Paylaş
ALMANYA’daki Türkler en sessiz, çalışan, üreten tasarruf eden kitledir. Tek noksanları aldıkları eğitimi, derecesi ne olursa olsun mükemmelleştirmekten henüz uzak olmalarıdır. Bununla birlikte kalabalık Türk vatandaş kitlesinin içinde ayrılıklar çıkarmakta Alman makamları çok becerikli olduklarını sanıyorlar, yanlış yapıyorlar. Tarihi adetlere isabetsiz operasyonlarından biri daha... Bu kadar önemli bir nüfus miktarını huzursuzluğa sevk ederseniz ceremesini biz değil siz çekersiniz.
ALMAN BAKAN’IN TAVIRLARI PROVOKATİF
Avusturya karşısındaki galibiyette, oyuncularımızdan Merih Demiral belki kendiliğinden belki de tribünlerdeki kendisini selamlayanlara uymasından ‘Bozkurt’ işareti yaparak tur attı. Bu, Alman Federal Bakan’ın onun kendi istihbaratından yanlış öğrendiği kadar Türkiye’de çok yaygın bir kullanım değildir. Olsa bile bizim ülkemizin davranışıdır. İşte size büyük devlet olamamanın mahsurları; birincisi, yanlış ve eksik bilgi alırsın. İkincisi, elbette saha senin memleketinindir ama beynelmilel müsabakalara açmışsın. O an için senin yerin olmaktan biraz çıkıyor. Her gelene nasıl davranacağını öğretemezsin. Alman İçişleri Bakanı maalesef ciddi bir güvenlik bakanı değil, provokatif tavırları var. Aziz milletimize söylüyorum; eski Alman kültürünü sevelim, bugün için artık beynelmilel bir dil değildir ama 19. ve 20. yüzyıl yarısının felsefesi, tarihi, teknik bilimleri, tıbbı için önemli bir dildi. Fakat kimse Almanya’yı demokrasinin kâbesi gibi bir ülke gibi görmesin. Bu evrim kolay olmuyor. 50 sene öncenin facialarından temizlenmek çok kolay değil. Almanlar, evvela Alternatif Parti denen yaygın ve çılgın gruplarının taşkınlıklarını kontrol etmek zorundalar. Almanya, tarihteki olumsuz intibahını ve halihazırda yükselen faşizmini örtmek için ucuz politikacı söylemlerine başvuruyor. Bu demagojinin hedeflerinden biri de Türkiye; soğukkanlı ve sıkı cevaplar verilmeli. Uzun vadede Federal İçişleri’nin propaganda politikaları geçerli olamaz.
1936 BERLİN OLİMPİYATLARI’NDA DEĞİLİZ
Bundan 20 sene evvel Viyana’daki bir demokrasi forumunda Prof. Dr. Bernard Lewis çok önemli bir cümle sarfetti: “Demokrasi İngilizce konuşan milletlerin rejimidir...” Hoşlansan da hoşlanmasan da, bilsen de bilmesen de gerçek bu. Batı parlamentarizminin ve demokrasinin hayran olunacak yönü, İngilizce konuşan memleketlere ait. Öbürleri daha hâlâ bu alanda eğitimlerini tamamlayamamıştır.
Futbol müsabakalarına kadar karışmak çok ayıp. 1936 Berlin Olimpiyatları’nda değiliz. Evinize gelenlerin kendilerine has gösterilerine de fazla ses çıkartmanız hoş olmaz, aksi takdirde beynelmilel müsabaka tertipleyemezsiniz.
Dışişleri Bakanlığı’nın karşı yazısında bu işaretin Almanya’da anayasayı koruma federal komitesi tarafından bir suç olarak görülmeyeceği belirtilmiş. Galiba Federal İçişleri Bakanlığı’nın kendi içinde, hukukçuların liyakati gibi bazı çözülmemiş sorunları var.
KIDEMLİ BİR TİYATRO ADAMI: YÜCEL ERTEN
O bir devirdi; 1960’lı yıllar. Ankara Halkevi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yanında şimdi yıkılan bir muhdes binadaydı. Halkevleri’nin genel merkezi de orasıydı. Halkevini yeniden diriltenler eski CHP’liler ve 27 Mayısçı idarecilerdi. Doğrusu, kurumun eski havası var ama kültürel faaliyet ruhuna da dikkat edildi. Hoş bir binanın dikkatlice kullanıldığını gördüm.
Ankara’daki yönetim kurulunu Prof. Dr. Hıfzırrahman Raşit Öymen Hoca yönetiyordu. Kıymetli üyeler vardı. Onlara yardım eden birkaç gençten biri de bendim. Bir iki seminer yapıldı, bunlar zayıftı. Bir “düşün ve konuş” kursu vardı, tanıdığım birçok sima sonradan Mülkiye’de arkadaş olacağım Hasan Celal Güzel bile orada kurs alıyordu, faydalıydı. Edibane bir kurstu ama asıl önemlisi tiyatro koluydu.
DÖNEMLERİNİN PARLAK SANATÇILARI OLDULAR
1960’ların sonunda Türk sahnelerinde gördüğümüz genç ve önemli isimler o zaman oralardaydı. Ebediyete intikal eden İstemi Betil, sonra Nurşim Demir, Çetin Tekindor, Alpay İzbırak, Rüştü Asyalı, Ayten Uncuoğlu başta Yücel Erten ve Cihan Ünal onlardan tanıdığımdı. Kursu ve sahneye konan oyunları ciddiye alıyorlardı. Can Gürzap İstanbul’a gelmişti. Nitekim bu işi ciddi yürütenlerin içinde DTCF öğrencisi Nurhan tanıdıklarımdandı. Şimdi galiba Devlet Konservatuvarı’nda ve Bilkent’te hocalık yapan sevgili arkadaşım Sevgi Doster de o dönemde tiyatro kursuna uğrayanlardandı. Birkaç başarılı oyun dışında asıl o gençlerin diksiyon, ses kullanımı ve telaffuz, artikülasyon gibi sorunları daha konservatuara gitmeden orada hazırlık olarak çözümlediklerini gördüm. 1965 yılının Devlet Konservatuarı imtihanları sırasında kabul edilen öğrencilerin içinde bu grubun hatırı sayılır yeri vardı ve bunlar dönemlerinin parlak sanatçıları oldular.
Yücel Erten onlardan galiba bir sene evvel girmişti. Mezun olduktan sonra Devlet Tiyatrosu sahnelerinde göründü mü hatırlamıyorum ama burslu olarak Almanya’ya gitti ve orada birkaç senede tiyatro sanatını olağanüstü başarıyla geliştirdi. Oradan döndüğünde sahneye çıkacak kadar nefis bir Almancası vardı. İyi bir rejisörlük tekniği öğrendiği anlaşılıyordu ve tiyatro literatürüne hâkim bir genç tiyatro adamıydı. Özellikle Ergin Orbey’in Devlet Tiyatroları’ndaki yönetimi sırasında temayüz ettiğini gördük. Sahneye koyduğu oyunlarla ödül üstüne ödül alıyordu. Dönemin tiyatrocuları özellikle bu nesil kendinden evvelki kuşakla iyi bir ustalık ilişkisi içindeydi. Handan Uran, Kerim Avşar, Tijen Par, usta tiyatro adamı Nihat Akcan, Semih Sergen gibi aktörlerle sorunlu, küçümseyen veya itişmeli bir ilişki içinde olduklarını görmedim, duymadım. Ankara Sanat Tiyatrosu tiyatroda zıt bir kuruluş olarak ortaya çıkmıştı ama Devlet Tiyatrosu’nun bu kuşağının içindekiler gerekli ve başarılı sanatçılarla kaynaşmayı bilmiştir.
DAHA ÖĞRETECEK ÇOK ŞEYİ VAR
Sözün kısası, genç Yücel Erten’i prensip olarak uyumlu ve geçimli “efendi” takımından bir insan olarak hatırlıyorum. Hep öyle kaldı. 1960’lı, 1970’l yılların İstanbul, Ankara Devlet Tiyatrosu ve özel tiyatrolarının rekabetli ortamında bile uyumlu olmayı, geçinmeye, meslek grubuyla her zaman bir olmayı bilen sanat adamlarındandır. Bu kıdemli tiyatro adamının bugün bile öğretecek çok şeyi olduğuna bu sıralardaki sahneye koyduğu eserlerden ve yorumlardan anlıyoruz.
Yeni İzmir Büyükşehir Belediyesi hiçbir şekilde anlamadığım bir tasarrufla, üstelik sanat yönetmenleriyle alışılagelmiş nezaket ve protokolü koruyamadan, Yücel Erten’i saf dışı etti. Bunun da iyi bir not olmadığını belirtmeliyim. Bazı şeyleri gördüğümüz gibi unutmuyoruz. Ben şahsen kimsenin de unutmaması için gayret edeceğim.
Paylaş