Paylaş
Cemal Süreya’nın ünlü şiiri ‘Üvercinka’nın aslında ‘Güvercin Kanadı’nın kısaltması olduğunu ve şiirinde sözünü ettiği coğrafyanın bir kadın bedenine karşılık geldiğini biliyor muydunuz?
Cemal Süreya
Ya da en kalabalık edebiyatçı cenazelerinden biri olan Orhan Veli’nin cenazesine Yahya Kemal’in ‘daha fazla reklamı olmasın’ diye katılmamasını... Edebiyatseverlerin merakla okuyacakları bir toplam.
Muhsin Kızılkaya’nın yazdığı Üvercinka’nın Kasıkları Karakarga Yayınları’ndan çıktı.
‘GÜVERCİN KANADI’
Kitaba da adını veren ilk yazı Cemal Süreya’nın ‘Üvercinka’ şiiri üzerine. 1956 yılında yayımlanan şiirdeki “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” dizesi İkinci Yeni akımının manifestosu gibidir:
“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız / Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun / Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez / Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor / Bütün kara parçalarında / Afrika dahil”
Gelelim ‘Laleli’ bölümünü aldığım şiirin yazılış hikâyesine...
Cemal Süreya 1954 yılında Ankara’da Mülkiye’yi bitirdikten sonra, okulun son sınıfındayken evlendiği Seniha Hanım’la Eskişehir’e yerleşir ve vergi dairesinde memur olarak işe başlar. Ancak çalıştığı yerde liseyi yeni bitirmiş, üniversite sınavlarına hazırlanan genç bir kız vardır. Gönül ferman dinlemez ve kıza âşık olur.
Kimseye anlatamaz derdini dizelerden başka. ‘Güvercin kanadı’ adını vermiştir kıza ve kelime uyumu ile ‘Üvercinka’ya çevirmiştir.
Muhsin Kızılkaya şiirin Cemal Süreya’nın kullandığı bazı kavramlar nedeniyle yanlış yorumlandığını belirterek şu tespitte bulunuyor:
“Bu şartlarda şimdi ‘Üvercinka’yı tekrar okuyalım; ‘davayı’, ‘kurşuna dizilmeyi’, ‘aydınca düşünmeyi’, ‘hürlüğün şarkısını’ bir kenara bakalım ve Marquez’in ‘âşık olduğun kadınla yatmadan sakın ölme’ düsturuna inanmış uçarı, muzip, aşkta kural tanımaz, erken evlenmiş bir genç şairin haleti ruhiyesini düşünelim bir an.
İşte o zaman şiirde geçen ‘Afrika’nın yeryüzünün bir kara parçası, yedi kıtadan birisi olmadığını, tam tersine vücudunun ‘bütün kara parçalarında’ gezindikten sonra sırası gelen ‘Üvercinka’nın kasıkları’ olduğunu kolayca görür; şair denilen kelime kuyumcusunun bize oynadığı ‘oyunu’ keşfedip o şiirden çıkarılan anlamlar karşısında onun kıs kıs gülmesine biz de arkamızı yaslayarak katıla katıla katılabiliriz.”
YAHYA KEMAL, ORHAN VELİ’NİN CENAZESİNE NEDEN KATILMADI
Muhsin Kızılkaya, Salah Birsel’in ‘Yaşlılık Günlüğü’ kitabında yazdığı edebiyatçı cenazelerinden yola çıkarak en kalabalık edebiyatçı cenazelerinden biri olan Orhan Veli’nin cenazesine Yahya Kemal’in neden katılmadığını da anlatıyor:
“Cenazesi en kalabalık şairlerden birisi ise Orhan Veli’dir. Salah Bey’in deyimiyle ‘Bütün İstanbul cenazeye koşmuş’tu o gün.
Cenazesinin kaldırılacağı gün İstanbul’da bütün kitapçılar, şaire hürmetten kepenklerini indirir. Beyazıt Camii’nin avlusu sabahın erken saatlerinden itibaren dolmaya başlar. Kimler yoktur ki?
Yaşadığı sürece hiçbir risk almadan rahatına bakmış ‘eski toplumun ağıtçısı’ Yahya Kemal, cenaze törenine katılıp katılmama konusunda kararsızdır. Önce gitmeye karar verir, sonra bu fikirden vazgeçer. Vazgeçme gerekçesini de yakın arkadaşı Cahit Tanyol şöyle açıklar:
‘Şimdi benim bu cenazeye gitmemi istismar ederler, sömürürler. Belki de gazeteler Yahya Kemal de cenazede vardı diye yazarlar. Ve bu onların şiir anlayışları için reklam olabilir.’
Ölen şairin cenazesine ‘reklamı olmasın’ diye gitmez Yahya Kemal.”
Yahya Kemal Beyatlı
KAYIKTAN GERÇEKTEN DÜŞMÜŞLERDİ
Cenazesinin anlatıldığı bölümde Salah Birsel’in kendi anlatımıyla Orhan Veli ile nasıl tanıştıkları ve kişiliğine dair düşünceleri de yer alıyor. Birsel 1941 yılının nisan ayında Ankara’dan İstanbul’a gelmiş olan şairle Nisuaz Pastanesi’nde tanışır.
“Muzip, nevi şahsına münhasır bir adamdır Orhan Veli. Adını üne kavuşturmak için geceyi gündüze katarak planlar düzdüğünü söyler Salah Bey. Gazetelere haber olmak için kırk takla atar. Mesela Kadıköy Halkevi’nde yaptığı gibi, konuşurken masaya boylu boyunca uzanır, Ahmet Hamdi’yle Sarıyer’de çıktıkları kayık sefasında kayığı devirip denize düştüklerini, canlarını zor kurtardıklarını gazetecilerin kulağına fısıldar. Yanında Ahmet Hamdi yoksa nasıl haber olabilir ki gazetelere?”
Orhan Veli ve Ahmet Hamdi Tanpınar
Kitapta yer almıyor ama oysa gerçekten yaşanmıştır bu olay, hatta fotoğrafları bile vardır Orhan Veli ve Tanpınar’ın kayıkta. Haluk Oral bu olayı Ot Dergisi’nin Mayıs 2020 tarihli sayısında yazmıştı. 14 Temmuz 1947’de Vakit gazetesinin haberine göre içinde Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Veli’nin de bulunduğu kayık su alarak batarken çevreden yetişen diğer sandalların yardımıyla kaza ucuz atlatılmıştır.
Paylaş