Paylaş
Her ne kadar kendisini bu görevi yapacak yetkinlikte görmeyip “Kuran’ı tercüme etmek için ya çok âlim ya da çok câhil olmak lâzım” diyerek reddetse de ısrarlar karşısında direnememişti.
Hem Arapçaya ve edebiyata hakimiyeti hem de Kuran-ı Kerim bilgisi nedeniyle bu görevi en iyi yapacak kişilerin başında geliyordu Âkif.
26 Ekim 1925 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’yla imzalanan mukavele ile Kuran-ı Kerim tercümesi Mehmed Âkif ile Elmalılı Hamdi’ye verildi.
Bu hizmetleri karşılığında altışar bin lira alacaklardı ve biner lira avansla işe başlamışlardı.
Aynı yılın sonunda siyasi baskılar nedeniyle dönmemek üzere Mısır’a yerleşen Âkif, 13 Ocak 1926’da Kuran-ı Kerim Meali üzerinde çalışmaya başladı. Elmalılı Hamdi Efendi ise tefsir çalışmalarına İstanbul’da devam etti.
Mehmed Âkif Bey tercümeleri Hamdi Efendi’ye gönderecek o da altına tefsiri ekleyecekti.
Mehmed Âkif, 24 Şubat 1927 tarihine kadar Elmalılı’ya Meal’in Araf Suresi dâhil 178 sayfalık kısmını iletti fakat bu tarihten sonra hiçbir şey göndermedi. Daha sonra avans olarak aldığı bin lirayı da iade etti.
YOZGATLI İHSAN EFENDİ’YE EMANET ETTİ
Mehmet Âkif’in Mısır’da en yakın dostlarından biri Müderris Yozgatlı İhsan Efendi’ydi. İhsan Efendi, 1924’te çıktığı Mısır yolculuğu esnasında Mehmed Âkif’le aynı gemide seyahat edenlerden biriydi. Âkif Mısır’a yerleşince, yaşça kendisinden küçük olmasına rağmen İhsan Efendi en yakın dostu ve sırdaşı olmuştu. Âkif 1936’da hastalığı ilerlemiş vaziyette Mısır’dan ayrılırken başta Kuran-ı Kerim Meali olmak üzere birtakım evrak, şiir müsveddeleri ve kendisine gönderilmiş mektupları İhsan Efendi’ye emanet etmişti. İyileşirse kendisine iade etmek, ölürse yakmak şartıyla...
Mehmed Âkif’in sağlığı, 1936 yılının Haziran ayında geldiği İstanbul’da gösterilen her türlü ihtimama rağmen gün geçtikçe kötüleşmiş ve 27 Aralık’ta vefat etmişti.
Âkif’in emanetini 1936 ile vefat ettiği 1961 yılları arasında muhafaza eden Müderris İhsan Efendi sırrını kimseye açıklamasa da akıl almaz baskı ve takibe uğrar. Devlet de peşine düşenler arasındadır, hatta dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel bizzat kendisini ziyaret ederek tercümenin durumunu sorar. Aldığı cevap aynı olur: “Onun öldüğünü haber alır almaz yaktım.”
VASİYETİ OĞLU YERİNE GETİRDİ
Yıl 1961. Bugün hepimizin tanıdığı ünlü bilim insanı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu Kahire’de Ayn Şems Üniversitesi Fen Fakültesi birinci sınıfında öğrencidir. Babası Müderris İhsan Efendi üçüncü kalp krizini geçirmiş ve hayli zayıf düşmüştür.
Son günlerinde hasta yatağında oğlunu yanına çağırıp çalışma masasının kilitli sağ üst gözünü göstererek şunları şöyler:
“Oğlum, bu dünya fanidir, hepimiz ölümü tadacağız. Sana, ben öldükten sonra yerine
getirmeni istediğim önemli bir vasiyetim var. Gördüğün şu gözde iki tomar defter var. O
gözün anahtarı orta gözdedir. Ben ölünce o gözü açıp oradaki defterleri yakacaksın.”
Babasının vefatından sonra aile dostları ve çok sayıda talebesi onları yalnız bırakmaz. Bu günlerden birinde, amca diye hitap ettiğim İbrahim Sabri Bey ve babasının sevdiği öğrencilerinden İsmail Hakkı Şengüler, Ali İhsan Okur ve Osman Saraç’a durumu anlatır.
O gün yaşananları İsmail Hakkı Şengüler şöyle anlatacaktır daha sonra hatıralarını yazdığı kitabında:
“Bir ara Ekmeleddin’in, bu zatın (İbrahim Sabri) yanına yaklaşarak, alçak sesle bir
şeyler anlattığını, onun da heyecanlandığını gördük. Meğer babasının o vasiyetini
anlatmış ve henüz masanın gözünü açmadığını da ilave etmiş. İbrahim Sabri Bey’in
heyecanı da, gözdeki defterlerin Mehmed Âkif’e ait olabileceğini tahmin endişesinden kaynaklanmış. Durum açıkça ortaya döküldü. Hepimiz heyecanlanmıştık. Ekmeleddin, saygın bir büyüğü ve babasının vefakâr dostu olarak, vasiyetin yerine getirilmesini İbrahim Sabri Bey’e havale ediyordu. İbrahim Sabri Bey, o anda orada bulunan Türk öğrencilerinden beni, Osman Saraç’ı ve Ali İhsan Okur’u beraberine alarak Ekmeleddin’le birlikte merhumun yatak odasına götürdü. Ekmeleddin masanın sağ üst gözünü açtığında, iki tomar hâlinde urganla bağlanmış okul defterleri gördük. Urganları çözüp masanın üstünde defterleri kontrol etmeye başladık.
Defterler, Kur’ân-ı Kerîm’in tercümesini ihtiva ediyordu. Temize çekilmişti, ancak
bazı yerlerde kenarlara çıkıntılar çekilerek tashihler de yapılmıştı. Mehmed Âkif’in
yazısını tanıyan İbrahim Sabri Bey gözyaşlarını tutamadı. Hepimizin gözleri dolmuş ağlıyorduk.
...
Defterler hemen yakılacaktı. Karar kesindi. Ancak Mısır’ın evlerinde ne soba var ne de ocak... Böyle bir evrak da sokakta yakılamazdı. Aklıma benim ev geldi... Geniş balkonunda yakma işini rahatlıkla yapabilecektik.
Defterleri tomar hâlinde tekrar bağladık, merhum Mehmed İhsan Efendi’nin göz nuru
döküp el yazısıyla naklettiği o ciltli kalın nüshayı da tomarlarla birlikte alarak, beş kişi
bir taksiye binip Abbasiye’ye gittik. Evde bizden başka kimse yoktu. Balkona çıkardığımız
alüminyum çamaşır leğeninin içinde defterleri birer birer parçalayarak yaktık. Sanki
görev eksiksiz yerine getiriliyor mu diye birbirimizi kontrol ediyor gibiydik. O, ciltli ikinci
nüsha da dâhil, elde en küçük bir parça kâğıt kalmamacasına hepsini yakıp kül ettik.”
Henüz on yedi yaşında üniversite birinci sınıf öğrencisi olan Ekmeleddin İhsanoğlu hem Âkif’in babasına olan itimadına halel getirmemiş hem de vasiyetini yerine getirmiştir.
Yıllar sonra yine bu emanetlerin arasından çıkacak bir başka defter ise Mehmed Âkif’in Kuran tercümesi hakkında doğru bilgi edinmemizi sağlayacaktır.
İLK KEZ ORTAYA ÇIKAN BELGE VE MEKTUPLAR
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, babasının hayatını ‘Kaybolan Dünyadan Nurlu Bir Sima - Yozgatlı İhsan Efendi’ adıyla kitaplaştırmıştı. Dr. Fatma M. Şen ile birlikte kaleme aldıkları ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ‘Âkif’ten Emanetler’ kitabında babası Mehmed Âkif’in Müderris İhsan Efendi’ye bıraktığı emanetleri bir araya getiriyor. Kitapta Âkif’e yazılmış ve şimdiye kadar hiç yayımlanmamış mektuplar da yer alıyor.
Paylaş