile İslam tasavvurunu birleştirmeye çalışanlar. Her şeye rağmen Müslüman nüfusu en kalabalık iki ülkeden biri bugünkü Hindistan’dır. Pakistan ve Bengal de kıtanın bu devrinin eseridir.
Babür; Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, VIII. Henry ve Şarlken hükümdarların devrinde Doğu’daki bir yıldızdı. Onun zamanında Delhi, Agra; tıpkı Isfahan, Tebriz ve İstanbul ile Batı’da bile bulunmayacak parlaklığa erişmiştir. Şair bir hükümdardı. “Divan”ı Hindistan’da Türk edebiyatının önemli şiir kaynağıdır ama asıl önemlisi kendi hatıralarıdır. Üniversitemizin unutulmaz bilgini Reşit Rahmeti Arat tarafından “Vekay-i Babür” başlığıyla tercüme ve şerh edilmiş iki cilt halinde yayımlandı. Çağatay edebiyatının bir incisidir.
Bazı sanrıların aksine, kendisine pek bir parlaklık atfedilemeyen II. Beyazid’in Çağatay dili ve edebiyatını iyi tanıdığı açıktır. Herhalde onun bu ilgisini çekecek bir edebi muhit, Babür’ün zamanında ve sonrasında inkişaf etmiştir. Hatıratı için, onu İngilizceye çeviren William Beveridge ve Fernand Grenard gibi üzerine eser kaleme alan yazarlar methiyeler düzüyorlar. “Yaşadığını ve kendi portresini bu kadar ustalıkla çizen bir yazar az bulunur” demektedirler.
BABÜR DEVRİNİ İNCELEMELİYİZ
500 yıl önce Hind’e giren bu hükümdarın, değerli yazar, şair ve komutanın sekiz yıl sonra ölümünün 500. yılı anılacak. Türkiye’de bu konuda araştırmalar başladı. Bizim için artık uzaksa da çok uzak bir saha değil. Yeni nesiller ilgi duymaya başladı. Hindistan tarihinin bu safhasına Hindoloji’nin ilgili bölümlerini etüt ederek girmemiz gerekiyor. Büyük Atatürk’ün Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Hindoloji’yi kuruş nedenlerinden biridir. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde o zaman Walter Ruben gibi büyük bir Hindolog tarafından temsil ediliyordu. Bugün Urdu dili tetkikleri de var. Bütün bu malzemeyi Babür devrini yeniden incelemek için değerlendirmeliyiz. Büyük bir hükümdardır. Asya’nın yıldızıdır. Yaptığı savaşlar itibarıyla önemli bir mareşaldir.
BENSİYON PİNTO
BENSİYON Pinto, uzun yıllar Türk Yahudi Cemaati’nin başkanlığını yaptı. Bu, konsey laikin başkanlığı demektir. 1954 yılından beri Türk Yahudi Cemaati içinde çok aktifti, spor hayatında da idareci olarak yeri vardır. En önemli nokta ise Türk Yahudiliğinin muhtar karakterini, Türkiye yurttaşlığını ve Türk vatanseverliğini dikkatle ve kuvvetle belirtmesidir. Bu tarafıyla da tanınmıştır ve temayüz etmiştir.
Cemaatin çok zor günlerinde (ki iki tane sinagog baskını içerir) soğukkanlı davranmayı bilmiş, ortalığı yatıştırmıştır. “Anlatmasam Olmazdı” adlı kitabında ise samimi olarak bir Türk Yahudisinin hayatında yaşadığı sıkıntıları ama bunun yanında da bu vatanı samimi olarak sevmesinin portresini çizmiştir. Bugün İsrail’de de Türkiye’ye en bağlı kalanlar gene Türk Yahudi Cemaati’dir.
Uzun yaşamında bir İstanbul beyefendisi olarak herkes ile ilişkilerini en şahsiyetli ve en saygılı biçimde yürüttü. Şüphesiz ki şehrimizin özlenecek, samimi, mizaç yönü güçlü simalarındandır.
KAZAKİSTAN
ORTA Asya ve Babür’ün mirası hâlâ gündemdedir. Kazakistan’daki son ayaklanma ve olay artık açıkça anlaşılıyor ki halkın çektiği iktisadi sıkıntılar dışında tıpkı bir Rus matriyoşkası gibi iç içe karıştırıcı unsurların sayısının çoğalmasıdır. İşin içinde Amerika ve müttefiklerinin olduğu açık. Çin’e karşı gösteri yapıyorlar. Ukrayna sorunu etrafında Rusya ile çatışma var. Rusya ise, Kazakistan’daki kendi etnik nüfusunu korumak istiyor; tabii nüfuzunu da. Bu dünyada Orta Asya’ya el atan daha başka karıştırıcı unsurlar da vardır.
Bir şey çok açık. Babür devrini de tetkik edeceğiz, Timur Han devrini çok iyi bilmeliyiz. Rusya tarihinin bu az bilinen, az tetkik edilen safhasını da tanımalı ve İran tarihi ile birlikte bakmalıyız. Orta Asya anlaşılmayacak bir şey, yer değil. Koridorun yan odaları var ama başladığımız yoldan gitmeliyiz. Gençlerin artık bu kıtaya ilgisi var ve biz burayı etüt etmek, bilmek zorundayız çünkü bu olayların dışında kalma lüksümüz yok. Gelecek yazılarda bu konuya döneceğiz.
Paylaş