Paylaş
ATATÜRK 1937’de Alacahöyük’ü tanıdı. Hayatının geç döneminde bile Anadolu medeniyetinin bu ilginç safhasıyla ilgilendi. Aslında ilk kazılar daha evvelden başlamıştı. İstanbul âsâr-ı atîka uzmanlarından Theodor Makri Bey 1907 yılında kazılara başlamıştı.
1935 yılında Türk Tarih Kurumu Remzi Oğuz Arık ve Hamit Zübeyir Koşay Bey’i görevlendirdi. Bir filolog ve etnolog olan Kazan Tataristan’ı kökenli ve Macaristan’da doktora yapan Hamit Zübeyir (Koşay) Bey Alacahöyük’ü tarih sahnesine çıkaran öncü arkeologlarımızdan. Hatti (Hitit) kültürünün ne Mezopotamya ne de Akdeniz’deki diğer arkaik ve parlak uygarlıklara benzemeyen özellikleri vardı. Bugün bile bu yorumu yapmak çok zor ama Alacahöyük’ün girişindeki iki sfenksten başka hiçbir şeyin bilenmediği dünyada çıkanlar Eski Bronz Çağı dediğimiz dönemin daha yazı bile bulunmadan evvel ne kadar parlak örnekler verebileceğini gösteriyor.
Anadolu’nun öncü olduğu devir aslında demir çağıdır. Bu büyük Hitit İmparatorluğu’yla Akdeniz ülkelerinin eski Ramses Mısır’ı başta olmak üzere Suriye’deki ve bölgedeki hükümetçikler arası savaşında da görülür. MÖ 2. bin yıl başları birdenbire yazılı kültür çağına giren Anadolu’nun sadece Hititçe değil komşu Sami kültürler için de önemli olan arşivleri ve tabletleri bugün hâlâ büyük ölçüde araştırılmayı bekliyor ve bu hazineler Türkiye’dedir.
235 ORİJİNAL ESER BİR ARAYA GETİRİLDİ
Yapı Kredi Bankası artık 20 yıla yakın bir süre klasik dünya tarihçiliğinin pek el atamadığı Likya, Pisidya, Karya gibi bölgeler dışında Hitit kültürünü de incelemeye, sergilemeye dikkat eden, personel ve bütçe ayıran bir kuruluş. Şu anda Beyoğlu’ndaki Yapı Kredi Müzesi’nde Atatürk ve Alacahöyük başlıklı sergi bu bölgeyi en esaslı ve en ilginç yönleriyle tanıtma peşinde. Küratör Nihat Tekdemir ve sanat tarihçisi Derya Sayın’ın rehberliğinde sergiyi gezdim. “Bir İdealin Peşinde: Atatürk ve Alacahöyük” adlı sergi kataloğu çok titiz biçimde hazırlanmış. Serginin bilimsel danışmanlığını yapan Tayfun Yıldırım’ı Anadolu arkeolojisi için önemli bir atılım olan Alacahöyük kazılarının başlangıç yılları üzerindeki giriş yazısı muhakkak okunmalı ve ardından sergi gezilmeli.
Bu serginin en önemli özelliği Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Alacahöyük Müzesi, Çorum Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden 235 arkeolojik ve etnografik orijinal eseri bir araya getirmesidir. İstanbullular için ne büyük bir hizmet. Galiba bir sergiden beklenecek en büyük başarı da budur. Bütün seramikler ve elektron dediğimiz altın, gümüş alaşımı süs eşyaları, Hatti idolleri bronz işçiliğinin zirvesi olarak seyredilebilir.
Hiç şüphesiz ki Ankara’daki Hitit Arkeoloji Müzesi Frigleri ve Urartuları da ihtiva ediyor. Neolitik çağdan (cilalı taş devri) başlayarak Roma-Yunan’a kadar eserler sergileniyor. Eski bronz çağı oradadır. Çorum Müzesi açıldı, aynı paraleldedir. Çankırı kazıları var. Vakti olanların, yolu düşenlerin, bu dönemle ilgilenenlerin muhakkak gitmeleri gereken müzeler.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA TÜRKİYE
80 YIL ÖNCE KAHİRE KONFERANSI
80 yıl önce bugünlerde Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinden döndü. Birçok Balkan, Orta Avrupa ülkesinin rövanşist eğilimlerle Almanya ve Nazi’leri destekleyerek savaşa karışması veya Sırbistan ve Yunanistan’ın Almanya tarafından işgal edilmesi gibi tehlikeleri atlatan ülke 1943’te koşarak İngiltere ABD yanında savaşa girebilirdi. Bugün bile bu çekinmeyi tenkit edenler var. Oysa Cumhuriyet tarihinin en yerinde, en kurnaz, en isabetli görüşü Churchill’in Adana ve Kahire görüşmelerinde ikna edilerek savaşın dışında kalmamızdır.
‘BURANIN GÜVENLİĞİ VAR MI’
Türkiye savaşa katiyyen hazırlıklı değildi. Hatta İsmet Paşa’nın bu durumu İngiliz başvekiline ifade ediş tarzı da çok ilginçtir. Kahire’deki üstteki görüşmeleri sırasında “Buranın güvenliği var mı?” diye Churchill’e sordu. Churchill “Tabii bu kadar uçak bizi koruyor burada” deyince “Gördün mü bak bana savaşmak için daha azını veriyorsunuz” demiştir.
Churchill’e kalsaydı daha ilk anda o yıl İtalya’dan adaları alan Mussolini’ye Kuzey İtalya’da İtalyan Sosyal Cumhuriyeti’ni kurduran Almanya’nın burada son bir atılım yaparak topraklarımızın bir kısmını ele geçireceğine şüphe yoktu. Tabii bu toprakları geri almak için geri kurtaran (!) devlet Sovyet Rusya olacaktı. Bu kısa savaşın Türkiye’nin hayatını alt üst edeceğine hiç şüphe yoktu.
Churchill’in savaş hakkındaki son devir görüşleri hiç isabetli değildir. Normandiya Çıkarması’nı İngiltere’nin üstünden atarak Nazi işgalindeki Avrupa’yı kurtarmak için İtalya ve Yunanistan kıyılarına yönelmek noktasında Amerikalıları ikna etmeye çalışması da böyle bir faaliyetti. Yanlış politikayı izleyen, yanlışlık ise belki de en çok çilekeş memleketimize mal olacaktı. İkinci Dünya Savaşı’nda aklıbaşında hiçbir devletin ve savaşa ihtiyacı olan halkın yeri yoktu. Türkiye galiba bunu anlayan nadir ülkelerden biriydi.
30-31 Ocak 1943’te Adana’da yapılan görüşme ardından yapılan Kahire’de 22-26 Kasım 1943’te yapılan görüşmeyle Türkiye ile İngiltere saldırmazlık paktı çerçevesinde pozisyonunu korudu. Bir müddet sonra San Francisco Konferansı’na katıldı. 1945 yılını; yani mayısta bitecek savaşın birkaç ay evvelinde seferberlik ile Almanya’ya savaş ilan etti.
HENRY KİSSİNGER
AVUSTURYA Şansölyesi Metternich’in diplomasisini ilk defa etraflıca inceleyip bambaşka bir açıdan bakan uluslararası ilişkiler uzmanı ve tarihçi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın pragmatist veya kibar tabiriyle realpolitikçi, ABD dış politikasının darbeden diktatörlere kadar her şeyi onaylayan ama sadece bloklar arasında saldırgan ve radikal politikasını reddeden uzmanı.
Gençliğinde hiç de yabana atılmayacak bir futbolcu, Güney Almanya’nın Fürth şehri Yahudi burjuvazisinin Alman kültürünü besleyen ve o kültürden beslenen gençlerinin tipik temsilcisi ama her şeyden evvel ABD’nin ve diplomasi dünyasının 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişini planlayan uzman. Galiba Kissinger’i détente (detant) dediğimiz; bu uzlaşma ve ara verme diplomasisi 20. yüzyıl diplomatı ve devlet adamı yapmıştır.
1974 Kıbrıs Çıkarması’ndan görevini bırakana kadar Türk dış politikasının bazı yönlerde muarızı görünen lakin aynı zamanda ana atılımlarını kıyıda köşede durup destekleyen politikacı.
Kissinger’ı Topkapı Sarayı Müzesi müdürlüğüm sırasında yaptığı ziyarette biraz daha tanıdım. Avrupa kültürünün bağnazlığına karşı Alman Yahudi entelektüelinin zekâ ve birikimini temsil eden bir adam olduğu açıktı. Osmanlı tarihi üzerindeki soruları ve cevaplarında bile bu ironik zekâyı fark ettim. Dünyaya açıktı.
Hiç şüphesiz ki 21. yüzyılda Amerikan dış diplomasisi bu gibi ikonları izleyecek durumda değil. Facia da oradan ileri gelebilir. 100 yaşında ölmek de tam Kissinger’a yakışan bir tavır. Asırdan aşıra geçişte bir asrı aktif olarak tamamlayanlardan, nadir insanlarından biri.
Paylaş