Paylaş
Alper Çeker’in sahaflarda tesadüfen bulup satın aldığı mektuplardan politika sahnesinde tanınan Bülent Ecevit’in çok dışında bir portre ortaya çıkıyor. Çiftlik kurup orada arkadaşlarıyla yaşamak isteyen bir hayalperest, parasızlıktan şikayet eden, şiir, roman ve tiyatro denemeleri yazan bir edebiyatçı, Türk ve dünya edebiyatını yakından takip edip okuma tavsiyeleri veren bir entelektüel, okul arkadaşı Rahşan’la görüşememekten şikayetçi bir âşık... Goethe’nin ‘Genç Werther’in Acıları’ndaki Werther ile Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ romanındaki Selim Işık’tan izler taşıyan bunalımlı bir genç.
Bülent Ecevit, Robert Kolej’de Tunç Yalman, Rahşan Aral, Ahmet İsvan, Tosun Bekir Bayraktaroğlu, Altemur Kılıç ve Nezih Neyzi gibi isimlerden oluşan bir arkadaş grubunun üyesiydi.
1944’te Robert Kolej’den mezun olduktan sonra döndüğü Ankara’dan, İstanbul’da yaşayan Tunç Yalman’a sık sık mektup yazdı.
Rahşan Ecevit - Bülent Ecevit
RAHŞANAPOLİ’DEN BİLDİRİYOR
Ecevit’in kitapta yer alan ilk mektubu 17 Ağustos 1944 tarihini taşıyor. Tarihin altına Ankara yerine ‘Rahşanapoli’ diye yazmış. Yaşadığı yer Ankara değil artık onun için şairane bir tanımla adını koyduğu ‘Rahşanapoli’.
Ancak bu ilk mektupta Rahşan Aral’dan söz etmese de daha sonra yazdıklarından ilişkilerinin nasıl ilerlediğini takip etmek mümkün. İlk başlarda görüşememekten şikâyet etse de hayatının merkezinde hep o var:
“Buluştuk, şehre kadar yürüdük. Rehaların önünde ayrıldık, onlar Rehaların odasından bir şey alacaklarmış. Ayrıldıktan sonra biraz yürümüştük ki koşa koşa Rahşan geldi; ne dese beğenirsin: “Bülend, ne zamandır kitaplarını veremedim, bir gün bize gelip onları alır mısın?”
Çal bir ıslık benden!
....
Velhasılı böyle. Artık anladım ki hayat dalgalar gibi üstümüzden geçecek. Dalgalar ki yükseldikçe saadet, alçaldıkça kederdir. Ve dalgalar ki bir yükselip bir alçalır.
Eğer bu sahiden böyleyse ben razıyım; hiç değilse yarı ömrümüz olsun mes’ut geçmiş olur.
Her neyse; tabii derhâl kabûl ettim. Ve gelirken başka kitaplar da getireceğimi söyledim (götüreyim ki onları da alayım).”
‘BEN RAHŞAN’I SEVİYORUM’
Bir süre Hukuk Fakültesi’ne devam eden Bülent Ecevit bir türlü sevmez hukuku. Nefret ettiği şehir hayatının ilmi olarak görür onu. En mutlu olduğu an okulu bırakıp İngiliz Dili ve Edebiyatı’na geçtiği gün ve Rahşan Aral’la evlenmelerini ailesinin kabul ettiği andır:
“Düşün şehir hayatı, ‘cite’ hayatı ve kötü, ve menfaat üstüne kurulmuş pörsük limonlar gibi şiiri kaçmış, kubur edilesi bir hayattır. Ve düşün ki Hukuk, işte bu ‘cite’ hayatının ilmidir. İlimmiş; dut yesin! Hukuk bu denlü kepaze.
....
Bir kere, başımın dertleri yetmiyormuş gibi sırtıma binen Hukuku fırlattım attım. Girdim İngiliz Dil ve Edebiyatı’na. Niyetim Filolog olmaktır. Aldılar beni 2’ci sınıfa...
Fakat asıl güzel haber bu değil ki. Ya nedir dersin?
- Rahşan ailesi ile konuşmuş; ‘Nasıl istersen kızım’ demişler, ‘vaziyeti müsait olunca evlenirsiniz.’
Gelgelelim, benimle rastlaşacak diye artık Seraplara bile göndermiyorlar, yalnız başına, yahut arkadaşları ile, sokağa bile bırakmıyorlar. Maamafih “bu benim mutaassıplığıma ceza” diyorum. Şimdi canım tuhaf bir şey yazmak istedi; hem o kadar istedi ki ne kadar tuhaf olursa olsun yazacağım:
Ben Rahşanı seviyorum.”
EVDE MUTSUZ VE UYKUSUZ
Ailesiyle yaşadığı evde kendine ait bir odaya kavuşsa da yazmak için uygun ortamı sağlayamamaktan şikâyetçi hep. Babasının dinlediği radyo, üst kattaki çocuğun çıkardığı sesler zaman zaman isyan noktasına getiriyor şair Bülent Ecevit’i:
“Sigarayı bıraktığımdan ve uykusuzluktan olacak.
Ah! ben uykusuzum da. Hem geceleri üç’te yatıyorum. Hem de adam, sabahın 7 ve 8’inde çalan çalar saatlerle dolu: üstümüzdeki ‘piç kurusu’ sabah 7’de kalkıp odasının zeminini (: benim tavanımın) hem topuklarıyla ve hem de çekiç ve balyozlarıyla dövmeye başladığı gibi, saat 8’den itibaren de, hemen karşıbaşımdaki ilkmektebin ah! O sevimli çocukları cıvıldaşıyor, ne güzel...”
*Hayat Dalgalar Gibi Üstümüzden Geçecek, Alper Çeker, Timaş Yayınları
ÇİFTLİK KURUP ARKADAŞLARIYLA YAŞAMAK İSTİYOR
Kolejden sonra üniversitede ne okuyacağını bir türlü karar veremeyen Bülent Ecevit’in ilgisini çeken dallardan biri de ziraattir. Servet-i Fünun edebiyatçılarının Yeni Zelanda’ya yerleşme ütopyaları gibi onun da hayali sevdiği okul arkadaşlarıyla bir bir çiftlik kurup hep beraber yaşamaktır. Belki de siyasete atıldıktan sonra hayata geçirmek istediği ‘köykent’ projesi fikrinin ilk kıvılcımları o yıllarda parlamıştı.
EŞŞOĞLUEŞŞEK PARA
Babasının aracılığıyla girdiği Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nde tercüme yaparak üniversite haçlığını çıkartmaya çalışsa da para kazanamamaktan sürekli şikâyetçi. Hatta arkadaşı Tunç Yalman’ın babasının çıkardığı Vatan’da yazdığı tiyatro eleştirisini okumak için gazeteyi alacak para bulamayacak kadar. Türk siyasetinin en beyefendi ve kibar ismi, gençliğin de verdiği heyecanla isyan ediyor bu duruma ve zaman zaman bozuyor ağzını:
“Tunççuğum,
Yavaş yavaş şifa buluyor gibiyim. Hayatla aramdaki sulh müzakereleri tatmin edici bir safhaya döküleceğe benziyor. Amma gine de ‘İşallah’.
Buna sebep de nedir bilir misin: Para! Nihayet anladım ki artık, bu eşşoğlueşşekmiş hayatın hakimi... Ne dersek diyelim onun tebaasıyız. Eşşoğlueşşek yüzüme biraz sırıtınca bendenizin ağzı kulaklarıma vardı.
Amma nasıl varmasın?”
Paylaş