Paylaş
Robert Kolej’deki öğreniminden sonra, Londra Üniversitesi Eczacılık Okulu’nda okuyup aile şirketinde görev alsa da o daha çok sanatla iç içe bir hayat sürdü. Türkiye’ye dönüşü sonrası 1953 yılında Vatan gazetesinin ünlü Sanat Yaprağı ekinin yayıncıları arasında yer aldı. Görsel sanatlarla çok ilgiliydi. Onat Kutlar ile birlikte Türk Sinematek Derneği’ni kurdu. Türkiye’de bir sinema kültürünün oluşmasında büyük emeği oldu. Fotoğraf sanatıyla ilk kez 1960’lı yıllarda ilgilenmeye başlayan Şakir Eczacıbaşı, yapıtlarıyla yurtiçi ve yurtdışında büyük ilgi çekerek çağdaş fotoğraf sanatçıları arasında seçkin bir yer elde etti. Pek çok sergi açtı, albüm yayımladı. Hayatının son dönemlerindeyse kendi sanatından çok ülkemizdeki kültürel iklimin iyileşmesi için çalıştı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı gibi görevleri de üstlenen sanatçı, dönemin kültür sanat alanına yön veren isimlerinden biri oldu.
İstanbul Modern bugün ziyarete açılan ‘Seçilmiş Anlar’ sergisiyle aramızdan ayrılışının 10’uncu yıl dönümünde Şakir Eczacıbaşı’nı anıyor. Küratörlüğünü Bülent Erkmen’in üstlendiği sergide Eczacıbaşı’nın 300’den fazla fotoğrafı yer alıyor ve onun sanatçı yönünü bize bir kez daha hatırlatıyor.
‘Seçilmiş Anlar’, aynı zamanda Eczacıbaşı’nın vefatından önce hazırladığı ancak yayınlayamadığı son kitabı. Sergi adını buradan alıyor ve kitap da okuyucuyla buluşuyor.
Şakir Eczacıbaşı, ‘Seçilmiş Anılar’ kitabında profesyonel olarak fotoğrafa nasıl başladığının hikâyesini şöyle anlatmıştı:
“Fotoğrafa dostum Ara Güler’le yaptığım bir tartışma sonucu başladım. 1950 yılının sonlarında, yayımlamakta olduğum Tıpta Yenilikler dergisi için Ara’dan bazı fotoğraflar çekmesini istemiştim. Getirdiği fotoğraflar üstüne eleştirilerde bulunduğumda Ara, “O kadar biliyorsan, git kendin çek!” demişti. Ertesi gün bir Leica fotoğraf makinesi satın alıp fotoğrafın peşine düşmüştüm.”
Beraber katıldıkları bir televizyon programında Şakir Eczacıbaşı bu anısını yine anlatınca Ara Güler muzipçe şu cevabı vermişti: “İyi mi ettim, kötü mü!”
İki eski dostun son dönemlerindeki muhabbetleri, şakalaşmaları bana sinema tarihinin en sevdiğim ikilisi Jack Lemmon ve Walter Matthau’yu hatırlattı.
Meğer bu ilişki daha başlangıcında da böyleymiş.
ORHAN PAMUK KAYBETTİĞİ İDDİAYI NASIL KAZANDI
ORHAN Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü yolunu açan en önemli romanlarından biri olan ‘Benim Adım Kırmızı’nın Anglo-Amerikan ülkelerinde piyasaya çıktığı ve yoğun ilgi gördüğü yıl. Yani 2002. Dönemin önde gelen Amerikalı yazarı John Updike, New Yorker’daki yazısında kitabı alkışlamış; Maureen Freely, New Statesman’daki yazısında, sıra Nobel’i kazanmaya geldi diye kehanette bulunmuştu.
Ancak bütün bu övgülere rağmen Orhan Pamuk’un romanın ABD’de piyasaya çıkma arifesinde, Batılı eleştirmen ve okurların kitabı algılamasından dolayı sanki bir kuşkusu vardır.
Bütün dünyadaki kültürel gelişmeleri yakından takip eden yazar, bibliyofil ve koleksiyoner Selçuk Altun’a bu endişesini bir sohbette dile getirir. Altun oldukça rahattır, Pamuk kitabının 50 bin okura ulaşmasına razıyken o 100 bini kesin bulur diyerek düşüncesini dile getirir. Sohbet giderek bir iddiaya dönüşür ve bir akşam yemeğine iddiaya girerler.
Kitabın piyasaya çıkışının ilk yılında sonuç belli olmuştur. Roman büyük bir ilgi görmüş ve İngilizce çevirisinin satışı bu sayıların üstüne çıkmış ve iddiayı Selçuk Altun kazanmıştır.
Yemeği İstanbul’da Four Seasons Oteli’nin lokantasında yerler.
Geçen hafta Selçuk Altun’un Taksim’deki yazıhanesine uğradığımda, “Güzel bir akşam yemeğiydi ama ona hesabı ödetmedim. Zaten ödeyemezdi, Four Seasons işletmelerinin bağlı olduğu kuruluşun yönetim kurulu başkanıydım! Aslında gerçek galip tabii ki Orhan Pamuk’tu. Gecenin özel bir anısı olarak, iddiayı kayda geçirmesini rica edince beni kırmamıştı” diye gösterdi belgeyi.
GÜLRİZ SURURİ İLHAM VERMEYE DEVAM EDİYOR
BİR oyuncak bebek karakteri için model olarak Gülriz Sururi’den daha iyi biri olamazdı. Kız çocuklarının eğitim masraflarını karşılamak için bez bebekler üreten ‘Puduhepa ve Kızkardeşleri’ projesinin üçüncü bebeği olarak hayatını sanata adayan ve kız çocuklarının eğitimi için çalışan Gülriz Sururi’nin seçilmesi bu yüzden çok isabetliydi.
Tarihteki ilk barış anlaşması Kadeş’e mührünü basan Hitit kraliçesi Puduhepa’dan esinlenerek 2018 yılında ortaya çıkmış ‘Puduhepa ve Kız Kardeşleri’ projesi. Başkalarının hayatlarında fark yaratmak için bir araya gelen elliden fazla kadın, kız çocuklarının eğitim masraflarını karşılamak ve Anadolu topraklarından çıkmış kadınların başarı hikayelerinden ilham alarak, bez bebekler üretiyor.
Bez bebek dışında şimdi de Sururi’nin hayatını anlatan bir çocuk kitabı yazılıyor. Demet Kılıç’ın kaleme aldığı kitap aralık ayında çıkacak. Ayaspaşa’daki iki dairesini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne, bir binasını kültür merkezi olma koşuluyla Nesin Vakfı’na bırakan Gülriz Sururi, ölümünden sonra da çocuklara yardım etmeye ve hayatıyla ilham vermeye devam ediyor.
Paylaş