Paylaş
HİCRİ ve Rumi takvimdeki farklılık nedenle 1293 Muharebesi adıyla da meşhur olmuştur. 93 Savaşı modern Rusya ve Türkiye’nin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Türk tarihinde sebep olduğu sarsıntıların yanında asıl önemlisi, bu pahalı zafer Rusya’da da toplum ve siyaset hayatında büyük sarsıntılar ve çalkantılar yarattı. Rus tarihçi düşüncesi, siyasal gruplaşması çok ilginç görüntüler ortaya koydu. Özellikle Yeşilköy’de (Ayastefanos) Rusya’nın adeta dikte ettiği barış anında İngiltere, Almanya ve onun şansölyesi Otto von Bismarck’ın alteregosu (gölgesi) olan Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Gyula Andrássy’nin katılımıyla beynelmilel bir karşı harekete dönüştü. Barış antlaşması da 1878 yılında Berlin’deki kongrede yenilendi.
PUŞKİN’İN SINIF ARKADAŞI
Rusya İmparatorluğu 1856 Paris Konvansiyonu’ndan sonra Karadeniz’in içine kapanmıştır. Boğazlar kontrolü dışına çıkmıştır. Kırım elinde kalmakla birlikte Tuna Boyu’nda ilerleme gösterememiş, hatta Silistre gibi yerlerde Türk orduları tarafından ağır darbeler yemişti. Doğu Cephesi’nde de durum aynıydı. I. Nikola Rusyası’nın uğradığı hezimeti düzeltmek amacıyla bazı reformlara girmeyi düşünüp tarihi olayların sürüklemesiyle “Kurtarıcı Çar” unvanı alacak olan oğlu Çar II. Aleksandr Balkanlar’da aktif bir politikaya taraftardı. Paris Barışı’ndan beri Rusya Dışişleri’ni Prens Aleksandr Gorçakov yönetiyordu. Büyük şair Puşkin’in sınıf arkadaşı ve makul Rusya’nın temsilcisi sayılan Gorçakov Balkan politikalarında sanıldığının aksine İstanbul’daki Büyükelçi Ignatyev gibi değildir. Hatta Çar’ı da kendi tarafına aldığı için Ignatyev onların nezdinde karikatürize edilen bir elçi durumundaydı.
‘YALANCI PAŞA’ DERLERDİ
Başarılı bir Sibirya valisi olan Ignatyev, İstanbul’da Midhat Paşa grubuyla bir çatışma içerisindeydi. Mahmud Nedim Paşa ise onun tarafından yönetilmekten çok, onu bazı manevraları için kullanmıştır. Bazı yalan değerlendirme ve haberleri onun aracılığıyla yayıyordu. Bu değerlendirmelere kapılıp aldanan diğer diplomatlar General Ignatyev’e çok kızıyorlardı ve ona “Yalancı Paşa” derlerdi.
Rusya Sefareti, Balkan komitacılarının bir dergâhı haline dönüştü. Bulgaristan’daki ayaklanmalar, Sırbistan ve Karadağ da devam eden iç savaş hatta Mustafa Celâleddin Paşa (Kont Borzecki) gibi değerli bir komutanın Karadağ’da şehit düşmesi Balkanlar’ı alevlendirdi. 1870 Sedan Savaşı’nda mağlubiyet ve Versailles Barışı’ndaki darbeden sonra Fransa’nın Rusya ile yakınlaşma içinde olduğu açıktır. Bu durumdan istifade edilmek istendi.
PANSLAVİZMİN ZAMANIYDI
Rusya’da Slavofil çevreler Ayasofya’nın çan takılarak kilise haline çevrilmesi, Konstantinopol’ün Rusya tarafından işgali ve kurulacak Bizans’ın başkenti olması hayaliyle propagandaya başlamışlardı. Panslavizmin en ateşli zamanlarıydı. Çok ilginçtir, bu takımın içerisinde Fyodor Dostoyevski de göze çarpıyordu. Buna karşılık Lev Tolstoy bu çevrelerle derin bir münaferet ve mücadele içindeydi. Liberal aristokrasiyi temsil eden Kont Bennigsen’in şu sözü önemlidir: “Biz Slav mıyız, yoksa Rus muyuz? Şunun üzerinde bir anlaşalım”. Tolstoy, Anna Karenina’nın son bölümünde okuyucusuz gazeteler, üyesiz parti liderleri, başarısız askerler ve bunların arasında muhayyel bir tip olarak Anna Karenina’nın ardında kalan sevgilisi Kont Vronsky’nin Karadağ Muharebesi’ne görevli gittiğini trajikomik bir tasvirle ortaya koyar. En başta Avrupa’da Karl Marx ve Friedrich Engels, Rusya’nın Balkan Slavları üzerindeki kışkırtıcılığını ve hâkimiyet isteklerinin karşısındaydılar, Türk İmparatorluğu’nu tutuyorlardı. Balkanlar’da Rus hâkimiyetinin büyük bir despotizm ve hürriyet düşmanı bir devir getireceğine inanıyorlardı.
‘PAHALIYA PATLAR’ TEHDİDİ
Rusya bazı talepler ileri sürdü. Bulgaristan’ın oldukça muhtar bir idareye kavuşması, devlet dilinin Bulgarca ve milis kuvvetlerinin ayrı olmasını talep ediyordu. Bulgar ihtilal komitelerinden birisiyse zaten Avusturya-Macaristan modelini Osmanlılar için önermişti. “Abdülaziz Han, Osmanlı Padişahı ve Bulgar Çarı” olacaktı. İki ayrı parlamento ve muhtar devlet düzeni görülecekti. Bulgar ve Rus ihtilalci tekliflerinin kabulü mümkün değildi ama Rusya’nın isteğiyle Aralık 1876’da sefirler toplandı. Kasımpaşa Tersanesi’ndeki bu toplantıda tartışmalar ve istenenlerin kabul edilemeyeceği açıktı. Midhat Paşa ve onun yandaşı Savfet Paşa tam zamanında Osmanlı Anayasası’nı Sultan Abdülhamid’e kabul ve ilan ettirdiler. Sefirler toplantısı sırasında meşrutiyeti ilan eden top seslerini Savfet Paşa, “Konferansa artık lüzum yok. Osmanlı Devleti şu andan itibaren bir parlamenter monarşidir” diye oturumu tamamladı. Sefirler bu anayasal düzeni bir oldubitti ve oyalama olarak değerlendirdiler ancak yapacak fazla bir şey yoktu. İstediklerine böyle bir cevabi vaatle karşılık verildi. Rusya Maslahatgüzarı son derece hiddetli olarak “Kendi yalnızlığınızı Rusya’nınkine mi çevirmek istiyorsunuz? Yani Avrupa’nın tek parlamentosuz devleti biz olacağız ve siz Balkanlar’da istediğinizi yapacağınızı düşünüyorsunuz. Bu size pahalıya mal olur” diye tehdit etti.
Aslında Rusya’nın istekleri Paris Kongresi’nin tashihi üzerineydi. Ruslar, Balkanlar’da, Karadağ lehinde istedikleri sınır tashihini bile gittikçe azalttılar. II. Aleksandr, Rusya’nın bir harbe hemen girecek durumda olmadığının farkındaydı fakat Babıâli tarafından hiç taviz verilmedi. 24 Nisan 1877’de Rusya savaş ilan etti. Rusya, Abdülkerim Paşa komutasındaki Tuna ordusuna karşı, Tuna’nın kuzeyinde 180 bin kişilik bir ordu ileri sürmüştü. Zamanla anlaşıldı ki özellikle piyadenin donanımı açısından Ruslar, Türklere göre iyi durumda değildir. Topçuluk ve askeri mühendislikte durumlarının çok iyi olmasına rağmen (ki Kont Totleben bu becerikliliğini Plevne’de gösterecektir) Türk topçuluğu ve askeri mühendisliğinin de iyi olduğu görüldü. Plevne’deki, Rusçuk’taki istihkâmlar mükemmeldi. Kafkasya’da ise General Melikov’un ordusuna karşı Türk kuvvetleri ancak 1/4 nispetinde konuşlanabilmiştir. Yol ve iaşe durumu son derece yetersizdi. Bununla birlikte Rusların ilk anda Balkan dağlarını aşmalarına rağmen Grandük Nikola’ya karşı Türk birlikleri zafer kazandı. General Gurko Şıpka Geçidi’ni geçtiyse de Süleyman Paşa ile yaptığı muharebede gerilemek zorunda kaldı. Doğuda ise Kars ve Ardahan’daki Rus ilerlemesi Erzurum’un işgalinde şiddetle karşılandı. İlerleme o kadar iyi gitmiyordu.
OSMANLI KABUK DEĞİŞTİRDİ
Bunun yanında savaş düzeni itibarıyla çağdaş Avrupa çevrelerinin de belirttiği gibi Türkler ve Ruslar son derece iyi savaşıyordu. Türk komutanlar ise temayüz etmişlerdi. Meclis-i Mebusan’da ise padişah dahil devlet erkânına ağır tenkitler yükseliyordu. Kısacası Osmanlı imparatorluk toplumu kabuk değiştiriyordu. Savaşın en önemli görünümü budur. Bundan sonraki Rus ilerlemesinde çok ağır safhalar vardır. Ruslar, Yeşilköy’e ulaştıkları zaman bitap vaziyettelerdi. Plevne Savaşı’nın neticesindeki ricat bizim için çok önemlidir. Anadolu kıtası ve İstanbul, ilk defa birkaç yüz bin Balkan muhacirine yurt olmak zorunda kaldı. Bu hazin bir tecelliydi.
Ne var ki Berlin’de Gorçakov’un sözleri Rusya’nın halini ortaya koyuyor: “Bu kadar asker, bu kadar masraf heba oldu. Hepsi boşuna!” Gorçakov bu savaşın yeterince başarılı olamayacağını anlamıştı. Berlin Barışı’ndan sonra Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu karşılıklı olarak bilhassa III. Aleksandr döneminde savaş yerine barışı, kalkınmayı, bayındırlığın gelişmesini, Türk İmparatorluğu ise özellikle demiryolu, okul ve sağlık sistemini mükemmelleştirmeyi tercih edecektir. Bu barış Birinci Cihan Savaşı’na kadar devam etti. Rusya ve Türkiye arasındaki gerilim ve kavga 1876 öncesinin aksine sakinleşir gibiydi. Düzeni altüst eden Birinci Cihan Savaşı’dır. İki imparatorluk da kendilerinin olmayan bir savaşta heba olacaklardı.
Paylaş