Paylaş
Akdeniz dünyasında sadece kıyılarda değil, bilhassa güney kısımlarda, içeriye doğru da zeytinlikler görülür. Zeytinlikler, Akdenizlilerin hayat ağacıdır. Yağı, yaprakları, ağacı ve tabii kendisi bir şifa kaynağı olarak Aristoteles’ten çok daha eski hekimler tarafından tavsiye edilmiştir. Denebilir ki ömrü uzatan ve hastalıkları önleyen doğal şifa kaynağı olarak en çok kekik, zeytin ve sarmısak kullanılır. Zenginin yanında yoksulun da erişebildiği üründür.
Türkiye zeytinlikleri hiç de küçümsenecek miktarda değil; daha doğrusu değildi. Çok uzak bir zaman değil bizim neslin çocukluğunda dahi İzmit’ten başlayarak İstanbul’a yaklaşırken yol boyu zeytinlikler arasından geçerdiniz. O vakit buralarda etrafı zehirleyen fabrikalar, acayip yapılar yoktu. İstanbul’un bugün içinde kalan mıntıkası bile “Zeytinburnu” diye anılıyor; doğru zeytinli bir burundu. İstanbul civarındaki zeytinlerin tadı hiç de fena değildi, sofralıktı. Tabii Gemlik’le yarışamazdı. Ayvalık zeytinyağı fevkalade yüksek kalitededir. Ne var ki Marmara ve bütün Körfez bölgesi ve Gemlik-Bursa yapılaşma yüzünden zeytinlikleri kaybediyor. Ağaç sayısı iki bölgede ancak birkaç milyonla gösteriliyor.
14 MİLYON AĞAÇ
Türkiye zeytinlikleri ve zeytin üretimini kurtaran bölge daha güneydeki Akhisar-Karacağaç’tır. Ticaret Borsası başkanı dostumuz Alper Alhat’ın verdiği rakam, bölgede on dört milyon ağaç bulunduğudur. Ona göre de bölge çiftçilerinin bir özelliği var; yoğun olarak Rumeli göçmeni olmaları. Bu nedenle zeytin yetiştirilmesinde diğerleri kadar eskiye giden bir tarihleri yoksa da tütün ziraatıyla uğraşmışlıkları nedeniyle, bütün yıl çalışmaya alışkın çiftçilerdir. Galiba diğer bölgelerdeki zeytincilerden farkları budur.
DÜNYA MARKASI YOK
Maalesef zeytinliklerin inşaatlardan korunması için oluşturulan kanuna rağmen sık sık bazı istisnai yönetmelikler çıkarılıyor. Zeytin sıkımındaki gelişmelere ve ihracatımıza rağmen dünyada marka olan bir zeytinlik yok. Kuşkusuz zeytinde çok büyük üretime geçmek kolay değil ama bu kadar geride kalmamızın bir anlamı da yok. İspanya ve İtalya’yı geçmemek veya onlarla aynı kulvarda olmamak için hiçbir neden yok.
TALEP HER GÜN ARTIYOR
Bizim kuşağın gençliğinde zeytin ve zeytinyağı birçok toplumda teorik bir bilgiydi. Hatta Amerika’da bile, New York, Chicago ve California’nın bazı yerleri dışında kimsenin İtalya’dan zeytin getirmek ve zeytinyağı kullanma alışkanlığı yoktu. Ortalama Amerikalının zeytinin ne olduğunu anlaması için popüler ansiklopedileri olan Grolier Americana’ya bakması şaşılacak bir durum değildi. Büyük Rusya toprakları ve sonraki Sovyetler’de zeytin kullanımı çok düşüktü. Hatta bir ara bunun kutsal kitaplarda sözü geçen, Zeytindağı’ndaki ürün olduğu şeklinde bir izahat verilirdi. Azerbaycan’ın o zaman zeytinlikleri bakımsız ve kullanıma elverişsizdi. Bugün iş tersine döndü. Çinliler dahi zeytinyağı arıyorlar. Şakası yok. Altın suyu desek mübalağa etmiş olmayız.
CİDDİ TEDBİRLER ŞART
Buna rağmen bu garip yapılaşma ve en güzel zeytinliklerin yerini müteahhitlerin eline bırakmanın anlamı ne, belli değil. Hiçbir zeytin ülkesinde bu kadar büyük gaddarlık görmedim. Ayvalık’ın Pelit mıntıkasında iki sene içerisinde mantar gibi yapılaşma türedi ve denize kadar uzanan zeytinliklerin bir kısmı betona karıştı. Çok ciddi tedbirler almazsak bırakın etrafa zeytin satmayı, kendi ihtiyacımızı bile karşılayamayacak duruma düşeceğiz. Hele bazı bölgelerdeki zeytinliklerin ya inşaatçılara ya da hiç de bu işten anlamayan yeni taliplere bırakılması şaşılacak bir gelişme.
26 KASIM’I UNUTMAYIN
Gaziantep, Hatay bölgesinden başlayarak ta Marmara kıyılarına kadar zeytin ziraatını korumanın ve geliştirmenin zamanı geçiyor. Bazen İzmit’ten İstanbul’a gelirken yolun kenarında yabanlaşmış zeytin ağaçlarını görünce bir ümit içimde canlanıyor ama heyhat, bunu gerçekleştirecek mekanizma nerede? Türkiye ziraatı ve çiftçisi yaptığı işten bezmiş vaziyette. Birçok ürünün akıbeti, zeytini de takip ediyor. 26 Kasım “Dünya Zeytincilik Günü”, bu günü unutmayalım.
WINSTON CHURCHILL
1874 yılı kasım ayı sonunda Britanya tarihinin en ilginç politikacısı doğdu. Napolyon’u yenen Lord (Earl) Marlborough’nun soyundandı. Oxfordshire’daki Blenheim Sarayı’nda doğmuştur. İngiltere’nin soyluları arasında daha yüksek düzeyde birileri yok. Churchill de babası da İngiliz veraset geleneği gereği dük olmadı.
GELİBOLU’DA HÜSRAN
Babası Lord Randolph Churchill, Winston’ı askeri eğitime yöneltti. Tahsil hayatında alışılmış klasik İngiliz centilmeninin branşları yoktur ama İngilizceyi çok iyi öğrendiği, yazdığı ve konuştuğu gerçek. Askerlik hayatında da Britanya kolonilerinin tadını çıkardı, savaştı ve iyi öğrendi. 1900’den itibaren parlamento üyesi ve 1904’ten beri de aktif politikanın içindeydi. Çanakkale Çıkarması’nda Amirallik Birinci Lordu’ydu (bizdeki Kaptan Paşa gibi bir tabir, yani Bahriye Nazırı’ydı). Gelibolu Çıkarması gibi fiyasko gibi bir kararın sorumluluğu onun üzerinde kaldı. Bütün hayatı boyunca “Siyasette 20 yıl geri hizmete çekilişimin sebebi, siz Türklersiniz” demiştir. Aslında Britanya İmparatorluğu, bu kadar uzun bir savaş geçirmemişti.
DEMİR LEBLEBİ
Churchill’in 1940 Mayıs’ında başbakanlığı yine bahriye nazırlığını izleyerek başladı. İngiltere’ye “kan, ateş ve sabır” tavsiye etti. Zengin bir Amerikalı anneyle bir lordun çocuğu olarak, harbe pek istekli olmayan Amerika’yı Pearl Harbor Baskını’ndan daha evvel müttefik olarak kazandı, sayılabilir. Evet, Britanya’nın savaş endüstrisi Almanlarla baş edecek güçte değildi, ABD bekleniyordu. Amerika’nın desteğine sadece Britanya değil; Fransa ve Sovyet Rusya da muhtaçtı. Bütün Fransa’nın içinde Vichy’ye katılmayan tek ciddi komutan Charles de Gaulle, Londra’da mülteci hükümeti kurdu. Churchill’in savaş boyu hakikaten başını ağrıtan o olmuştur. Churchill, galiba bir demir leblebiye rastlamıştı. De Gaulle’ün kini de ortak pazar kurulmaya başladıktan sonra dahi devam etti. “İngiltere’yi istemem” diye tutturdu.
EGE’Yİ TERCİH EDİYORDU
Birinci Dünya Savaşı’ndaki Britanya kayıpları bilhassa Gelibolu dolayısıyla ikinciden daha yüksektir. Bu nedenle Normandiya Çıkarması’nı, Normandiya olarak değil Ege adalarından başlatmak istedi. Bu çok uzun, zaman alıcı bir stratejiydi. Müttefik ordular komutanı Eisenhower ile örtülü bir çatışmanın içine girdi. Amerikalıların istediği oldu. Şurası bir gerçek: Churchill’in inadıdır ki İngiltere’nin Amerika’nın yanında savaşı devam ettirmesinin nedeni oldu ve yine onun inadıyla Sovyet Rusya’nın istekleri sınırlı kaldı, ama gene Churchill’in inadıyla da Rusya savaş endüstrisi için gerekli yardımı daha çok koparabildi.
İNÖNÜ‘YÜ ÇEKEMEDİ
İtalya’yı Almanların cürmüne katılana kadar tutardı. Franco’yu da harp boyu ses çıkarmadan destekledi. Nitekim savaş sonrası Frankist rejimle çabuk uzlaştı. Hitler’den ise öbür İngiliz politikacıların aksine hep nefret etti. İngiltere’yi o rejimle savaşa götürmekte tereddüt etmedi. İnönü’yü ise harbin içine çekemedi. Bu İsmet Paşa’nın başarısıdır.
HALK ONU İSTEMEDİ
Savaşın ne olduğunu o biliyordu ama bir yönüyle az anlayan da o olmuş gibi. 1945’teki seçimlerde Britanya halkı onu istemedi. Nefes almaya ihtiyaçları vardı. Ne var ki Clement Attlee becerikli olmadığı için yine başbakanlığa döndü. Kraliçe Elizabeth’i devlet hayatına ve bir monarkın anlayış ile davranışlarına yönelten kendine özgü inatçılığı ve küstahlığıdır, denir. Hindistan’ın direnişini yeterince kavramadığı sorunsaldı. Kaçınılmazları önleyemezdi.
Bugünkü Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson onun üzerine en iyi kitap yazanlardan biri olarak gösteriliyor. Üslubu güzel ve renkli. Bunu niye yazdığını sorduklarında “Yeni nesiller Churchill’i ayakkabı stili sanıyor” demiş. Doğrudur, İngiltere’nin büyük başbakanlarından biridir, tabii diğeri galiba bir hemşerimizin oğlu olan ilk Yahudi başbakan, Victoria devrinin parlak politikacısı Benjamin Disraeli’dir.
Paylaş