Paylaş
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Cihan Harbi sonunda Arabistan cephesindeki çöküşünü biraz da abartarak Thomas Edward Lawrence olayına bağlarız. Aslında imparatorluk ordularının en önemli kısmı tam dört yıl boyu, sağ ve sol kolda Irak ve Suriye-Filistin cephesinde ve onlardan evvel de Süveyş’te Britanya ordularıyla savaşmıştır. Britanya hiçbir zaman bu kadar uzun bir savaş yapmadı. Ondan sonra da Kafkasya’da karşı karşıya geldik. Harbin son safhasında İngiltere, Kafkasya’da gayet yüzeysel bir savaşı tercih etmiştir.
OXFORD’DAN MEZUN OLDU
Burada ismi geçen Thomas Edward Lawrence kim? İrlandalı bir toprak sahibiyle ailedeki mürebbiyenin çocuğu. Baba eşinden boşanamadığı için Thomas Edward Lawrence evlilik dışı olarak doğdu. Victoria Devri denen 19’uncu yüzyıl dönemecindeki İngiltere skandallar yönünden herhangi bir yerden daha farklı değildi. Ama son derece kurallara bağlıydılar. Bu gibi evliliklerde fatura kadına ve doğan çocuğa patlardı. Babasının gösterdiği dikkat nedeniyle iyi okullarda okudu, Oxford’dan mezun oldu, en iyi hocalardan arkeolojik ve filolojik donanımı elde etti. Bugünkü sınırlarımızda kalan Karkamış’ta, Kuzey Suriye’de muhtelif kazılarda çalıştı. Bilgisi ciddiydi. Kendi gibi entelijans servise giren maceracı ve iddialı Gertrude Bell’in arkeolojik bilgisiyle alay edecek kadar...
BEYAZPERDEYE KONU OLDU
Thomas Edward Lawrence’ın hayatı David Lean yönetmenliğinde filme alınmış, 1963’teki Akademi Ödülleri’nde 10 kategoride aday gösterilmiş, 7 dalda ödül almıştı. Daha önce pek tanınmayan Peter O’Toole, filmde oynadığı başarılı başrolün ardından dünya çapında tanınan bir aktör haline gelmişti.
MODERN ARAP MİLLİYETÇİSİ
Arapçasının düzgünlüğü hatta yer yer zenginliğiyle çölün şeyhlerinden en başta Faysal’ı büyüledi. Faysal tabii ki Arap milliyetçisi değildi. Monarşiye de ne kadar bağlı olduğu tartışılır. Lawrence, Arapların bütün Doğu dünyasının aksine İslami dönemlerine hayran olmaktan çok çöl medeniyetine ve Arabistan’ı bağladığı eski Sami uygarlıklara hayrandı. Lawrence modern bir Arap milliyetçisi oldu. Zannetti ki İngiltere’yi de bu konuda ikna eder ve Araplara bağımsızlık verilebilir. Tabii ki İngiliz istihbaratı onu kullandı. Görevi de zaten oradaydı. 25 yaşındaki bir askerin, bu görevini istihbarat servisinde yapması normaldi, bütün filologlar ve bilgili coğrafyacılar askerliklerini böyle yapıyorlardı. Ama o çok iddialıydı.
MOTOSİKLET KAZASINDA ÖLDÜ
Kendisine düşünceleri doğrultusunda vaatlerde bulunan ve parlak ufuklar çizen Ortadoğu ve Mısır’daki İngiliz yetkililerin merkezde fazla sözü geçmezdi. Mütarekeden itibaren Lawrence boş ve bol konuşan, bir müddet sonra da tehlikeli şeyler ortaya atan ve rahatsız eden bir figür haline geldi. 19 Mayıs 1935’te yani bundan 85 yıl evvel bir motosiklet kazasıyla genç yaşta öldü. Bu kaza Lawrence’ın beceriksizliğinden mi yoksa entelijans servisin başvurduğu motor ve otomobil kazalarından mı ileri geliyor? Tartışmak gerekir...
KENDİ TOPLUMUNA YABANCI
Arabistan ideali pratik ve faydacı bir çözüme gitti, daha doğrusu çözümsüzlüğe... 30 sene sonra ortaya İsrail çıktı, Arap dünyası Fransızlar ve Britanyalılar arasında bölünmüştü, kendi aralarında da bölünmeye devam ettiler. Lawrence’ın “Bilgeliğin Yedi Sütunu” (Seven Pillars of Wisdom) onun tahayyül ettiği modern Arap dünyasına ışık tutar ve Araplar üzerindeki yaklaşımları, gözlemleri bugün için dahi yer yer kıymet ifade eder. Fakat bütün hayalperestler gibi müthiş bir çıkmaz ve abartma da görülüyor. Bir Batılının, Doğu dünyasına bakışı açısından çok ilginç olduğu gibi aynı zamanda istisnaidir. Arminius Vambery’nin Türklere bakışı gibidir. Ama birincisi siyaset yapmadı. Belki siyasete karışsa Britanya’ya daha akıllı fikirler verebilirdi. Lawrence kendi toplumuna yabancılaşmış, genç bir entelektüel kuşağı temsil ediyor.
ŞARK’LA SINIRLI DEĞİLDİ
Onun Türkler hakkında fikirleri fazla önemli değildir. Savaştığı cephe üzerindeki yorumlarıdır. Akabe’de bir baskın yaptı. Şam’da da ilerleyen kuvvetlerin yanındaydı. Bu arada askeri hastanede yaralı Türk askerlerinin katliamı gibi bir feci manzaradan pek rahatsız olmadığını belirtmek gerekir. Entelektüel tarafı Şark’la sınırlı değildi. Onun İlyada ve Odysseia çevirileri İngiltere’de hâlâ klasik eğitimde kullanılır. İlginç bir imparatorluğun ilginç adamlarındandır. Suçlamak yetmez. İlgilendiğiniz ulus ve coğrafyayı o derece de iyi öğrenmek gerekir. Cihan Harbi’nde Türkler bunu kısmen yaptı. Teşkilat-ı Mahsusa başarılı bir başlangıçtır.
ESARET HATIRALARI
Türk İmparatorluğu Birinci Cihan Harbi’ne yoğunlukla katılan bir müttefikti. Almanya Batı cephesindeydi. Avusturya-Macaristan, Rusya’ya karşı etkin bir savaş götüremediği için hem Almanların desteğini alıyordu hem de Enver Paşa seçkin bir Türk kolordusunu Galiçya’ya gönderdi. Doğu cephesinde ise Britanya İmparatorluğu ile karada tamamen Türkler savaşı götürüyordu.
Zaman geçti. Umumi Harp’teki harekât üzerine büyük komutanların hatıratından başka hiçbir anı yoktu. Yayın hayatı keşifçi ve izleyici değildir. Bir müddet sonra (1970’lerden sonra) Galiçya’da, Kafkasya’da, Bakü’de, Filistin cephesinde, Süveyş’te savaşan subayların ve astsubayların hatıratı çıkmaya başladı. Tek etraflı ve ilginç bir yedek subay hatıratı rahmetli Şevket Süreyya Aydemir’indi: “Suyu Arayan Adam”. Sayı sonraları birden artmıştı. Hatta bunlara çavuşlar bile katıldı. Bu hatıraları okuduğunuz zaman kesin bir sonucu görürsünüz: Türkler Ortadoğu milletleri içinde istinası bir yer edindiler. 10 seneye yakın süren harp Türk halkına büyük çile çektirmiştir ama bu sayede tarihin akıntılarına, zamanın girdabına karşı daha dayanıklı bir toplum ortaya çıkmıştır.
ASKERİ DOKTORUN GÖRDÜKLERİ
Bundan bir müddet evvel Tarihçi Kitabevi’nin çıkardığı, Dr. Yusuf İzzetin Bey’in anıları “Sibirya Esir Kamplarında Yedi Yıl-Sarıkamış’tan Vladivostok’a Dr. Yusuf İzzettin Bey’in Anıları” adıyla dostumuz Prof. Dr. Bingür Sönmez hoca tarafından yayıma hazırlanmış. İçindeki çarpıcı bilgiler, tarafsız gözlemler her şeye rağmen sürgünlere gittikleri Ruslar hakkında objektif yargılamalar adeta Şevket Süreyya Bey’inkini tasdik ediyor. Hatta içeride bilgili bir askeri doktorun musiki ve tiyatro üzerine Sibirya’daki esir kamplarında gördüklerini değerlendirmesi var. Macarlar, Avusturyalılarla aynı ve komşu kamplardaydılar. Burada Sibirya’daki halklar ve Türk-Müslümanların içtimai ve kültürel yapıları hakkında da ilginç gözlemler var. Okuduğumuz zaman bambaşka bir zevk alınıyor. Diğer tarafta hazin bir kitap, korona günlerinde sağlam sinir de lazım.
Yine Okuyan Us Yayınları’nın yayımladığı Vasfi Şensözen’in birkaç yıl evvel çıkan “Birinci Dünya Savaşı Yılları ve Kafkas Cephesi Anıları”, savaşın Doğu cephesinde kalan İran ve Rusya tarafına geçmeyen bir yedek subayın anılarıdır. Yine Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Paşam Nereye Kadar Çekileceğiz?-Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi Hatıraları”, “Savaşın ve Esaretin Günlüğü–Irak Cephesi’nden Burma’ya” ve “Çanakkale’den Bağdat’a, Esaretten Kurtuluş Savaşı’na-Cephede Sekiz Yıl Sekiz Ay (1914-1923)” bu konulara ilgisi olanlar tarafından mutlaka okunması gereken eserler...
Savaş anılarını değerlendirmeden Birinci Cihan Harbi’ni anlamak mümkün değildir, hele yazmak çok güçtür. Karşı taraflarındakilerin de anılarının da okunması ve çevrilmesi gerekir.
Paylaş