Hal böyle olunca, üniversiteye yemek yapmayı bilmeden gittim ve sürekli dışarıdan yemek söyleyerek 3 ayda tam 10 kilo aldım!
Sadece bu sebepten bile, çocukların erken yaşta mutfağa girmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çocuklarımıza kendine yetebilmeyi ne kadar erken öğretirsek, bence o kadar iyi.
Şimdiki nesil daha şanslı, ben üniversiteye başladığımda daha ne YouTube vardı, ne de internette bu kadar çeşitli yemek tarifi. Artık çocuklar ebeveynleri olmadan yemek yapmayı öğrenebiliyor. Ancak ben yine de anne-babaların bu konuda öncü olması gerektiğini düşünüyorum, zira mutfak çocuklara çok iyi geliyor.
Geçenlerde bu düşüncemi, Instagram’da canlı yayın yaparken takipçilerimle paylaştım. Birlikte uzun uzun konuştuk ve mutfağın çocuklara neden iyi geldiğini araştırdık. Hemfikir kaldığımız noktaları paylaşıyorum, eklemek istedikleriniz olursa, aşağıya yorum bırakmayı unutmayın.
Mutfak Geliştirir!
Matematik Zekâsı
Tarifleri düşünün... 3 bardak un, 1/2 litre süt, 4 yemek kaşığı tereyağı... Yemek yapmanın belli bir matematiği var. Eğer hesabınızı doğru yaparsanız, sonucu da ona göre oluyor. Çocukları mutfağa dahil etmek, matematik zekalarının gelişmesine yardımcı oluyor. Aynı zamanda okulda öğrendiklerini, pratik hayatta uygulama şansı buluyorlar.
Huzur evi çalışanları tam emin olamıyor, zira orada yaşayan yaşlıların çoğu Alzheimer hastası ve kendilerine zor bakıyor. Yine de denemek istiyorlar ve kedileri sahipleniyorlar.
Kendi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan huzur evi sakinleri, yavru kedileri görünce çılgına dönüyor. Kedileri besliyor, seviyor, canla başla bakımlarını üstleniyor. Sadece 2 ay gibi kısa bir sürede, hem huzur evi sakinlerinde hem de yavru kedilerde fiziksel olarak iyi yönde büyük bir fark görülüyor. Yaşadıkları yerin bütün havası değişiyor, daha canlı, daha mutlu, çok daha daha sosyal bir ortama dönüşüyor.
Söyleyeceğim şu ki; bu dünyada herkesin bir yeri, bir işlevi var. Sorumluluk, sevgi ile beslendiği müddetçe mucizevi sonuçlara yer açabiliyor, insanın ömrüne anlam katabiliyor. Arizona’dan çıkan bu hikaye benim çok hoşuma gitti. Sahipsiz bu kadar kedi ve köpeğin olduğu ülkemizde benzer bir uygulama denense fena mı olur ?
KEDİLERİN KRALLIĞI
Madem kedilere değindik, çok ilgimi çeken bir kitabı sizlerle paylaşmak isterim. “Shop Cats of New York” instagramda kedi fotoğrafları paylaşan Andrew Marttilla ve blogger Tamar Arslanian’ın ortak çıkardıkları bir kitap.
Kitap, New York gibi saatlerin salise gibi aktığı hızlı bir şehirde, kedilerin kendi halindeki yaşamını gösteriyor. New York’un farklı dükkanlarında kendi krallığını kuran kedilerin fotoğrafları bana çok huzur verici ve rahatlatıcı geldi. Kedi aşıklarına duyurulur!
Bugün benim gibi yaz çocukları için kışı ve evde oturmayı daha sevimli hale getirecek nefis bir dizi önerisi ve de mutfakta eğlenceli zaman geçirmenizi garanti edecek birbirinden lezzetli pizza tariflerimi paylaşacağım. Güneşli günlerde buluşmak üzere!
Vahşi Batı
Şöyle battaniyenin altına kıvrılayım, sürükleyici bir dizi izleyeyim diyorsanız Westworld’ü mutlaka izlemelisiniz. 1973 yapımı filmden uyarlanan dizi, gelecekte çok gerçekçi bir eğlence parkında geçiyor. Yönetmeni Lost’tan bildiğimiz J.J. Abrahms. Oyuncu kadrosunda ise Anthony Hopkins, Ed Harris, Evan Rachel Wood, James Marsden gibi meşhur yıldızlar yer alıyor. Anlayacağınız kadro 10 numara!
Konusuna gelince; kendinizi bir kovboy filminde düşünün. Etrafınızda müthiş bir senaryo dönüyor. İstediğiniz her şeyi yapabiliyor, karakterinizin en karanlık taraflarını özgür bırakabiliyorsunuz. Sınır yok, başkasını öldürmek te dahil olmak üzere herşey serbest, zira kovboy filminin oyuncuları, insan görünümlü robotlar. Kim bir insanı öldürmek ister ki diye düşündüğünüz noktada, oyun konsollarında savaş oyunları oynayan milyonlarca kişiyi hatırlıyorsunuz.
Dizi inanılmaz sürükleyici, izlerken zamanın nasıl geçtiğiniz anlamıyor, üst üste izlemek istiyorsunuz. Eğer izlerseniz yorum bırakmayı unutmayın!
Eugen Merher, 26 yaşında bir öğrenci. Aklına Adidas için bir reklam filmi geliyor, Adidas’a bir kaç kere ulaşmaya çalışıyor ama başarılı olamıyor. Ancak Eugen yılmıyor ve projeyi kendi imkanlarıyla hayata geçiriyor. Adidas için Adidas’ın haberi olmadan nefis bir reklam filmi hazırlıyor.
Filmde, huzurevinde yaşayan 79 yaşındaki Karl, bir gün eski spor ayakkabılarını buluyor ve içinde bir heyecan doğuyor. Karl seneler sonra ilk kez spor ayakkabılarını giyiyor ve tekrar koşmaya başlıyor. Karl sınırlarını genişletmek, huzurevinden dışarı çıkmak istiyor ancak hemşireler bir türlü izin vermiyor. Karl’ın tutkusu diğer huzurevi sakinlerini de etkiliyor ve ona yardım etmeye karar veriyorlar.
Filmin sonunda Karl, bütün engelleri aşıyor ve özgürlüğüne koşuyor.
Hikaye nefis. Müzik, görüntü kalitesi, karakterler, her şey çok etkileyici. Tekrar tekrar izlettiyor, zaten şuan youtube'da 10 milyon izlenmeye ulaşmış durumda.
Reklam filmi mi daha güzel arkasındaki hikaye mi karar veremedim, zira 26 yaşındaki Eugen ile 79 yaşındaki Karl'ı birbirine çok benzettim. Eugen, büyük bir markaya başarılı bir proje sunabileceğine inanıyor ama kimseye ulaşamıyor. Karl ise koşabileceğine inanıyor ama bir türlü dışarı çıkamıyor.
İyi ki ikisi de zincirlerinden kurtulup karşımıza çıkabildi. Tutkularına sahip çıkıp, bize ilham veren herkese teşekkürler!
Artık biraz sıkıldık değil mi? Kendimizi olduğumuzdan daha güzel, daha üstün göstermeye çalışmaktan, aynı tip kadın ve erkeklerden, kalıplaşmış güzellik anlayışlarını kovalamaktan, ihtiyacımız olmayan eşyalarla evlerimizi doldurmaktan…
Eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız, 2017 size çok iyi gelecek!
Yeni trend sadeleşmek
Yeni trend filtreleri kaldırmak, özümüze dönmek! Makyaj, giyim, aksesuar, diksiyon bunların hepsi aslında aynı instagram’daki gibi birer filtre. Herhangi birini uyguladığımızda, kendimizin daha özel, daha farklı olduğunu düşünüyoruz. Özellikle biz şehirde yaşayanlar, doğduğumuz günden itibaren bu filtreleri uyguluyor, hayatı başka türlü yaşamayı bilmiyoruz.
Yeni yıl trendleri arasında bir terimin adı çok geçiyor; “Raw Humanity”. Türkçeye “ham insanlık” olarak çevirebiliriz.
“Nedir bu ham insanlık?”, “filtresiz nasıl yaşanır?” diye düşünürken aradığım cevabı Cumalıkızık Köyü’nde buldum.
Filtresiz bir dünya
Dünyanın dört bir yanından gelen teknoloji firmaları en son numaralarını kelimenin tam anlamıyla görücüye çıkarttı.
Eskiden böyle fuarları takip etmek zor olurdu, ancak sosyal medya sağolsun bütün gelişmeleri hızlıca takip edebildik. Beni çok heyecanlandıran bir kaç yenilik var, sizler ile paylaşmak isterim.
BU ARABA BİR HARİKA!
Araba kullanmayı sevmiyorum. Zaten pek beceremiyorum!
Baştan uyarayım, “kadın olduğun için” yazarsanız bozuşuruz. Cinsiyet ayrımcılığı yok, benden daha kötü araba kullanan pek çok erkek sayabilirim size.
Ancak sonuçta sevmiyorum işte. Sabırsız ve korkak bir insanım. İstanbul trafiği benim karakterimde bir insan için korkunç bir deneyim. Sollayan IETT otobüslerinin, deli gibi korna çalan taksilerin arasında panik atak geçirmeme ramak kalıyor.
Her kadın gibi maalesef ben de trafikte sıkıştırılıyorum, cam açamıyorum, yan arabadaki "hanzo"ları görmezden gelmeye çalışıyorum.
Senaryo tanıdık geldi değil mi? Kurumsal hayatta çalışmış herkes, mutlaka benzer bir durumda bulmuştur kendini.
İŞİNİ ZAMANINDA BİTİR!
İş hayatına New York'ta başladım. Daha işin ilk günü patronum Shanti, "Ofiste geç saate kadar kalan insanlar benim gözümde beceriksizdir" demişti. "Akıllı insan, işini zamanında bitirir." 2 sene çalıştım New York'ta, ofisten neredeyse her gün 17:30'da çıktım. Sosyalleştim, dinlendim, sinemaya gittim, dengeli ve huzurlu bir hayat yaşadım.
Kendime zaman ayırabildiğim için daha verimli ve daha mutlu çalıştım.
Umman Sultanlığı, Arap Yarımadası'nda dört milyon kişinin yaşadığı, büyük bölümü çöllerle kaplı sessiz sakin bir ülke. Nüfusu az, yolları temiz, insanları kibar. Ülkenin büyük bir bölümünü çöller kapladığı için, Ummanlılar neredeyse her hafta çölde kamp yapıyor. Biz de, çoluk çocuk bu deneyimi yaşamak için, kendimizi Umman’ın başkenti Maskat'ın yakınındaki bir çöle attık.
Çocukla çöle gidilir mi?
Çocukla çöle giderken insanın aklında binbir soru oluyor. Malum çölde eczane yok, hastane yok.
Ya akrep/yılan sokarsa? Ya gece hava soğuyunca hastalanırsa? Ya canı sıkılırsa? Ya kaybolursa? Aklımızda deli deli sorular, çocukların ayaklarında ne olur ne olmaz diye ışıklı ayakkabılar, yola çıkıyoruz.
Müthiş bir ıssızlık
Çöle gitmek hiç kolay değil, önce 3 saat otobanda, sonra da 50 dakika off-road gidiyorsunuz. Etrafta develerden başka hiç bir şey yok, ıssızlık sizi müthiş etkiliyor, biraz da korkutuyor. Araba ile kum tepelerinin üzerine çıkıp inerken kendinizi bir bilgisayar oyununda gibi hissediyorsunuz. Çocuklar için inanılmaz bir deneyim. Devasa kum tepelerine, sakin sakin gezinen develere hayretler içinde bakakalıyorlar.
Anlıyorum ki, kaç yaşında olursa olsun, nerede olursa olsun, farklı deneyimler yaşatmak, çocuklara verebileceğimiz en güzel hediye.