Paylaş
Almanya, Avrupa dünyasında sayı itibarıyla en çok tercüme yapılan memlekettir. Üstelik Almanca konuşulan alana (Kulturkreis) Avusturya ve İsviçre de dahildir. Yakın mazide Doğu Almanya da ayrı bir çeşnide ve hiç küçümsenmeyecek alanda üretim yapardı. Bilhassa tercümelerin yanında lügatler ve muhtelif daldaki ansiklopediler, Avrupa kültürü dediğimiz alanda Alman dilinin üstünlüğünü taşırdı. Zaman, her şeyi değiştiriyor, değişimler müspet olduğu gibi olumsuz aşınmalar da meydana geliyor. Demokratik Almanya’nın ortadan kalkışıyla hiç şüphesiz buradaki insanların iktisadi vaziyeti ve açık toplumlara girişleri açısından bir ilerleme, ama aynı zamanda da kültürel renk yönünden bir tahribat söz konusu oldu.
AKADEMİK KADROLAR TASFİYE EDİLDİ
Doğu Almanya’daki akademik kadroların bir kısmı gereklilik olmadığı halde, açıkçası bir hunharlıkla ortadan kalktı. Leibniz Cemiyeti diye kurulan sivil toplum örgütü mağdur durumdaki bilginlerin kuruluşudur. Bunların hepsi iddia edildiği gibi Marksizm ve Leninizm tetkikleriyle geçinen insanlar değildi. İçlerinde Johannes Irmscher gibi fevkalade müstesna Bizantinistler, Burchard Brentjes gibi yakınçağ tetkikçileri de vardı. Teknik bakımdan faydalı baskılar yapan, Batı’ya da iş yapan matbaalar da kapatıldı. Üniversitelerdeki kürsü arşivlerinin bazılarının yok edildiğinden ve lüzumsuz bulunduğundan söz edenler var. Aynı şekilde Berliner Ensemble’deki Bertolt Brecht Arşivi’nin de ortadan kaldırıldığı söyleniyor.
Açık konuşayım: Doğu Bloku’nda kalan Türk ülkelerinin ilim adamlarına karşı Türkiye’de sağ veya sol çevreler her alanda çok sıcak davrandılar. Meselenin bu tarafı bizde müspet ve değişik.
MODERN TARİHE SALDIRIYORLAR
Yeni Almanya’nın lüzumsuz bir saldırganlığı var; o da modern tarihimiz konusunda. Mesela halka yönelik çıkan Taschen-Lexikon’da (ki 10 ciltlik geniş bir yayın) 10. cildi “Türk” maddesiyle başlıyor, “Zz” harfiyle bitiyor. Bu cildin “Völkermord” (soykırım) maddesinde 20. yüzyıldan örnek olarak 1915 jenositi(?) “Türklerin eseri” diye belirtiliyor ama Holokost denen iğrenç olay sadece Nazi Partisi’nin antisemit gruplarına mal ediliyor. El insaf! Eğer bu “jenosit” lafı doğru yorumlanıyorsa bile, İttihat Terakki seçimle gelen bir parti değildi, ama Naziler Alman halkının seçimiyle işbaşına geldiler. Ermeni trajedisini Nazi cinayetlerine bağlamak sadece suçu dağıtma gayretidir. Tarihi gerçekleri saptırarak bir avuç Nazi serseriye asrın en büyük suçunu mal etmek diğerlerini masum seyirciler yahut olaydan habersiz bir kitle diye tarif etmek, ancak ahmakların inanacağı bir yalandır. (Ansiklopediye ait görselleri paylaşan Dr. Kadir Kon’a teşekkür ederiz.)
DOĞRUNUN PEŞİNDE OLANLAR DA VAR
Böyle bir varsayımla Türkiye’yi 20. yüzyıl için ayrı bir facia ve katliam tarihinin ülkesi, Türkleri de bunu yaratan insanlar olarak çizmek bir acayip ahlak düşkünlüğüdür. Bugünlerde Almanya’nın ayırdığı bütçe veya sağda solda bahşettiği imkânlar ve iltifatlar, dünyadaki birçok çevreyi, hatta bazı Türk öğrencileri ve sözde sosyal araştırmacıları da tarafgir yapmak için yetebilir, ama hakikat bu değildir. Doğruyu araştıranlar da var ve Türk olmaları gerekmiyor. Hatta Türk tarihçilerden daha nitelikli raporlar çıkarıyorlar. Sanıldığı gibi Türk Hariciyesi’nin bunları finanse ettiğini söylemek pek gerçeği dile getirmiyor. İçinde Türklerin finans etmek bir yana, refüze ettiği; görmezlikten geldikleri bile var.
Bu görüşmelerimizle mazideki parlak Alman oryantalizminin bir ucuzluğa doğru gitmekte olduğunu belirtmek istiyoruz. Fazlası da bizi ilgilendirmiyor. Herkes kendi medeniyet ve kültür yolunu kendisi korumak ve çizmek durumundadır.
SİYASİ DEĞİL COĞRAFİ SINIRLAR
Mesela bir sosyal araştırma var: “Ehrenmorde in der Türkei” başlıklı, Orient-Institut tarafından yayınlandı. Türkiye bir cumhuriyettir, devletin sınırları vardır, kocaman bir memlekettir, içinde muhtelif kültürel çevreler vardır. Sosyal bir araştırmada bir gelenekten şöyle veya böyle âdetten bahsettiğiniz zaman siyasi sınırdan çok coğrafi sınırı belirtmek zorundasınız. Bu “ehrenmorde” yani namus cinayetleri âdeti dediğimiz acaba Trakya’dan Ardahan’a, Ardahan’dan Antalya’ya bütün bir ülkeyi mi kapsıyor, sınırları nedir; toplumsal bir kurum böyle mi verilir? Ruh hastası koca veya sevgilinin cinayet ve darp eylemleriyle farkı nedir? Ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken bu sosyal yarayla Türkiye’ye karşı küçümseyici bir savaş mı açılmak isteniyor? Zaten Türkiye basınında her gün çok daha fazlası yapılıyor ama en azından olayların cereyan ettiği yerler, şahıslar doğru dürüst bildiriliyor ve veriliyor. Evlenme, boşanma âdeti veya kan davaları gibi, bu namus cinayetlerinin de tarifi yapılmalı, coğrafi ve içtimai çevre iyi tarif edilmelidir.
OSMANLI HARİCİYESİNİN MODERN TEMELLERİ
Bu eser, Zeynep Bostan’ın doktora tezidir. İkinci Abdülhamid devrinin diplomasisine dayanıyor. Büyük ölçüde Türkiye’deki Osmanlı arşivleri, bazı yabancı arşivler ve ikincil kaynaklardan oluşan bir literatürün kullanıldığı göze çarpıyor. Disiplinli etraflı bir çalışma. Zikretmemizin sebebi şu: Osmanlı Hariciyesi gibi bir konu sosyal bir fenomendir. Ta 18. asrın sonuna kadar hiçbir yerde büyükelçiliği olmayan, fakat neredeyse bütün dünyayla da diplomatik ilişkileri olan, diplomasi sanatında ve terminolojisinde bazılarının düşündüğünün aksine küçümsenmeyecek bir bilgi birikimi ve ihtisası olan bir büyük devletin Hariciye Teşkilatı’nın Tanzimat’tan itibaren ustaca kurulmasıdır.
DİPLOMATLARIN DEVRİ TANZİMAT
Sultan Abdülhamid devrini beklememişiz. Bunu tezin yazarına belirteyim. Tanzimat devri Avrupa çapında büyük diplomatların yetiştiği bir devir. En azından Mustafa Reşid Paşa’nın kendisi ve rakibi olan Mehmed Emin Âli Paşa’yı burada zikretmek durumundayız. Mehmed Emin Âli Paşa bir idoldü. Yazı takımlarını bile “Belki bize de ucu değer” diye Bismarck’ın satın aldırdığı malum. Mustafa Reşid Paşa Avrupa’yı Kırım Savaşı’na Osmanlı lehinde sürükleyen kişidir. İşler olacağına varır diyemeyiz. Bazen tencereyi kaynatmak için bir ustalık gerekiyor; onun adı da diplomasidir.
Türk dış teşkilatını bugüne kadar inceleyenler yabancılardır. Roderic H. Davison ve en önemlisi Carter Findley’dir. İlk defa Sinan Kuneralp dış sefaret ve Babıâli’deki arşivlerimizi tetkikle bu işe başladı. Doğrusu çok yararlı bir yayın faaliyetidir. Bu serilerin hepsinin takip edilmesi, mümkünse yeniden yayınlanması gerekir. Tarihçilerimiz arasında bu dalla ilgilenenler çok az, çünkü Osmanlıcaları kadar mükemmel Fransızcalarının da olması gerekiyor. Bu dış dünyada da benzer problemdir. Yani muhteşem Rusya Çarlık Hariciyesi, muhteşem Avusturya Hariciyesi için de aynı keyfiyet söz konusu olduğundan tetkikler iyi bilgi birikimi ve lisan bilinmesini gerektiriyor.
ORİJİNAL BİR YAKLAŞIMI VAR
Zeynep Bostan’ın çalışması akademik dünyada doktora düzeyine geçişte bir örnek teşkil ediyor. Ben bunu şahsen takdirle karışlarım. Kadroların tetkiki, üstlerindeki sayım ve okunurken bir bilginin nakli bakımından fevkalade önemli, orijinal bir yaklaşım. Müellifin bilim hayatında bu daldan ayrılmamasını ve daha da ileriyle götürmesini temenni etmek lazım. “Kitap Yayınevi”nin de böyle bir ihtisas konusu eserini basması ayrıca takdire şayan.
Paylaş