Paylaş
1774’te Avusturya’nın Graz şehrinde doğdu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı siyasi tarihçilerin deyimiyle çöküş devri başı sayılan tarihtir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla ilk defa imparatorluğun önemli toprağı, savaşçı insan gücünün kaynağı ve Karadeniz ekonomisinin merkezi olan Kırım Hanlığı ve bağlı toprakların Devlet-i Âliyye’den ayrıldığı Küçük Kaynarca Antlaşması bu yıl imzalandı. Rusya dönemin Çarı II. Katerina (aslen Anhalt-Zerbst prensesi) tarafından bu olayla bir Avrupa gücü olarak ilan edildi. 10 yıl sonra da sözde bağımsız olarak inşa edilen Kırım Hanlığı ilhak edildi. Birçok yönleriyle Batı medeniyetine ve edebiyatına ilk açılan bölgedir. Molière’in ilk defa çevrildiği ve Hansaray’da temsil edildiği bir ülkeydi. Erken batılılaşma denemesi içeride tartışma ve iç kavgalara sebep olmuştu.
‘BU ALMAN BİZE TÜRKLERİ TANITTI’
Bu olaydan on beş sene sonra genç Hammer, Maria Theresia’nın kurdurduğu “dil oğlanları” diye çevrilen Orientalische Akademie’de Latince, Yunanca, Arapça, Farsça ve Türkçe öğrenmişti. Okulun ilk örneği Fransa’daki “Ecole Jeaux de Langues”da yetişenler arasında 17. asrın Fransız sefirleri içerisinde Pierre de Girardin gibi Türk dilini iyi bilenleri vardı. 20 yıl geçti Farsçadan tercümeler başladı. “Hafız”ı başka Avrupalı şarkiyatçılar da çevirmiştir ama Avrupa edebiyatına ve felsefesine tesir eden, büyüleyen ilk çeviri onunkisidir. “Hafız”ı çevirmek çivi gibi bir iştir. Bunda Hammer’in dil bilgisi kadar şairliği de rol oynamıştır. Richard Rückert “Hafız” çevirisiyle Almancada aruz vezni kullanmıştır. Ama Hammer’inki başka bir zarif tercümedir. Hegel’den Goethe’ye, Goethe’den yarım asır sonra Marx ve Engels’i etkileyen hatta Engels’in “Bütün öbür hariciyeciler bu milleti (Türkleri) tanımaz ve tanıtamazken bu Alman bize onların tarihini, edebiyatını tanıttı” demesine sebep olmuştur.
Hammer, Metternich’in maiyyetindeydi ama görüşleri Metternich’inkine yakın değildi. O Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesini alkışlıyordu. Metternich ise “Osmanlı İmparatorluğun modernleşmesi değil Rusya’ya karşı var olması beni ilgilendirir” fikrinde ve ifadesindeydi. Hammer bu nedenle erken yaşta diplomatik kariyerde tatmin olmadan geri çekildi ama çok büyük bir tercüme faaliyetine girişti. “Vassâf”ın demir leblebi gibi tarihini Almancaya taşıdı. Bu eser bugün ancak yeniden gözden geçirilip basılmaktadır, çetin bir iştir. Avusturya’nın genç tarihçilerinden Sibylle Wentker on yılı aşkın Avusturya Milli Kütüphanesi’ndeki metin üzerinde uğraştı. Hammer’in Almancası Vassâf’ın Farsçasıyla yarışacak kadar güzel ama el yazısı çirkindir.
Avusturya gerçek anlamda oryantalizmi getirdi. Bu oryantalizm Edward Said’in ve taraftarlarının tasvir etiği gibi bir oryantalizm değildir, Şarka cahilane bakan insanların susmasına, düşünmesine sebep olmuştur. Hammer’in mezarı bile yeni bir üslubu temsil eder. Cevdet Paşa’nınkine benzer yuvarlak bir şahide üstünde Arapça “Hüvelbâkī üç dilin tercümanı Müverrih Yusuf bin Hammer” diye devam eder. Goethe’nin mezartaşında da Hristiyanlıkla ilgili ne herhangi epigrafik bir işaret ne bir söz var.
İKİNCİ DERECEDEN MECİDİYE NİŞANI VERİLMİŞTİR
Avrupa’nın romantizminin yeni bir evreye girişinde tarihçiler şairlerle, bilim insanları ve müzisyenlerle el eleydi. Galiba hepsinin iyi olması hepsinin birlikte var olmasına bağlıdır. İlimden istifade edemeyen bir tarihin gerçekleri anlatmaya çalışması beyhudedir. Hele edebiyatla ilgisi yoksa yazdıkları sıkıcı sayfalardan ibarettir. 19. yüzyılın bütün büyük tarihçileri aynı zamanda büyük edebiyat adamlarıydı. Avusturya Bilimler Akademisi’nin ilk reisiydi. Osmanlı Encümen-i Dâniş’inin ilk Avusturyalı üyesiydi. Tıpkı Ahundzâde’ye Latince alfabesinden dolayı Padişah Abdülmecid’in bir Mecidiye nişan vermesi gibi Hammer’e de ilk örneklerden sayılan ikinci dereceden mecidiye nişanı verilmiştir.
İstanbul için yazdıkları (“İstanbul Günleri-Bir Tarihçinin Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları”) şüphesiz bazı hatalar içerir ama insanın hayranlığını cezbeden bir edebiyat ve mizah da vardır. Mesela Beyoğlu Caddesi’ni (Grand de Pera) tarif ederken “sakinlerinin kartvizitlerindeki manasız unvanlar kadar uzun ve kafaları kadar da dar” diye bir tasvir yapıyor. Kastettiği Beyoğlu’nun Levantenleridir.
Geçen hafta Graz’da güzel bir kongre yapıldı. Açılış konuşmasını benden rica ettiler. Üniversitenin çeviri enstitüsünün tertibiydi. Bakalım biz Cevdet Paşa’nın tarihçiliği için 1980’lerde Edebiyat Fakültesi’ndeki seminerin dışında ne yapacağız? Gerçekten Hammer’in ve çağdaşı Avrupalıların temasa geçtikleri, ilgiyle izledikleri, orijinal vakanüvistlik sınırlarını çok aşan ilk tarihçi Cevdet Paşa’dır.
AVRUPA PARLAMENTOSU SEÇİMLERİ
GEÇEN hafta üye ülkelerde Avrupa Parlamentosu seçimi yapıldı. Üye ülkeler kendi nüfuslarına göre milletvekillerini seçtiler. Bu vekillerin içinde siyasi görüşlere temsili aslında garip bir tesadüf ya da bir benzerlik değil normal bir eğilim içinde birbirlerini takip etmektedirler.
AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ
Nitekim bir iki ülke hariç (İskandinavlar, Polonya ve İspanya) Fransa’da da Almanya’da da ve irili ufaklı yerlerde de aşırı sağcı partilerin sempati kazandığı görülüyor. Madam le Pen, Fransa’da hâkim bir parti olma belirtilerini veriyor. Daha doğrusu çanlarını çalıyor. Almanya’da Sosyal Demokratlar geriledi ama asıl 40-50 yılın en ilginç olayı Yeşiller’in Almanya ve Avusturya’da gerilemesidir. Yunanistan’da daha ilginç listeler ortaya çıktı. Miçotakis’in sınırlı kaybı (zira rey kaybı açık) içinde ilginç örnekler de var. Mesela dostum Venos Saharyadis’in verdiği rapora göre Arnavutluk’taki Yunan asıllı kesimden Himara Belediye reisi olan eski belediye reisi Fredi Beleri hapse tıkılmış ve makamından edilmişti. Mitçotakis, Fredi Beleri’yi mebus adayı olarak gösterdi ve o da Avrupa Parlamentosu’na girdi. (Yunanistan’ın etnik kökene göre ikili vatandaşlığı tanır.) Şimdi bakalım Arnavutlar Avrupa Parlamentosu’nun vekilini içeride tutmaya muvaffak olabilecek veya böyle bir isteklilik devam edecek mi?
Avrupa Birliği, üye ve aday ülkelerin hayatına çok etkin biçimde müdahale etmeye başladı. Yeni formlar da göze çarpıyor. Ama bunlar yenilenmeyi de getiriyor. Uluslararası biçimlenmeler, öyle iman edilecek mucizeler değil, sadece dikkatle takip edilmesi gereken gelişmelerdir. Avrupa Birliği bunların dışında değildir. Yunanistan’da Türk partisi seçime sokulmuyor oy sayısının yüzde 3’ü bulması isteniyor, oysa yüzde 3 nüfus yok.
GÖÇMEN KRİZİ SEÇİMLERİ ETKİLEDİ
Açıkçası 21. yüzyılı başlatan kriz; göçmen krizi. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerini de etkilemiştir. “Avrupalı olmayanlar dışarı” diye özetlenebilecek slogan muvaffak olmaktadır. Fransa’da merkezi sağın; yani Macron’un yenilgiyi kabul etmesi, meclisin feshedilip yakın gelecekte seçime gidilmesi gerçeği, Madam le Pen’i tekrar gündeme çıkardı. Avrupa’nın gerçekten saldırgan bir sağcılıkta ısrar etmesinin tesadüf olmadığı anlaşılıyor. Eskinin müreffeh ve üretken kıtası sıkıntılara tahammül edemiyor. Kendi getirdiği işgücünü dışarı atmak için yeni mekanizmalar arıyor. Bu arada da gelen nüfusun entegrasyonu Amerika ve Kanada gibi değil. Hatta kıtanın içinde de İspanya ve Rusya gibi ülkelere benzemiyor. Germanik blok hem pastayı yemek istiyor hem de dolapta saklamak istiyor. İkisinin bir arada olmayacağı ve bu konudaki ihmalin sosyal bünyede başlarına çok dert açacağı açıktır.
Türkiye’nin yeni göçmen deposu olarak düşünülüyor ve siyasi partiler buna ikna edilmeye çalışılıyor. Eğer ikna edemezlerse ve Türkiye girdiği bu fasit daireden kurtulursa bu işi becerenlere mazideki sorumluluklarını dahi unutup saygı duymak gerekir. Bunu zaman gösterecek.
OYA ZAİM KATOĞLU
OYA Katoğlu’nu kaybettik. Birkaç yıldır gözleri zayıflamıştı, resim yapamıyordu. Onun getirdiği sıkıntı içindeydi. Son zamanlarda yoğun bakımdaydı. Ünlü ressam Turgut Zaim’in kızıdır. Bu ismi vermeye lüzum yok üslub olarak ve canlılık yönünden kızı ve yakın meslektaşıydı. Aynı kaynaktan geldikleri, ayrı renk ve coşkuya sahip oldukları açıktır.
Yaptığı resimlerin hemen hepsi yurtdışındadır. Bu nedenle sanatçının etraflı bir albümünün hazırlanması şarttır. 1940’ta doğan Oya Katoğlu hayat arkadaşı Türkiye Kültür Bakanlığı’nın ve sanat tarihi çevrelerinin seçkin siması Murat Katoğlu ile birlikte uzun verimli bir çalışma dönemi içindeydiler, sanat tarihçisiydiler, resmin üstadıydılar, Oya Katoğlu’nun Türk resmindeki yeri özgündür.
Paylaş