Paylaş
Hem sözleriyle, hem de melodileriyle özel şarkıların mimarı Görkem haftalarda yayınladığı mini albümü ile uzun süreli sessizliğini bozdu. Birkaç senedir Fransa’da yaşayan Görkem Han ile hem müzikal geçmişini, hem de yeni yayınladığı EP’si ‘The Journey of A Thousand Miles’ı enine boyuna konuştuk. Yenilik kokan nefis bir albüm ve dopdolu bir röportaj bekliyor sizi:
Görkem Han kimdir derlerse nasıl anlatırsın onlara kendini?
Görkem Han, kendi halinde, aşırı sakin, biraz geek ve hissettiği tüm duyguları müzikle anlatmaya çalışan birisi diyebilirim.
Müzik ile yolun nasıl kesişti, müziğe olan ilgin nasıl başladı?
Müzik ile yolum, ailemin beni 6 yaşında Kültür Bakanlığı Çok Sesli Çocuk Korosu sınavlarına sokmasıyla başladı. O zamanlar çok küçük olduğum için müziğin ne kadar yüce bir şey olduğunu algılayamıyordum tabi. Büyüdükçe bu duygu tamamen yer edindi bende tabi.
Sana ne ya da neler şarkı yazdırıyor, müzik notalarına bastıran his ya da olay nedir senin için?
Bana, genelde çok aşırı şeyler üretmemi sağlıyor. Yoğun duygular, hisler, beni derinden etkileyen olaylar. Sadece benim başıma gelmiş olaylar değil ama kesinlikle. Yolda yürürken gördüğüm, başkasının başından geçen bir olay da beni çok etkileyebilir. Çok aşırı duygusal bir insanımdır.
Sanırım ilk single 2013’te yayınlanmıştı. Night & Shore EP ile. Esas benim ilgimi çeken çalışman ‘Ocean’ 2014’te yayınlanan, ben müzikal olarak daha farklı bulmuştum o şarkını. ‘Ocean’ sonrasında yayınladıklarında da farklı bir müzikal yön var, bu anlamda Ocean’ı bir milat olarak alabilir miyiz?
Ocean, kesinlikle bir milattır. Hem benim hem de müziğimin olgunlaşması açısından.
2015’te bir diğer beni vuran şarkın ‘’you were there, somewhere…” ı yayınladın. Seni hazır bulmuşken bu şarkının da hikâyesi, ya da anlatabileceğin bir detayı varsa duymak çok isterim.
Bu şarkının hikâyesi oldukça derindir. Kişisel olan detayını değil de, genel olarak anlatacak olursam, bize birçok güzel anılar bırakıp aramızdan ayrılan tüm insanlara yazdığım bir şarkı diyebilirim. Beni 27 yıldır sanırım en çok etkileyen, üzen duygu ‘kaybetme’ duygusu oldu. Her açıdan. Değer verdiğimiz bir insanı, aşık olduğumuz bir insanı, çok sevdiğimiz bir objeyi ya da bir hissi kaybetmek. Yani sonuç olarak, sadece ‘ölüm’ duygusu değil de, kaybettiğimiz her şeyin anısında yazılan bir şarkı.
2015 sonrası senden yeni bir şarkı duyana kadar 3 senelik bir boşluk var. Bu dönemde neler yaptın?
Bu dönem aralığında Fransa’ya yerleştim. Hayat sürprizlerle dolu gerçekten. Fransa’dan çok güzel bir iş teklifi aldım ve burada müziğimi çok daha rahat icra edeceğimi düşündüm. Tabi alışma süresi bir sene kadar sürdü. Bu 3 sene boyunca üretmeyi bırakmadım, fakat yoğunluk ve alışma sürecinden dolayı yeni bir şey yayınlayamadım.
Bu senenin ocak ayından ‘Morning Lights’ i (çok uzun süredir durmadan dinliyorum) yayınladın. Bu geri dönüş ve şarkı hakkında neler söylemek istersin?
Çok sevindim şarkıyı beğenmene. ‘Morning Lights’, benim birçok kez yaşadığım bir his üzerine yazdığım bir şarkı ve bir çoğumuzun yaşadığında da eminim bu duyguyu. Bazen sabahın erken (‘sabahın körü’ diye adlandırdığımız) saatlerinde uyandığımızda, pencereden sızan ince ve rahatsız edici bir güneş ışığının eşliğinde, uykudan yeni uyanmanın da verdiği hafif sersemlikle boş boş bakındığımız o his. Ne güneşin tadını çıkarttırır bu his insana, ne alınan uykunun. Bir an için her şey boş gelir. Hatta hayatı bile sorgulatır o kısa süreç. İşte tam olarak bu duyguya yazdığım bir şarkı Morning Lights.
’Sabah ışıklarında bir şey var, iyi hissetmiyorum.’
Özellikle ‘Morning Lights’ın keşke birkaç versiyonu daha olsa diye içimden geçirmiştim. Şarkılarını yaparken tek versiyonla mı hazırlıyorsun, yoksa yayınlamadığın başka versiyonları da var mı?
Şarkıları yaparken, genelde bir çok versiyon çıkıyor oluşum sürecinde. Zaman içerisinde içlerinden bir tanesi daha akıla yatar hale geliyor ve o versiyon üzerinden ilerleyip, son haline getiriyorum.
Morning Lights’e bir remix ep’si yayınlayabilirim ilerleyen dönemlerde.
Fransa’da yaşamanın müziğine yansımasıyla ilgili neler söylemek istersin.
Farklı kültürlerle tanışmak ve kaynaşmak her zaman insana iyi gelen, ufuk açan bir şey diye düşünüyorum. Henüz, bu tanıştığım kültürleri analiz etme aşamasındayım. Fakat ileriki çalışmalarımda eminim bu kültürlerin esintilerini hep beraber hissedeceğiz.
Single, EP ve albüm kapaklarına bakınca hep bir noktasal görsel iletişimi görüyorum. Görsellerle ilgili özel bir detay var mı?
Bu fikri bana Buğra Bilgen getirdi ilk olarak. Fikir benim de çok hoşuma gitti. Bütünlüğü çok seven bir insanımdır. Tüm görsellerde bir bütünlük üzerinden ilerlemek çok daha etkili olur diye düşündük. Minimalizm’in etkisi de çok büyük tabi. Verilmek istenen duyguyu, bir noktayla bile anlatabilmenin güzelliği çok hoşuma gidiyor.
Gelelim son EP’in ‘The Journey of A Thousand Miles’a. Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan bu mini albüm için ne kadar süredir çalışıyorsun. Şarkıların hazırlık süreci ve detaylarıyla ilgili neler söylemek istersin?
EP’deki ilk 3 şarkı, benim 3 senedir üzerinde çalıştığım şarkılardı. ‘Ardından’ çok yeni bir şarkı. Normalde ben çok daha seri üreten bir insanımdır. Hem yaptığım eseri çok çabuk paylaşmak isteme duygumdan dolayı, ürettiğim şeyleri çok tutamam içimde. Fakat başka bir ülkeye yerleşme süreci beni biraz daha durgun ve sakin bir insan yaptı diyebilirim. Ürettiklerimi bekletip, daha da olgunlaştırarak sunmak sanki daha doğru olur diye düşündüm.
The Journey of A Thousand Miles’ı kısa kısa anlatmak istersen neler söylemek istersin?
Stolen Heart: Bu şarkı, hayatımızda ilk kez gördüğümüz, belki yolda yürürken yanımızdan geçip giden, belki de otobüste karşılaşıp bakakaldığımız, o ilk anda, kişinin bize hissettirdiği duyguları tarif edemeyeceğimiz, ilk görüşte aşk diye tabir ettiğimiz duyguya yazılmış bir şarkıdır. İsmini bile bilmediğimiz halde, bir an için o kişiyle dünyanın en mutlu tablosunu kurduğumuz tatlı/acı bir duygu. Acı kısmı da, bu kişiyi büyük ihtimalle bir daha asla göremeyecek olmamız.
Turn Back Time: Turn Back Time, benim hayatta yaptığım hatalar üzerine yazdığım bir şarkı. Ancak ben şarkı sözlerini yazarken, kişisele indirgemeyi sevmem. Genele hitap etsin isterim. O yüzden, ‘Eğer zamanı geri alabilseydim, bütün yapılan hataları, yanlışları düzeltirdim. Her sabah, güneşin doğuşunu yakalardım.’ Gibi bir motto söz konusu.
Love Me Back: Bu şarkı biraz daha kişisel bir şarkı. Ben yüce aşk duygusuyla erken yaşlarda tanıştım. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü çevremde, olgun diyebileceğim yaşlarda birçok insan gerçek aşk duygusu ile hiç karşılaşmamış.
Benim bu duyguyla bu kadar erken tanışmam da biraz bocalamama sebep oldu tabi. Nasıl kontrol altında tutacağımı bilemediğimden, bu güzel duyguyu maalesef kaybettim. Uzun, yorucu ve ağrılı bir dönemdi duygusal olarak. Ancak o duygu o kadar yüce bir duygu ki, onca acıya rağmen, insan ‘acaba yeniden?’ demekten de korkmuyor. ‘Love Me Back’ de tam olarak bu durum üzerine yazdığım bir şarkı.
Ardından: ah ah... Ne kadar derin, ne kadar can yakıcı bir şarkıdır bu benim için anlatamam sana. Bu projede yazdığım ilk Türkçe sözlerdir bunlar. Sebebi de, bu şarkının sözleri o kadar canımı acıtır ki, bu duyguyu kendi ana dilimde paylaşmak istedim dinleyenlerle. Eğer kendi ana dilim ile anlatırsam belki onlar da bu acıyı biraz olsun paylaşırlar benimle diye düşündüm.
Sözlerin anlamını tam olarak ifade edemeyecek olsam da, genel olarak hayatta dinlediğimiz her kötü son ile biten masalın ardından, çaresiz uyuyakalmak zorunda olmamız. ‘Keşke değiştirebilseydim, keşke kötü bitmeseydi.’ Dediğimiz her durumun ardından, maalesef öyle bakakaldığımız, sustuğumuz, susmak zorunda olduğumuz her durum bu şarkıya can veren bir olaydır.
Çocukluğumuzda, bize anlatılan masallar genelde hep mutlu sonla biterdi. Masalın ortalarında üzücü olaylar olsa da sonunda hep bir kahraman çıkar ve düzeltirdi her şeyi. Mışıl mışıl uyurduk sonra da. Ancak büyüyünce öyle olmadığını idrak ettiğimiz o anlar... Masallar kötü bitmeye başlar ve biz hiç istemesek de yine uyuyakalırız.
‘The Journey Of A Thousand Miles’ senden şimdiye kadar duyduğum melankolik havayı alıp götürdü, yerine funky yepyeni bir sound geldi sanki. Bu baştan planladığın bir durum muydu? Yoksa şarkılar gelişirken albüm de zamanla böyle bir çizgiye mi oturdu?
Ben her zaman şunu savunurum: Sanatçı sürekli benzer ürünler verip bir süre sonra kendini tekrarlamamalı. Hayatta, içinde bulunduğumuz birçok durum nedeniyle, duygularımız değişkenlik gösterebiliyor. Üretim kısmında da doğal olarak bu bize yansıyor. Birçok sanatçı, bir eser üretip bununla büyük başarı sağladığında, o esere yapışıp kalıyor ve hep o eser çevresinde üretmeye çalışıyor. Bir süre sonra hem takipçileri hem de kendisi, sıkılıyorlar bu durumdan. Yani sonuç olarak, bir sonraki yayınlayacağım eserde sizleri yine melankolinin en derin noktalarına götürebilirim.
Albümün adını nasıl koyduğunu sormasam olmaz…
‘The Journey of a Thousand Miles’ tam olarak, benim Türkiye’den Fransa’ya yerleşme sürecimdeki dönemde oluşan şarkılardan toparladığım bir EP. Her şarkı binlerce kilometrenin bana kattığı duyguları, hisleri anlatır. Bu yüzden böyle bir ismin çok doğru olacağını düşündüm.
Önümüzdeki dönemdeki planlarınla ile ilgili olarak neler söylemek istersin?
Öncelikle bu EP’deki her şarkıya klip çekmek istiyorum. Hepsiyle ilgili çok güzel düşüncelerim, fikirlerim var. Onun dışında bu, ara verdiğim 3 sene içerisinde ürettiğim birçok şarkı var. Bunları dinleyiciyle paylaşacağım. Yani ikinci bir EP gelebilir. Hatta bir LP bile gelebilir. Çok değerli bir kaç müzisyenle çalışıyorum aynı zamanda. Yakın dönemde bunları da paylaşacağız sizlerle tabi ki. Bunun dışında bir de Avrupa turnesi düşünüyorum. Şimdilik planlar böyle.
Paylaş