2016’nın en iyi albümleri yazısı ile seneyi bir nevi süzgeçten geçirip, elde avuçta ne kaldıysa bu yazıda sizler için toparladım. Aslında ‘en iyi’ konseptinin kendi içinde imkansızlığa giden ilginç bir sıralama hali. Her sene bu yazıyı yazarken listeyi biraz daha daraltıp, 'gerçekten dinlemeden o sene geçmesin' diyeceğim albümleri seçmek istesem de en az bu yazıda yazdığım albümlerin iki katı kadarını da liste dışında bıraktığım için sürekli kendimle mücadele veriyorum. Sanırım bu debelenme halim hiçbir zaman geçmeyecek.
Yazıyı iki bölümde sizlerle paylaşacağım. İlk bölümde 2016'nın en iyi yabancı albümlerine, ikinci bölümünde ise en iyi yerli albümlerine yer verdim. 2016’nın yıldızları kimlermiş, gelin şöyle bir hatırlayalım:
1975- I LIKE IT WHEN YOU SLEEP, FOR YOU ARE SO BEAUTIFUL YET SO UN AWARE OF IT
2013 senesinde kendi isimleriyle yayınladıkları ilk albümler ile yakaladıkları dev şöhretten sonra İngiliz grubun yeni albümü uzun süredir büyük bir merakla bekleniyordu. Bu beklentiler boşa çıkmadı da, muhtemelen 2016’nın en uzun isimli albümüne imza atan 1975, funk, alternatif rock, melodik nefis bir albüm ile hayatımıza renk kattılar. Özellikle yeni albümlerini her dinlediğimde acaba Phil Collins de back vokallerde var mı diye merak etiğimi itiraf etmeliyim.
Kilit Şarkılar: Somebody Else, Love Me, The Sound, UGH!
RIHANNA-ANTI
Sabah okula giderken yolda, akşam eve gelince ders çalışırken, nerdeyse yatana kadar sürekli arka fonda hep bana konuşan, yeni şarkıları tanıtan, müzik haberlerini hiç gecikmeden veren bir dünyaydı. DJ’lerin hepsini nerdeyse bir rock star edasıyla merak eder, kendimce hayranlık beslerdim. İstek şarkılar için arar, sıradaki şarkı benim şarkım mı olacak diye çocukça bir merakla radyonun karşısında beklerdim. O dönem elbette dijital dünya daha henüz ortada yoktu, korsan üretim hortlamamıştı, insanlar albüm satın alır, sanatçıların da bugüne kıyasla nispeten daha çok hak ettiği gelirler kazanırdı.
Zaman içinde düzen değişip, dijital dünya ile müzik dünyası da kendi sınırlarını genişletti, hem birçok dijital müzik platformları kurulurken, diğer yandan da sayısız dijital yayın yapan radyolar çıktı piyasaya. Her ne kadar müziğin iletim yolu artsa da karasal yayın yapan radyolar en yeni müziğe yön veren unsurlardan biri olarak hayatımızda yer almaya devam ediyorlar.
2000’lerin başında üniversitedeyken, Ankara’dan İstanbul’daki konserlere gelen bir müzik meraklısı olarak o dönemden beri heyecanla dinleyip takip ettiğim tek radyodur Radyo Eksen 96.2 frekansı. 2000 senesinde kurulan Radyo Eksen Türkiye’nin modern rock, country, heavy metal ve özellikle indie gibi tarzda geniş bir yelpazede dinleyicilerini en iyi müzikle buluşturmaya devam ediyor.
Radyo Eksen, dinleyicilerine kendi frekansından yaptığı yayınların haricinde Devotchka, Gutter Twins, Helldorado, Judas Priest, Moby, Paul Weller, Mark Knopfler, Metallica, U2, James, Sting, Slash gibi dünyaca birçok ünlü isim ve grupların Türkiye konserlerine sponsor oldu. Hem sinema hem de müzik festivalleri gibi kültürel organizasyonlarda da yer alan Radyo Eksen müziğin nerdeyse her boyutunda yer alarak dinleyicilerini yalnız bırakmadı.
2016 yılının sonuna gelirken, Aralık ayının başında Radyo Eksen yeni yayın dönemi sürprizlerini dinleyicilerine duyurdu. Pozitif’in desteğiyle bağımsız yayın hayatına devam eden Radyo Eksen 1 Aralık Perşembe gününden itibaren Uniq’teki yeni stüdyosundan yayınlarına devam ediyor. Yeni yayın döneminde klasikleşen programlarının yanı sıra, yeni programcılarıyla dopdolu bir şekilde yoluna devam edecek. Bu yeni dönemde Radyo Eksen’de bizi neler bekliyor derseniz, işte size ufak bir bilgi olsun:
İlk single çalışması ‘İlkbaharda Kıyamet’ ile müzik kariyerinde yeni bir sayfa açan sanatçı ile samimi bir röportaj yaptık. Müzik ile yolunun ilk kesiştiği günden başlayıp, Model ile buluşmasına ve şimdilerde solo olarak ilerlediği kariyerine yakından bir mercek tuttuk, tüm detayları konuştuk. Lafı uzatmadan sizleri Fatma Turgut’un serüveniyle baş başa bırakıyorum:
Model'deki Fatma'yı biliyorduk, şimdi solo olarak ilerliyorsunuz. Fatma Turgut kimdir, nerden başlamıştır müzik yolculuğu sizden dinleyelim?
İlk sahneye ortaokuldayken çıkmışım. Annem babam öğretmen, annemin arkadaşının bir gecesinde sahneye çıkmıştım, ilk aklıma gelen sahne anısı bu sanırım. Annemin öğretmen arkadaşının oğlu vardı, Kemal Ağabey ben de kendisine platonik olarak aşığım (gülüyor). Akşamları Sevinç teyzelere (Kemal ağabeyin annesi) misafirliğe gitmek bahanesiyle Kemal ağabey ile o gitar çalarken ben şarkı söylerdim. Sonra Kemal ağabey ‘sen aslında gitarı da iyi çalarsın’ dedi diye gittik bana gitar aldık (Gülüyor). Sonra tabi bu hevesi daha profesyonel öğreneyim diye annemler beni kursa gönderdiler.
Yani kısacası küçüklüğümden başlayarak hayatımda hep müzik vardı. Üniversiteye dönemimde 9 Eylül’de müzik okuyordum, birçok grupla cover’lar söyleyip sahneye çıkıyordum. O zamanlar Model grubunun ilk davulcusu Aşkın sınıf arkadaşımdı. “Kendi şarkılarını yapan bir grup var gelip vokal yapar mısın?” dedi. Sonra kimyamız da çok iyi tuttu ve işte bugünlere kadar birlikte geldik. İzmir’den kalkıp birlikte İstanbul’a geldik. Bir sürü güzel şarkılar söyledik, konserler verdik, albümler yayınladık. Şimdi de kendi solo projemi Fatma Turgut olarak hayata geçirdim. Devam da etmeyi istiyorum.
Merak edenler ilk ağızdan öğrensinler. Model dağıldı mı?, dağılmadı mı? Bu konuyu bir de sizden dinlesek.
Şöyle ki, onların (Okan ve Can) gerçekleştirmek istedikleri proje ‘Amerika’da çalışacak’ bir projeydi. Onlar da bu iş için Amerika’ya gittiler. Ben de burada, onlar oradayken solo kariyerime başlangıç vereyim dedim. Açıkçası birlikte yapmak istediğimiz bir albüm daha var. Ama yapar mıyız?, yapmaz mıyız?, Model’in gidişatı ne olacak inanın onu ben de bilmiyorum. Biraz zamana bıraktık bunu. Ne dağıldık, ne de dağılmadık diyebiliyorum şu anda.
Fransız elektronik müzik sahnesinin öncülerinden olan bu ikiliye kulak verelim:
AaRON’un bir anlamı varsa bunu sizden duymak isteriz?
Bu bizim kim olduğumuzu öğrenmek isteyenlere, bizim insan olarak olduğumuzu söylediğimizden başka bir şey olmadığımızı belirtmek üzere kullandığımız bir sembol sadece. Yaşamlarımızı tanımlayan tek bir gerçeklik ya da kural yok. Bir başka deyişle, her şeye bir isim veriyoruz çünkü biz minik insancıklar şu ya da bu nedenle her şeyi daha iyi kontrol edebilmek için her şeye bir tanım bulmak ihtiyacı duyuyoruz. Bu Olmayan Ülke’yi zihin, ruh ve zekanın toprağı olarak ele alırsanız onu henüz tümüyle tanımlanmamış bu gezegendeki son toprak parçası, görünmeyenin toprağı olarak zihninizde canlandırabilirsiniz. Her birimizde sınırları, sonu olmayan böylesine güzel, keşfedilmeyi bekleyen iç dünyalar gizli. İç dünyanıza dalmaya korkmayın; kendinize ait çok güzel şeyler bulabilirsiniz...Bu başlık bizim için bir marş, bir bayrak, okura bir göz kırpış. A.A.R.O.N (Artificial Animals Riding On Neverland), Olmayan Ülke’de dörtnala giden yapay hayvanlardan başka bir şey olmadığımızı söylemenin bir yolu.
Nasıl tanıştınız ve müzik yapmaya başladınız?
Simon:
Festival kapsamında Alpha Blondy, Brodinski, Guts, Fanfarai, Jean Tonique, La Caravane Passe ve Aaron Babylon’da sahne alıyor.
Bu özel festival kapsamında ilk olarak bu akşam Reggae’nin renkli ismi Alpha Blondy Babylon Bomonti’de sahnede olacak. Alpha Blondy’nin konseri öncesi ve sonrasında Ahmet Uluğ DJ setinin başına geçip müzikseverleri hem geceye hazırlayacak, hem de konserin enerjisini kendi setiyle devam ettirecek.
Alpha Blondy ile konseri öncesi bir araya geldik, kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Tüm detaylarıyla sanatçının müzikal dünyasına ve hayatına bir pencere açtık, detaylar için buyurun:
Alpha Blondy’i müzikal anlamda en çok kimler etkilemektedir?
Bob Marley ve birçok Afrikalı müzisyenlerden ilham aldığımı söyleyebilirim.
Sizin hakkınızda araştırma yaptığım araştırmadan gördüğüm kadarıyla hayatta bulunduğunuz konumda ve yaptıklarınızla çok mutlu bir birey olduğunuzu belirtmişsiniz. Şunu da yapsam diye aklınızda kalan, içinizde uhde kalan bir şey var mıdır?
Tanrı benim kaderimin sahibidir ve onun benim hayatıma verdiği yönden ötürü çok mutluyum. Tanrının bana şimdiye kadar verdiklerine şükrediyorum, hayatımda yapamadıklarım içinse bütün bunların imkânının yine Tanrının elinde olduğuna inanıyorum.
Lady Gaga dendiğinde herkesin aklında beliren uçuk kaçık imajlı şarkıcı yeni albümüyle tepeden tırnağa bambaşka bir kişiliğe bürünmüş. Yeni albüm yayınlayan sanatçılar için klasik olan “bu albüm en kişisel albümüm oldu” jargonu Gaga’nın bu albümü için hakikati yansıtıyor. Müzikal farklılıklar bir yana, kıyafetleriyle bile sadece manşetlerden inmeyen sanatçı ‘Joanne’ ile tamamen sade bir moda vizyonuyla sevenlerinin karşısına çıkıyor. Dolayısıyla olgun, tamamen müzik odaklı, bambaşka bir Gaga karşımızda derken hiç kinaye yapmıyordum.
“Joanne” adını Lady Gaga’nın halasının isminden alıyor. 1974 yılında hayatını kaybeden halasının varlığı, bu yıkıcı ölümün 12 yıl sonrasında dünyaya gelen Gaga’nın ailesinde derin bir yere sahipmiş. Stefani Joanne Angelina Germanotta nam-ı diğer Lady Gaga “kendisini hiç tanımamış olsam bile, benim için hayattaki en önemli kişi” diye belirttiği Joanne, meğer sanatçının hayata tutunmasında, müziğe tutkuyla bağlılığında büyük rol oynamış. Öyle ki ailesi kızları doğduğunda adına Joanne diyerek bu ismi kendisiyle hayat boyu taşımasını istemişler.
Gaga ‘Born This Way’in ardından yayınladığı ‘Artpop’ ile kimi monster topluluğunu nispeten mutlu etse de, çıkış albümleri olan ‘The Fame’ ve ‘The Fame Monster’ın yakaladığı başarıyı genel anlamda pek yakalayamamıştı. Çıktığı turneler şovlarıyla kendinden söz ettirse de, Lady Gaga’yı müzik piyasasında asi, sıra dışı sanatçı tanımlamasından bir adım öteye taşıyamıyordu. Hal böyle olunca, belki biraz bu eleştirellikten sıkılan sanatçı disko temasından taban tabana zıt bir adımla Tony Bennett ile ‘Cheek to Cheek’ adıyla 2014 senesinde bir jazz albümü yayınlamıştı. Aslında bu farklı albüm ile Gaga’nın müzikal derinliği ve başarısını fark eden müzik piyasası, ‘Joanne’ albümünün farklılığına bir anlamda artık daha sindirerek yaklaşıyor.
Grup ile konser öncesi söyleşi için bir araya geldik. Yeni albümlerini, ekipte olan değişiklikleri, yeni projelerini, müziğe dair hayallerini kısacası tüm akla gelen detayları konuştuk. 4 Kasım akşamı nefis bir sahne şovuyla İstanbul’da olacak ekip hayli heyecanlı, sizi Kadebostany Cumhuriyeti’nin başkanı Kadebostan ile baş başa bırakıyorum:
Bilmeyenler için sizden Kadebostany’nin adının hikayesini bir kere daha rica edelim.
Benim adım Kadebostan. Kadenbostany Cumhuriyeti’nin başkanıyım. Bu ülkeyi dünyayı müziğimle fethetmek için kurdum, hiçbir sınır tanımadan sanatımda özgür olabilmek benim için çok önemli. Ben bir yapımcıyım, besteciyim ve ses sanatçısıyım.
‘Castle In The Snow’ gibi dünya çapında etki yaratan bir şarkıdan sonra yeni bir hit şarkı yaratmak zor mu?
Aslında hit şarkı üretmezsiniz ya da hit şarkı bestelemezsiniz. Müziği büyük bir tutkuyla ve samimiyetle üretirsiniz. Kararı hep sizi dinleyenler verir, o zaman şarkınız ya hit olur ya da olmaz.
Madem ‘Castle In The Snow’ den konu açıldı, sormadan edemeyeceğim. Şarkının hikâyesini merak ediyorum.
Şarkıyı yaptığım zaman doğrusunu söylemek gerekirse diğer yaptığım şarkılardan benim için hiçbir farkı yoktu. Hangi şarkı olursa olsun, 4 dakikalık bu mucize için tüm emeğinizi, hünerinizi ona yatırıyorsunuz. Şarkı bittiğinde ve dinlediğinizde tüyleriniz diken diken oluyorsa, o şarkı hazırdır.
Konser çıkışında kulis kapısında Selda Bağcan ile fotoğraf çektirmek ve imza almak isteyen herkesle özenle görüşen sanatçı ile kulisinde bir araya geldik. Ben de herkes gibi plaklarımı imzalattım ama söyleşiyi daha sakin bir günde yapmaya karar verdik.
Aynı hafta içi ofisinde ziyaret ettiğim Selda Bağcan’ın sanatçı kişiliğinin yanı sıra aynı zamanda bir iş kadını olarak kendi işini yönetiyor olması beni bir kere daha kendisine hayran bıraktı. 1988 senesinden beri kendi plak şirketinden çıkardığı eserler bir yana, verdiği her konserin hınca hınç dolmasının tesadüfi olmadığını röportajı okuduğunuzda siz de fark edeceksiniz. Kendi adıma yaptığım en heyecan verişi söyleşilerden biriydi, detayları için sizi Selda Bağcan ile söyleşimizle baş başa bırakıyorum:
Müzik ile ilk nerde yolunuz kesişti?
Babam müzisyendi, aynı zamanda veteriner hekimdi. Bütün enstrümanları çalardı, yani evde hep müzik vardı. O sebeple müzikle yolumun kesişmemesi mümkün değildi. Benim üç erkek kardeşim var onlar da babam gibi her enstrümanı çalarlar, hatta büyük abim trompet bile çalıyor (Gülüyor). Ben yalnız gitar ve bağlama çalıyorum.
Barcelona’daki Primavera Sound 2016’da büyük ses getirdiniz. Sizden de duymak isteriz oradaki heyecanı…