Paylaş
Bu isimlerden biri de Fransız subay ve yazar Théodore Cahu’ydu. 29 yaşında edebiyata merakı nedeniyle ordudan ayrıldı. Théo-Critt takma adıyla romanlar, askerî hatıralar, seyahatnameler gibi birçok türde kitaplar yazdı.
1899 yılında Şark Ekspresi treniyle Paris’ten yola çıkan Théodore Cahu, Almanya, Avusturya ve Macaristan üzerinden İstanbul’a gelip daha sonra deniz yoluyla Paris’e döndü ve bu yolculuğunu “Yirmi Günde Paris’ten İstanbul’a” adını verdiği gezi kitabında anlattı.
Bizi trenin uğradığı şehirlerin 19. yüzyılın sonlarındaki hallerine götüren yazar, baştan sona gravürlerle dolu bir gezi kılavuzu hazırlamış.
İstanbul’a geniş bir yer ayıran yazar Galata Köprüsü’nden geçiyor, sokakta tıraş olan insanları izliyor, Boğaz kıyılarında yürüyor veya II. Abdülhamid’in cuma selamlığını izliyor. Bütün bu görüntüler birçok çizerin eseri ama özellikle 52 sayfa ile özel bir yer verdiği İstanbul bölümünde Raymond de la Nézière’in çizimleri çok canlı ve mizah dolu.
Théodore Cahu’nun “Yirmi Günde Paris’ten İstanbul’a” albümü şimdi Demirören Yayınları tarafından Türkçeye çevrilerek iki dilde özel bir baskıyla yayımlandı.
Dönemin İstanbul manzaraları dışında günlük hayattan insanların çizimleri, özellikle Galata Köprüsü’nden geçenlerin portreleri oldukça dikkat çekici.
TÜM DÜNYA BURADAN GEÇİYOR
“Köprünün girişi büyük bir kalabalık tarafından işgal edilmiş durumda. Küçük meydanda her türden tüccar, mallarını bağırarak satıyor. Serbestçe koşan atlar, başlarını bacaklarının arasına almış daireler çizen köpekler ve müşteri bekleyen eski arabalar var. Birbirimize çarparak grupların arasından sıyrıldık, girişte duran beyaz önlüklü ve fesli adamlara iki paramızı vererek ödememizi yaptık ve köprüye girdik.
Efsanevi takım elbiseli, şapkasında peçesi olan İngiliz’den tutun da en basit kıyafetleri giymiş Afrikalıya kadar tüm dünya buradan geçiyor.
Fes kalabalığının arasında, şurada burada görülen birkaç modern keçe, siyah benekleriyle bu gelincik tarlasını süslüyor.”
ÜSKÜDAR’IN PENCERELERİNİ ATEŞE VEREN GÜNEŞ
Fransız yazar Théodore Cahu döneminin diğer gezginleri gibi oryantalist bir bakış açısıyla anlatıyor İstanbul’u. Sokaklarında gezip dolaşsa da gizemli doğu imajının ötesine geçemiyor.
İstanbul bölümünün başında anlattığı ve Üsküdar’ın pencerelerine vuran güneşin çağrışımıyla yaptığı ‘doğu’ tarifi bana yıllar sonra Yahya Kemal’in yazdığı ‘Hayal Şehir’ şiirini hatırlattı.
Türk edebiyatının ve düşünce dünyasının büyük ustası sanki bu cümleleri okumuş ve yine Üsküdar’ın fakir evlerinin pencerelerine vuran güneşinin düşündürdükleriyle kendisine cevap vermiş.
İşte Cahu’nun İstanbul’a bakarak anlattığı ‘Doğu’ ile Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Hayal Şehir’ şiiri. Kararı siz verin:
HAYÂL ŞEHİR
Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir’den bak!
Bir zaman kendini karşındaki rü’yâya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;
O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,
Çevirir camları birden peri kâşânesine.
Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.
Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,
*
Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,
Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmarı
Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar’ı.
O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;
Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir;
Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.
*
Az sürer gerçi fakîr Üsküdar’ın saltanatı;
Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,
Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde
Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.
Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden,
Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları
En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar’ı
GÖRÜLEN VE YAŞANAN BİR ŞİİR
- “Doğu, cesur kubbeleri ateşli ışınlarıyla dolduran erimiş metalden bir küre gibi, Çin çatılarını süsleyen, Üsküdar’ın pencerelerini ateşe veren, altın oklarını Boğaz’ın derin sularına fırlatan ve büyük binaların tepesindeki hilali parlatan güneştir.
Doğu aynı zamanda, sakin gecelerin şehvetli berraklığı ve yaratılmış şeylerin heybetli sessizliği ile şeffaf bir gökyüzündeki aydır. Slav şarkılarının yankısını Karadeniz’den Marmara Denizi’nin uykulu kıyılarına taşıyan suların hızlı akıntısında dallarının yıkanmasına izin veren, çiçek açan gül ağaçlarının kokusuyla kokan akşam melteminin tazeliğidir.
Evet, Doğu bunların hepsidir; daha da iyisi, sürekli yenilenen, çoğalan ve başkalaşan bir şiirdir. Görülen ve yaşanan bir şiir! Ruhu akıl almaz dillere sürükleyen karşı konulmaz bir cazibedir.”
Paylaş