Paylaş
GEÇTİĞİMİZ pazar (17 Eylül) birkaç yıllık aradan sonra Birleşik Devletler’e gittim. İlk gözüme çarpan New York’un her tarafında Türk nüfusun artmış olması. Nitekim istatistikler de bunu gösteriyor. Türkler, Birleşik Devletler’in her yerini değilse de doğu eyaletlerini ve büyük şehirlerini tercih ediyor. Nüfusa ilişkin rakamlar 500 bine doğru çıkıyor. İlginç bir gelişme de Orta Asya cumhuriyetlerinden, Bulgaristan’dan, İran’dan gelen değişik pasaporta sahip Türk kökenli nüfusun bu sayıyı daha da arttırması.
Amerika ilginç bir ülke, daha doğrusu ilginç bir gurbet. Başka ülkelerde pek bir araya gelmeyen gruplar Amerikan toprağında birbirini bulup kaynaşabiliyor. Nitekim mazide de Fenikelilerin torunları olan iki grubun, ilginç bir şekilde Fenike diline yakın Arapça lehçeleri olan Lübnanlılarla Arap harflerini kullanmayan ve Araplıkla hiç bağ kurmayan Maltalıların (zira bunlar Fenike kökenli Maltız dili kullanırlar) birbirlerine yakınlıklarını keşfeden, dolayısıyla Amerika ve Avustralya’da bir araya gelen gruplar olduğu bilinir.
Sayısız etnik grup ikinci büyük savaştan sonra hem Amerikalılık etrafında toplanıyor hem de başka kombinasyonlar ortaya çıkarıyorlar. Ama şurası açık ki, beğensek de beğenmesek de Birleşik Amerika özgün bir toplum ve gelenleri eritme kabiliyeti hayli yüksek. Kimsenin bu durumdan fazla şikâyet ettiği de yok.
BROOKLYN’DE HOŞ BİR NEW YORK HAVASI
New York fevkalade pahalı bir şehir. Amerika’nın her eyaletinde tüketim vergisi eşit oranda alınmaz. New York ise en yüksek vergilerin uygulandığı yer. Eğlence endüstrisi burada. Gerçi örneğin Metropolitan Operası için parayı bulsanız bile, yer bulmanız çok zor.
Şehrin gürültüsü, metronun eskiliği, taksicilerin küstahlığı, sokaklara taşan kötü yemek kokuları Manhattan’ın göstergesi... Ama yanı başındaki Brooklyn’de hoş bir New York havası ve kültürü yok değil. Türk Hava Yolları adamakıllı yolcu taşıyor. Ama 12 saat yolculuğun çekilir olmadığı açık. Bizim millet, gezi için başka yerleri arasa daha iyi olur.
55 MİLYON KİTAP
NEW YORK’un mutat dışı kalabalığı, Birleşmiş Milletler ve paralelindeki toplantılar için gelenlerdi. Ben Sayın Demet Sabancı ile ‘ONE’ isimli kültür derneğinin Antakya, Maraş, Antep ve Urfa çizgisindeki mozaik eserlerden oluşan yolu tanıtmak için tertiplediği toplantısına katıldım. Bu toplantı New York’un ünlü ‘Public Library’sinde yapıldı. Buraya kadar gelmişken not etmeden geçmeyeyim: Burası bir kütüphaneler ülkesi olan ABD’nin üç büyük kütüphanesinden biri. Şu anda kütüphanedeki kitap sayısı 55 milyonu bulmuş. Birkaç yıldır süren kısmi tamirat bitmiş.
LİSELERİN SINAVINI KALDIRMAK ŞU AN TEHLİKELİ BİR İŞLEM
GELECEK yazılarımızda daha etraflıca ele alacağım. Avrupa dünyasının üstünlüğü ortaöğretimin yüksek kalitesine bağlıydı. Ama Almanya, Fransa ve İsviçre’deki birtakım kitle dalkavuğu partiler, bunu dejenere etti. Nitekim zararını çekiyorlar. Türkiye demokrasisi 1950’lilerden beri ortaöğretim kalitesini koruyamayarak ve eğitimi sulandırarak kötü bir not aldı. Liselerin sınavını kaldırmak şu anda en tehlikeli bir işlem. Bu demektir ki birtakım liselerde sınavlar ve öğrenci alımında farklı rejimler uygulanacak ve belki de farklı muameleler yapılabilecek. Türkiye’de eğitimin düzeyini koruyacak tek unsur maalesef sınavdır. Daha nitelikli bir eğitim düzeni gelene kadar sınavları ortadan kaldırmaksa sadece etrafı dağıtmak demektir. Üstelik yakın geçmişte kabul imtihanları konusunda kötü saptırmalar yaşandı, bunlara dönmemek için daha ciddi mekanizmalar geliştirmek gerekiyor.
ULUSLARARASI ESER HIRSIZLIĞINI ORGANİZE EDEN DEVLETLER VAR
NEW York’ta ‘Global Hope’ denen ve onursal başkanlığını UNESCO’nun halihazırdaki genel direktörü Irina Bokova’nın yüklendiği grubun toplantısı da yapıldı. Toplantıda benim de dahil olduğum altı panelist dünya yüzünde kültürel mirasın korunmasını tartıştık. En önemli konu Palmira (Suriye), Timbuktu (Mali) gibi merkezlerin Müslüman fundamentalist gruplar tarafından yağmalanmasıydı.
Palmira
Ben hazır bulunanlara şunu söyledim: “Yağmalama işinin maşası gerillaların arkasında kimlerin olduğunu biliyorsunuz. Devletler ve kuruluşlar...” Bunlar protesto edilip, açığa çıkarılıp teşhir edilmedikçe gerillalar işlerini yürütür.
Eski eser ticareti çok kârlıdır. Tahrir Meydanı’ndaki miting ve olaylarda, Kahire Müzesi’nin damından içeri sızanlar 300 küsur parçayı çaldı. Çalınan eserler Avustralya’da ortaya çıktı. Avustralya müzeleri protesto edildiği için geri dönebildiler. Bağdat müze ve kütüphanelerinin yağmasıysa ne işgaldeki sorumsuz askerlerin ne de yağmacı halkın marifeti. Temel ve kârlı hırsızlığı yapanlar müzeyi çok iyi tanıyorlar.
MALİ CUMHURBAŞKANI YAĞMALARI ANLATTI
Bu işleri organize eden devletler var. Çalınan eserler illa da büyük müzelerde ortaya çıkmıyor, özel koleksiyonerlere gittiği gibi büyük müzelerin depolarında hafızalardan çıkana kadar uzun bir uykuya bırakılıyorlar. Mali Cumhurbaşkanı Abubakr oradaydı. Sahra’nın ortasındaki medeniyetin nasıl yok edildiğini ve yağmalandığını anlattı. Yine orada bulunan, ırkının güzeli ve çok zeki bir hanım olan Mali Kültür, El Sanatları ve Turizm Bakanı N’Diaye Ramatoulaye, yağmadan kurtarabildikleri eserleri dünyaya tanıtmakla meşgul. Mali’deki Timbuktu, Afrika’nın doğusu ve kuzeyi arasında gidip gelen kervanların uğrak yeriydi. Ortaçağlar boyunca kervanların taşıdıkları arasında yazma kitaplar da yer alıyordu.
Timbuktu
TİMBUKTU’NUN ELYAZMACILARI
Timbuktu halkı arasında ‘Hattatılar’ ismi verilen, kitap istinsah eden yani kopya eden önemli bir grup oluşmuştu. Kervan, Timbuktu’dan geçerken, yazmaları bu kişilere emanet eder, altı ay-bir seneye kadar kopyayı yetiştirmelerini tembih ederdi. Dönünce bu elyazması kopyaları alır, yerlerine ulaştırırlardı. Bazı kopyalarsa hiç alınmaz ve orada kalırdı. Maalesef, beşeriyet bu eserlerin hepsini, tanımadan yağmaladı. Ayrıca Vahhabi görüşlerin paralelinde çöl medeniyeti ve mimarisinin nadide eserleri olan türbeler tahrip edildi. Gelen Fransız birliklerinin de Mali’nin kültürel varlıklarını koruduğu, daha doğrusu korumadığı tartışılacak bir keyfiyet.
Maalesef sesini çıkaramayan ülkelerin zenginlikleri yağmaya açık ve bu yağmalar içinde özellikle İslami eserler parça parça dağılıyor. Doğu ülkelerinden yapılan hırsızlığın Louvre’dan Mona Lisa’yı çalmaya benzemediği açık. Atina’da Benaki Müzesi, 18’inci yüzyılda Trakya bölgesine ait bir caminin mihrabının parçalarını dünyanın muhtelif müzelerinden toplayarak birleştirdi. Böyle örnekler çok az. Nitekim yine Yunanistan’ın Parthenon’da kurduğu müze, British Museum’dan Lord Elgin’in Parthenon’dan yürüttüğü parçaların hiçbirini geri alamıyor. Oysa burası, mükemmel bir müze olarak tertiplenmiştir. Çinliler Mao devrinde kırıp döktükleri porselenlerin acısını diğer ülkelerdeki porselen koleksiyonlarına göz dikerek çıkarmaya çalışıyorlar. Ciddi hırsızlık teşebbüsleri olduğu açık.
Paylaş