Grup 2016 yılında yayınladığı iki yeni şarkı ve 9 CD’den oluşan iki boxset ile 20. yılını kutlamış, üstüne de bir dizi 20. yıl konseriyle bu özel dönemi taçlandırmışlardı. Yeni gelen ‘Sultan-ı Yegah’ single’ı beni üniversite bahar şenlikleri dönemindeki heyecanla beklediğim mor ve ötesi konserini sayıklayan halime ışınladı. Bunda muhtemelen şarkının video klibindeki performans sahnelerinin de payı büyük olsa gerek.
Atilla İlhan’ın aynı adı taşıyan şiirinden Ergüder Yoldaş tarafından bestelenen ‘Sultan-ı Yegah’ 80’ler dönemine imza atmış, birçok farklı jenerasyonun favorileri arasında her daim yer etmiş bir şarkıydı. Bu anlamda böylesine değerli ve yeniden yorumlanması zor bir şarkıyı tekrardan seslendirip single olarak yayınlamasını çok önemli buluyorum. Bu sayede hem şarkının orijinal hali hatırlanmış oluyor, (insan ister istemez yeni versiyonu dinledikten sonra dönüp bir daha eski halini dinlerken kendini buluyor), hem de yeni nesiller böyle kıymetli eserleri bu vesileyle tanımış, öğrenmiş oluyor.
Sultan-I Yegah’ın mor ve ötesi versiyonu kayıtları Babajim İstanbul Stüdyolar’nda tamamlanırken, miksi Skunk Anansie, Moby, Manic Street Preachers’ın da şarkılarını miksleyen Dave Bascombe tarafından İngiltere’de gerçekleştirilmiş. Şarkının mastering sürecini ise Evren Göknar üstlenmiş. Enerjik performans görüntülerinden oluşan şarkının klibini üniversiteli genç dinleyicilerden oluşan bir oyuncu kadrosunun katılımıyla çeken grubunun klip yönetmenliğini ise Mahir Akyol yapmış.
mor ve ötesi’nin ‘Sultan-ı Yegah’ çıkışı bende bambaşka bir uyanış yarattı. Bundan önceki cover başarıları tescilli olan grup keşke ‘Sultan-ı Yegah’ ile başladığı 80’ler uyanışına devam etse, özel bir cover albüm yapsa demeden kendimi alamıyorum. Diğer yandan, mor ve ötesi’nden yeni şarkı duymak her zaman heyecan sebebidir, dilerim bu yeni single yeni albümün de ayak sesleridir. Unutmadan ‘Sultan-ı Yegah’ın plak versiyonu Nisan ayında satışa çıkacakmış, meraklısına önemli duyurulur!
IN HOODıES’TEN YENİ EP
2016’da ilk albümü ‘
Bu sene tam 2000 oturumun yer aldığı SXSW, benim son 3 senedir katıldıklarım arasında bilgi anlamında en doyurucu olanıydı. 9 gün boyunca gündemdeki uygulamalar, ürünler, trendler, film ve müzik sektöründeki gelişmelerle yoğun bilgi yağmuruna tutuldum. Elimden geldiğince bu senenin SXSW’da öne çıkan konularını sizlere bu yazıda toparlamaya çalıştım.
Bu Senenin Yıldızı: Blockchain ve AI
Bundan önceki SXSW’larda da her sene bir konu genel anlamda o senenin tüm oturumlarına ciddi anlamda nüfus ederdi. Bu bakımdan bu senenin kazananı ‘Blockchain’ oldu diyebilirim. Ana oturumlar ve keynote konuşmaları bir yana, nerdeyse paralel oturumların %20’sinde mutlaka konu bir şekilde Blockchain’e dayanıyordu. Blockchain sadece bitcoin olarak algılamaktansa, daha büyük resme bakarak esasen blockchain’in krypto ekonominin şekillenmesindeki büyük rolüne göre genel stratejileri belirlemenin faydası konunun uzmanları tarafında nerdeyse her girdiğim oturumda dile getirildi diyebilirim.
Bir diğer öne çıkan konu ise ‘AI’ yani yapay zekâydı. Ne zaman konu yapay zekâ ve robotlara gelse, gelecekte insanların işlerini robotların yapacağı, işsizliğin artacağı ve insanlığın robotlara karşı savaş açacağı fikri her ne kadar dalga konusu olsa da SXSW’da da birçok zaman tartışıldı. Her şakada bir gerçek payı vardır dercesine deyim yerinese mutlaka her oturumda AI’ın insan hayatına ve geleceğe etkisi enine boyuna tartışıldı, yıllık tahminlemeler ile markaların büyüme stratejileri değerlendirildi.
Ana Konuşmacılar
Geçtiğimiz senelerde SXSW’ın ana konuşmacı oturumlarında sıralarda bekleyip zamanı yemektense, alternatif oturumlara giderdim. Bu sene her ne hikmet ise, ya zamanlamam çok yerindeydi, ya da hangi oturumda ne zaman sıraya girmek iyi tecrübe kazandım, nerdeyse tüm ana konuşmacı oturumlarına girmeyi başardım.
Geçtiğimiz yıl en iyi film Oscar’ını kazanan ‘Moonlight’ın yönetmeni ve senaristi olan Barry Jerkins SXSW’daki konuşmasında geçen yıl en iyi film Oscar’ını kazandığında yapamadığı konuşmasını yaptı. Hayattaki hayallerini en çok kendisinin dizginlediğinden ve aslında en çok da kendisinin önüne engel koyanın kendisi olduğunu, hayal etmemeyi kendisine alışkanlık ettiğini söylerken, bu ödül ile kendisi gibi olanların aslında bunun ne kadar da yanlış olduğunu anladığını söyledi. Hayal etmenin ve kişinin kendisine inanmasının birgün hiç ummadığı başarılara onu taşıyabildiğini gördüğünü, bunu da benzer hisler paylaşan herkese ilham vermesini diledi.
Darren Aronofsky’
Oğuz Kaplangı’nın imzasıyla hazırlanan Rhinoceros’un müzikleri geçtiğimiz cuma günü albüm formatıyla dijital platformlarda yayınlandı. Bunu fırsat bilip gurur veren bu büyük proje için Oğuz Kaplangı ile bir araya geldik, bu büyüleyici deneyimi kendi ağzından dinlemek istedim. Detaylar için sizi söyleşimize davet ediyorum:
Rhinoceros (Gergedanlar) oyunu ile ilgili çalışmaya nasıl başladınız? Oyunun müziklerini yapma fikri nasıl size geldi, biraz o döneme geri dönelim.
Projenin fikir babası Edinburgh’daki Royal Lyceum Theatre’ın artistik direktörü David Greig. Dünyanın en önemli festivallerinden sayılan Edinburgh International Festivali için Brexit süreci, radikalleşme, popülizmin yeniden yükselişi ile bağlantılı olarak Lonescu’nun Rhinoceros oyununu günümüze uyarlaması için Zinnie Harris’le konuşuyor.
Oyunun adaptasyonunu yapan Zinnie de ‘Rhinoceros'u DOT Tiyatro’nun ortağı ve artistik direktörü Murat Daltaban’ın yönetmesini gündeme getiriyor ve DOT projeye dahil oluyor. Bana oyunun müziklerini yapmam için teklif Murat Daltaban’dan geldi. Hem Murat’la uzun süredir çalışıyordum, hem de Zinnie Harris’in oyunlarından çok etkileniyordum. Olaylar bu şekilde birbiri ardına gelişince kendimi Edinburgh International Festival’de ana programda Royal Lyceum Theatre’da sahnede Rhinoceros müziklerini yaparken buluverdim.
Oyun için bestelediğiniz eserleri ne kadar sürede tamamladınız, hazırlık sürecini sizden biraz daha detaylı öğrenebilir miyiz?
Şubat ayının başında yayınlanan ‘Kraliçe’nin Notaları’ albümü hep hayalini kurduğum, ‘bir gün biri çıkıp da böylesine bir proje albüm yapar umarım!’ dediğim bir çalışma. Söz konusu albüm 11 Sezen Aksu bestesinin klasik müzik icrası ile hazırlanmış, dinlerken adeta masal diyarında geziniyormuş hissi veren çok özel bir proje.
Şafak Karaman Müzik etiketiyle yayınlanan albüm aslında hepimizin ezbere bildiği Sezen Aksu şarkılarına yepyeni bir pencereden bakma fırsatı sağlıyor. Kemancı ve besteci Serkan Gürkan ve kendisinin kurduğu String Inspirations Quintet ‘Kraliçe’nin Notaları’nı yeniden klasik müzik formunda yorumlayan bu eşsiz albüme hayat veren müzisyenler.
Albümü Şubat ayının başında dijital platformlarda görür görmez o günden beri albüme dair detay bilgi aranıyordum. Dün en sonunda merakımı internette aramayı bırakıp, albümün yapımcısı Şafak Karaman Müzik’in ofisini aradım ve bizzat Şafak Karaman ile konuşarak albüme dair detayları öğrenme fırsatı buldum.
Albümün Hikayesi
Viyana’da yaşayan Serkan Gürkan, String Insprations Quintet ile İstanbul’da vereceği bir konser öncesi Şafak Karaman’ı arayarak konserine davet ediyor. Konser bitiminde kuliste ilk kez tanışan ikilinin müzik üzerine sohbetleri, konuyu Serkan Gürkan’ın Türkiye’de albüm yapma isteğine getiriyor. Şafak Karaman’ın Sezen Aksu bestelerini Quintet ile birlikte klasik müzik temasıyla icra etme fikrine ısınan Serkan Gürkan hemen bu tanışıklıktan sonra çalışmalarına başlamış.Ortaya çıkan ilk demolardan sonra söz konusu proje albümün detayları Sezen Aksu’nun da onayını alınca, ‘Kraliçe’nin Notaları’ için stüdyo çalışmaları resmen başlamış.
Sezen Aksu’nın 2016 yılında The Royal Philharmonic Orchestra ile yaptığı proje albümü ‘The Royal Philharmonic Orchestra Plays Sezen Aksu’ ve ardından geçtiğimiz sene yayınlanan ‘Biraz Pop Biraz Sezen’ albümü ile çakışmaması için bu özel albümün 2018’te piyasaya çıkmasına karar verilmiş.
Kayıtları Viyana’da tamamlanan ‘Kraliçe’nin Notaları’ albümünün adının neden ‘Kraliçe’nin Notaları’ olduğuna gelince, Şafak Karaman ‘Sezen Aksu bestelerini bundan daha güzel ifade eden ve onun adı ve müziği ile bütünleşen bundan daha güzel bir ifade olamazdı’ diye açıklıyor.
Ahmet Faik Dökmeci’nin ilk stüdyo albümü ‘Birkaç Yılın Öyküsü’ bizi sanatçı ile bir araya getirmeye imkân sağladı. İlk albüm heyecanını, şarkıların detaylı hikâyesini, müzik yolculuğunu detaylı bir şekilde konuştuk.
Akustik, canlı ve heyecanını her an hissettiren bir albüm var karşımızda. Detayları söyleşimizde, buyurun:
En baştan başlamak gerekirse Ahmet Faik kimdir?
9 Eylül Üniversitesi konservatuar trombon mezunuyum. Senelerdir müziğin içindeyim, aranjörlük yapıyorum, beste yapıyorum, şarkı sözü yazıyorum. Birçok sanatçı ile birlikte çalıştım, onların arkasında gitar ve başka enstrümanlarla destek olmuşluğum var. Demoları yapıp, hazırlıklarımı sürekli yapsam da albümün yayınlanacak hale gelmesi, doğru insanlarla bir araya gelemem bu zamana denk geldi.
Bu albümün sözlerini ve bestelerini yaptığım zamana bakınca, yaklaşık bir 10 senelik dönem gözümün önüne geliyor diyebilirim.
Çocukluğumdan beri müziğin içindeyim. Ben çocukken annem babam bana klavye benzeri bir enstrüman almışlar. Sanırım o dönemlerde bu biraz da trendmiş, her çocuk bir şekilde bir enstrüman ile oynuyormuş. Evde herkes kendi işinde meşgulken, ben kendi kendime kaldığımda bu klavye ile ciddi ciddi vakit geçiriyordum. Annem ve babam benim müzik ile olan alakamı o zamanlar bu sayede anlamışlar. Sonra da arkası geldi aslında. İlkokuldaki müsamerelerdeki müzikleri filan hep ben yapıyordum. Hatta bazen okulda öğretmenler odasında öğretmen mikrofonu tutup, çaldığım şarkıyı tüm okula dinlettirirdi. Ailem bana klavye alınca ablama da gitar almışlar, o da heves etti diye. Zaman içinde ablam gitar ile uğraşmayınca, ben onu da çalmaya başladım (gülüyor).
Şimdi geriye dönüp bakınca, okul hayatımda çevreme ve öğretmenlerime kendimi müzik kabiliyetim sayesinde sevdirdiğimi düşünüyorum.
Ocak ayında yayınlanan, 26 şarkılık ‘Koyu Antoloji’ albümüyle uzun yıllar hafızalarda yer edecek çok özel bir projeye imza atan Teoman ile hem yeni albümünün detaylarını, hem de müzik hayatı üzerine içten ve detaylı bir sohbet gerçekleştirdik.
Söyleşimizin bendeki yerim çok büyük, dilerim sizler de okudukça bu hislerime hak verirsiniz:
Papatya’yı ilk dinlediğimde ortaokuldaydım, şarkılarınızı en sevdiği rock müzik şarkıları olarak ezberleyen büyük bir kitlenin hafızasında çok önemli bir yeriniz var. Bu kadar hit şarkıdan sonra hala aynı hevesle şarkı yapmak kolay mı?
Şarkı yazmak bir zamandan sonra zorlaşıyor. Ama bu psikolojik bir nedenle oluyor. Hem artık bir şarkıyı çok zor beğeniyorsunuz, hem de şarkı yazma motivasyonunuz azalıyor. Daha önce yazdığınız şarkılar da başınıza bela oluyor. Onlara benzemeyen şeyler yapmaya çalışıyorsunuz.
Seneler içinde müziğe karşı olan hislerinizde nasıl bir değişiklik yaşadınız? Müziğe ara verdiğiniz dönem de oldu ama sonradan tekrar geri döndünüz. Bu bir çeşit pilinizi tekrardan şarj etmek gibi bir durum muydu?
Müziğe karşı olan hislerimde çok değişiklikler yaşadım yıllarca. Hala seviyorum şarkı ile uğraşma meselesini, ama eskisi gibi önemseyemiyorum. Müziği bıraktığımda, ondan gerçekten çok sıkılmıştım.
Farklı bir hayat tarzı yaratabilirim zannetmiştim kendim için, ama öyle olmadı, hiç bir işe yaramıyorum diye fazladan bir rahatsızlık bile verdi işsizlik. Şu an müziğe farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışıyorum. Eski bir dostmuş gibi ilişki kuracağım onunla. Yeni şeyler üretme stresini yaşamak istemiyorum. Zevkini çıkarayım bir kaç sene daha diyorum.
‘Yara’ klibinin geçtiğimiz hafta yayınlanmasını sebep bildim, hem yeni albümü, hem yeni klibi hakkında hem de Kalben’den yeni haberlerle dolu bir röportaj gerçekleştirdik. Yarasıyla ve merhemiyle yepyeni bir Kalben röportajı sizlerle:
Yeni klibin ‘Yara’ya gelmeden önce ilk klip ve 2. albümün çıktığı günlere gidelim. 2. albümün ilk klibine nasıl karar vermiştiniz?
Ben bütün albümün genel olarak sıcaklığını yansıttığını düşünüyorum ‘Ben Her Zaman Sana Aşıktım’ın. Ayrıca sıcak bir şarkı olduğunu da düşünüyorum, içinde beni etkileyen insanlar hikayeleri vardı, o yüzden onunla başlamak istedim.
‘Yara’yı ikinci klip olarak seçmenin özel bir sebebi var mıydı?
Öyle bir zamandayız ki aslında, insanlara birbirimizin yaralarından bahsetmek istedim. Birbirimizin yaralarından öpmek istedim şarkıda dediği gibi. Daha çok kavga etmenin, daha çok birbirimizi kırmanın, daha çok savaşmanın değil de, olabildiğince barışmanın, öpüşüp koklaşmanın, olabildiğince hepimizin çektiği acıların ne kadar aslında aynı topraklardan filizlendiğini hatırlamanın kıymetini biraz hatırlatabilirsem, anlatabilirsem, bir de birlikte bu şarkıyı bağır çağır söyleyip ufacık da olsa bir yarayı onarmayı başarabilirsem çok mutlu olacaktım. O sebeple de ikinci klip olarak ‘Yara’yı seçtik.
Klibin senaryosu da sana aitmiş sanırım değil mi?
Evet, klibin senaryosunu ben yazdım. Sanat yönetmenlerimiz Hayrettin Taşkaya ve İsmail Dönmez ile çalıştık. Yara’nın hikâyesinin içinde bizim çocukluğumuzdan, gençliğimizden öğrendiğimiz şeylerin aslında yetişkinliğe geçerken teker teker üzerimize yıkılması, doğru bildiklerimizin yanlış çıkması da var. O yüzden ben de klipte çocukluğumdan gelen beni etkileyen eşyaları tavandan sallandırmak istedim.
Birçok eşyanın arasından onları tek tek seçtik, o önlüğü, mandolini seçtik, annelerimizin hani evi temizlerken kullandığı tozluklar vardır, her evde olan melek figürü vardır ondan bir tane bulup astık, 26 senedir benimle birlikte olan kurulup yürüyen köpek oyuncağım vardı. Kısacası hiç kaybetmediğim rahmetli annemden, dedemden kalma yadigârlarımı bu klipte kullanmak istedim.
Albüm henüz piyasaya çıkmadan önce GTR Deneyevi’nde Bora ile bir araya gelmiştik. Hem yeni albümü baştan sona dinleyip hem de albüme dair tüm detayları ve Bora’nın müzik heyecanını konuşmuştuk. Haftalardır kendime sakladığım bu nefis söyleşi şimdi artık gün ışığına çıkıyor.
Bora Uzer o kadar enerjisi yüksek, yerinde duramayan, içi müzikle dolu biri ki, röportaj boyunca resmen benim de içimdeki ritimleri harekete geçirdi. Aklı ve kalbi sadece müzik üretmek için çalışan, hiç bilmediğim bir Bora Uzer tanıdım bu söyleşi sayesinde. Sizi kendisiyle baş başa bırakıyorum:
Bora Uzer’i bilenler eminim yeni albümünü dört gözle bekliyorlardı. Bilmeyenler için belki taze bir başlangıç olur, kimdir Bora Uzer?
B: Ben Bora Uzer (gülüyor). 14-15 yaşlarımda müziğe başlayıp, Rotterdam’dan 16 yaşımda konservatuardan burs kazandım. 18 yaşıma kadar sürdü bu eğitim bitirdikten sonra Türkiye’ye geri döndüm. Döner dönmez de ‘Kangroove’ adında bir grup kurduk. Hayatımın, kariyerimin çok büyük bir parçasıydı. Daha sonra solo kariyerim başladı, yurt dışına çok sık gidip geliyorum, hatta hayatımın yarısından fazlası yurt dışında geçiyor diyebilirim. Bir ayağım hep orda. Bu sayede müzik alanında bir sürü birbirinden değerli insan tanıma fırsatım oldu. Böyle kendini anlat denince zor oluyormuş (gülüyor).
Ben kendimi müzik adamı olarak görüyorum. Yani sadece müzisyen, şarkıcı değil tamamıyla müzik adamı olarak görüyorum.
Senin prodüktörlük yanın da var. Solo artist olma ve bu alanda ilerleme hali daha mı ağır basıyor, seni en çok çeken hangisi?
Ben şuna inanıyorum bir ürün ile bir artist arasında her zaman çok büyük bir fark vardır. Artistin hep söyleyecek bir hikayesi vardır, çünkü yaşanmışlık vardır. Ama bir ürün için bunu söylemek biraz zordur çünkü ne söyleyeceği, ne anlatacağı hep başkaları tarafından karar verilir, planlanır. Bu yüzden bence solo artist olma tarafı daha renkli, daha yakın geliyor benim duruşuma, söyleyecek bir şeylerim var. Ben ilk albümden sonra söyle yeni söyleyecek şeyler için biraz bekledim. Zaman içinde çok fazla şey oldu, hem dünyada, hem benim dünyamda, hem ülkemde, bütün bunlar birikince bende şarkılara dönüşüyor. Ben de biriktirip onları yeniden aktarmak istedim yeni bir albüm ile.