Şu zamana kadar 3 ya da 4 kere Kalben’i canlı canlı izlemişimdir. Her izlediğimde, şarkılarını nerdeyse her defasında farklı bir düzenlemeyle söylemesine ayrı hayran oluyorum. Dün geceki performansın farklılığını ve özelliğini sizlere daha detaylı aktarmam gerekiyor.
Öncelikle konser iki bölümden oluşuyordu. Kalben ilk bölümde hem birinci albümünden, hem de ikinci albümünden şarkıları birbiri ardına seslendirdi. İlk bölümün benim için en farklı yanı sahnedeki Kalben’in kendi performansının yanı sıra, şarkıların müzikal detayları da oldukça farklılaşmış ve daha da güzel bir hale gelmiş olmasıydı. Önceki Kalben konserlerinden çok daha farklı ve etkileyici bir performanstı diyebilirim. Kalben’in sahnedeki rahat hali, her şarkı arasındaki anlattığı minik hikâyeler, seyirciye sevgiyle hitap etmesi izlerken herkes gibi benim de içime dokunuyor. Ondan güzel sözler ve hikâyeler, hatta şarkılarının detaylarını sahneden birebir kendi ağzından duymak beni de çok mutlu ediyor.
Gelelim konserin ikinci yarısına. İlk yarıda grubuyla şarkılarını seslendiren Kalben, kısa bir aradan sonra sahneye daha da kalabalık bir müzisyen ekibiyle ile geri geldi. Kemanlar, kontrbas, trompet ve trombondan oluşan sahnedeki dev kadro ile Kalben’in performansı daha da güçlendi ve bambaşka bir enerjiye ulaştı. Kendisi de bu heyecanını her şarkıda gösterirken, özellikle şarkılara kemanların kattığı farklılık gerçekten muhteşemdi. Sahnedeki ayçiçeklerinden oluşan dekorun verdiği ışıl ışıl enerji, Kalben’in giderek artan pozitif moduyla konser hiç bitmesin istedim.
Büyük Ev Ablukada’dan Yeni Klip
Büyük Ev Ablukada önceki gün ‘FIRTINAYT’ albümünden ‘Hepsine Ne Fena’ şarkısına çektiği nefis klibi yayınladı.
Fatih Yılmaz’ın yönetmenliğinde çekilen klibin görüntü yönetmenliğini ise Yiğit Akbıyık üstlenmiş. Şarkının güzelliği bir yana, klipteki neşesi ve enerjisiyle daha ilk kareden sizi ekrana bağlayan Bartu Küçükçağlayan’ın performansı müthiş olmuş. Özellikle şarkının 3:37’den sonraki değişiminde klibin de animasyonlarla bu coşkuyu yansıtmasına bayıldım. Hem yaptıkları müzikle, hem de bu sanata kattıkları her bir çalışmayı bir öncekinden daha farklı ve daha yaratıcı yapmayı her seferinde başardıkları için Büyük Ev Ablukada’ya alkışların en büyüğü gelsin.
Dizinin ana karakteri lise öğrencisi Hannah Baker’in intihar etmeden önce bıraktığı notlarla arkadaşları ve ailesine verdiği mesajlarla bir anlamda gençliğin sıkıntılarına ayna olması geçen yılın en büyük gündemlerindendi. ‘13 Reasons Why’ sayesinde tartışma konusu olan okullardaki öğrencilerin birbirlerine yaptığı kabadayılık ve hatta genç/ergenlik psikolojisinin daha önemle ele alınması gerekliliği serinin ikinci sezonuyla bu mesajları vermeye devam edeceğe benziyor.
SELENA GOMEZ DOKUNUŞU
Dizinin aynı zamanda yapımcılarından olan Selena Gomez’in yeni şarkısı ‘Back To You’ iki hafta önce serinin yeni sezonu yayına girmeden önce yayınlanmıştı. 13 Reasons Why’ın müzik süpervizörü Season Kent, Selena Gomez’in dizi için ne kadar hassas davrandığını aktarmış.
Gomez ilk sezonun soundtrack albümü hazırlanırken Kent’e kendisinden ne zaman yardım isterlerse destek verebileceğini belirtmiş. İlk sezon için hazırlanacak olan albümde Gomez’den Yazoo’nun ‘Only You’ şarkısını cover yapmasını istediklerinde hiç tereddüt etmeden stüdyoya girdiğini belirten Kent, ayrıca ‘Kill Em With Kindness’ın akustik versiyonuyla da albümde yer almış olmasının çok değerli olduğunu söylemiş. İkinci sezon vizyona girmeden önce Selena Gomez’in yeni şarkısını yayınlamak istemesi yine aslında dizinin bir PR çalışmasıymış. Selena Gomez söz konusu yeni şarkıyı yaptığından beri dizinin yayına gireceği dönemi beklemiş, hatta özellikle şarkıyı 2. sezon yayınlanmadan önce piyasaya sürmek istemiş.
KHALİD, YEARS&YEARS, ONEREPUBLİC VE DAHA FAZLASI
‘Back To You’ 13 Reasons Why soundtrack albümünün açılış şarkısı olurken, yeni albümde Selena Gomez’in yanı sıra yine birbirinden sürpriz isimler de yer alıyor. Billie Eilish ve Khalid dületi ‘Lovely’, OneRepublic’in Logic ile birlikte yaptığı ‘Start Again’, Years & Years’ın yeni single’ı Sanctify’ da 2. sezon albümünde yerini almış.
Bu heyecanın yegâne sebebi Florence + The Machine’in yeni bir albüm yayınlayacak olması ve haliyle turne için yollara düşecek olması. Yolu İstanbul’dan da geçer mi pek emin olmamakla birlikte, turnesindeki Avrupa durakları radarımda olacak.
‘HİGH AS HOPE’ HAZİRAN’DA GELİYOR
Florence Welch 29 Haziran’da ‘High As Hope’ adlı 4. stüdyo albümünü yayınlamaya hazırlanıyor. Albümden yayınlanan ilk single ‘Sky Full Of Song’un ardından geçtiğimiz haftalarda yayınlanan ‘Hunger’ adlı yeni single resmi anlamda albüm için geri sayımı başlattı. Sanatçı ‘Hunger’ı aslında şarkı yapmak için yazmadığını, sadece şiir olarak yazdığını belirtirken, sözleri yüksek sesle okudukça şiirin birden şarkıya dönüştüğünü söylemiş. 10 şarkılık albüm için ufaktan ısınma turlarına çıkan Florence, Mayıs ayında 6 mini konser ile İngiltere ve Amerika’da sevenlerinin yüzünü güldürüyor. En son Brooklyn’de iki gece sahne alan sanatçı 21 Mayıs’ta Los Angeles’ta sahne alacak.
Yeni albüm öncesi piyasaya sürdüğü ‘Gravity’ ve ‘We Dance’ single’larıyla ortalığı iyice ısıtan Bedük, hazırlıkları yaklaşık 1 sene süren İngiltere’de hazırladığı yeni albümü ‘Flashforward’ı sevenleriyle buluşturdu.
Son 1.5 haftadır sabahları işe giderken dinlemekten kendim alamadığım yeni Bedük şarkıları bizi az sonra aşağıda okuyacağınız röportajda buluşturdu. Yine yepyeni, bomba gibi, enerjisi en üstte bir Bedük var karşımızda, detaylar için söyleşimize buyurun:
Flashforward albümündeki İngiltere etkisini senden dinleyelim.
Albüme Türkiye’de başlamıştım aslında. Birkaç ay üzerinde çalıştım şarkıların. Daha sonra istedim ki, bir yer değişikliği yaparsam bu bana yeni bir enerji verir, farklı bir ilham yakalarım. Bu fikirle stüdyomu İngiltere’ye taşıdım ve albümün geri kalan sürecini de İngiltere’de tamamladım. Yeni bir ilhama yeni bir dünyaya ihtiyacım vardı. Gerçekten de bana yeni bir ilham kattı bu değişiklik.
Ben yaptığım işi kendi kendime değiştirmeyi, yeni şeyler denemeyi hatta deyim yerindeyse bir nevi baltalamayı çok seviyorum. Bir öncekinden tamamen başka bir iş yapayım, bu albümden sonra daha da yeni bir şeyler deneme isteği hep içimde var. Bakarsın bir sonraki albümde de Japonya’da olurum (gülüyor).
İngiltere’deki Stüdyo, çalışma koşulları anlamında Türkiye’den daha farklı mı?
Türkiye’deki stüdyomdan biraz daha küçük bir yer yeni stüdyom ama daha kompakt oldu ve son haline de baya ısındım. Aslında önemli olan fikirlerin büyük olması, mekân, stüdyo büyük olmuş çok da gerekli değil bana kalırsa. Bir de öyle bir yerde buldum ki stüdyoyu, yanımdaki komşularım da aynı benim gibi müzik insanları. 3-4 tane yan yana müzik üreten, müzik yazan stüdyo komşularım var, onlarla sürekli fikir alışverişinde olmak bana bambaşka bir vizyon kattı. Ben onlardan fikirler alıyorum, onlar benden fikirler alıyor. Enstrümanlarımız sürekli birbirimizde, resmen esnaf misali süper bir üretken ortam yarattım burada kendime.
Yaklaşık 1 ay önce SXSW’de Nile Rodgers’ın konuşmasını dinlemiştim. Bu söyleşide Nile Rodgers, yaratıcılığını, müzik aşkını ve kariyerinin detaylarını gençliğinden günümüze gelen kronolojide anlatırken konu bir şekilde Avicii’ye gelmişti. 2018’de yayınlayacağı yeni Chic albümü için sürpriz kişilerle çalıştığını söyleyen Rodgers, Avicii ile geçirdiği stüdyo zamanın son zamanlarda yaratıcılık adına yaptığı en iyi şey olduğunu söylemişti. Zamansızlıktan şikayet eden sanatçı, turne programıyla diğer sanatçıların prodüksiyon çalışmaları arasında mekik dokurken onu en çok etkileyen şeylerden birinin Avicii ile yeni şarkılar üzerinde çalıştığı zamanlar olduğunu bir çok kez dile getirmişti. Rodgers Avicii’yi için son zamanların ‘melodi dahisi’ olarak tanımlarken ‘beni Avicii ile 2 ay stüdyoya kapatın size 5 senelik albüm ile geri döneriz’ demişti. Cuma gününden beri aklımda hep bu söyleşi anı var. Müzik dünyası genç yaşta çok önemli bir müzik insanını maalesef kaybetti.
Avicii (01) - Yeniden Doğuş
Avicii çok genç yaşta EDM dünyasını sarsan başarısıyla, birçok festivalde sahne alan ve dev kitleleri müzikleriyle etkileyen bir sanatçı olarak maalesef kendisine çok da iyi bakmıyordu. Yoğun turne programı, düzensiz beslenme ve yoğun alkol tüketimi sebebiyle 2 sene önce ciddi sağlık sıkıntıları yaşayan sanatçı müziği bıraktığını duyurmuştu. Daha doğrusu canlı performans çalışmalarını bundan sonra sürdürmeyeceğini, daha insani bir halde yaşaması için buna zorunlu olduğunu açıklar bir metinle samimi şekilde duygularını sevenleriyle paylaşmıştı. Bu duyuru Avicii’yi sevenleri üzse de geri döneceğine sanırım ben de herkes kadar emindim.
Nitekim geçtiğimiz yaz Avicii (01) adını verdiği yeni EP’siyle İsveçli DJ adeta tekrardan doğmuştu. 6 şarkılık yeni albümü ile tekrardan müzik sektörüne geri dönen sanatçı, o dönemde yeniden geri dönüşünü şöyle özetlemişti:
‘Hayattaki tecrübelerimiz sayesinde zaman içinde hepimize bizim için neyin daha önemli olduğunu anlıyoruz. Bu benim için müzik yapmaktı. Müzik için doğduğumu, müzik yapmak için yaşadığımı anladım. Geçen sene canlı performanslarımı bıraktığımda aslında benim için daha anlamlı olan stüdyoma döndüm. Bu yeni başlangıç ile müziğe olan tutkumu sizlere yeni şarkılar yaparak göstereceğim. Umarım sizler de en az benim kadar keyif alırsınız’.
Avicii (01) projesi gerçekten de yeni bir başlangıçtı, yaz boyu bu albümden yayınlanan single’lar ve remixlerle ara verdiği dönemde pek de bir şey kaybetmediğini listelerdeki yükselişiyle kanıtlamıştı.
Şarkılarını ilk duyduğum andan beri merakla albümünün yayınlanmasını bekliyordum, sonunda ilk stüdyo çalışması ‘Sevda Gibi’ geçtiğimiz haftalarda yayınlandı. Biz de albümün piyasaya çıkmasını fırsat bilip Ufuk’un müzikle yolunun kesişmesinden, şarkıların oluşmasına kadar tüm detayları en ince ayrıntısına kadar konuştuk.
Müzikle olan ilişkin nasıldı?
15 yaşında başladı bu yolculuk. Bir arkadaşımın partisinde sahneye çıkıp şarkı söylemiştim, sırf geyik amaçlı yapmıştım. Daha önce de sahnede şarkı söylemişliğim yoktu, sonra bu partide ilgi ve beğeni büyük olunca bu konuya eğilmeye karar verdim. Sonraları birkaç grupla çalışmalarım oldu, derken zaman içinde ben kendi kendime müzik yapmak istediğimi anladım. Bu sebeple de gittim kendime bir gitar aldım, 17 yaşındaydım bu dönemde. Gitar çalmayı öğrendikten sonra birkaç beste yaptım, ‘Ay Tenli Kadın’ ilk yaptığım bestelerden biriydi.
Ses renginin Eddie Vedder’a benzediğini yazmışlar ekşisözlük’te, sen ne düşünüyorsun bunun hakkında?
Elbette benim de çok sevdiğim bir sanatçı, böyle bir benzetme tabi ki hoşuma gidiyor. Her müzisyen mutlaka kendinden daha önceki bir jenerasyondaki sanatçıdan feyz alıyordur. Ama burada bir konu var, biri başka bir sanatçıyı kopya ediyorsa bunun pek doğru olmadığını düşünüyorum. Benim kendime idol olarak aldığım sanatçı kimdir? derseniz, Alice In Chains’in vefat eden vokali Layne Staley derdim cevap olarak.
Şarkı yaparken şuna benzesin, şöyle duyulsun diye yapılmıyor aslında. O güne kadar nelerden beslendiysen, kimleri dinleyip kendine örnek aldıysan bütün bunların bir birikimi elbette yaptığın işte kendine bir parça buluyor.
Sofar sahnesi tecrübesini merak ediyorum, nasıl oldu öncesi ve sonrası?
Kendisiyle uzun zamandır röportaj yapmak için fırsat kolluyordum. Geçtiğimiz hafta ekibi Burak’ın yeni single’ı için PR çalışmaları sebebiyle İstanbul’a geldiği bilgisini verince ilk fırsatta kendisiyle tanışıp söyleşi yapmak istedim.
Burak Yeter, performanslarıyla global festivallerde sahne alan, birçok şarkıya yaptığı remixlerle ve yayınladığı şarkılarla artık dünyaca adından söz ettiren prodüktör, DJ, kısacası önemli bir müzik adamı. Kendisiyle seneler önce başladığı müzik yolculuğundan sohbeti başlatıp günümüze kadar uzun uzun konuştuk.
Her şeyin ilk başlangıç noktasından gitmek istiyorum. Burak Yeter’in ilk olarak müzik ile tanışması nerde başladı?
5 yaşında çok iyi piyano çaldığımı sanıyordum (gülüyor). Babam müzisyendi 12 telli klasik gitar çalıyordu, hala da hobi olarak çalar. Ben de babamdan heveslenip evdeki piyanoya merak sarmıştım. Ailemden bu konuda bir eğitim almadım, tamamen kendi merakımla deneyerek çaldım piyanoyu. Sonraları kendimi geliştirdim, evde kimseler yokken klasik gitarı öğrenmeye başladım. Hatta öyle ki, kendi kendime çalışıp hazır olunca eve akrabalarımız geldiğinde onlara mini konserler verirdim.
Böyle böyle üniversiteye kadar enstrümanlarla olan ilgim giderek arttı. Antalya’da konservatuara gittim orada da fagot çaldım. Zamanla batı müziğine ilgim artınca, piyano ve keyboard’a yöneldim. Daha çok elektronik piyanolara odaklandım ve minimoog’u öğrendim. Antalya’da çok fazla bu alanda imkan olmadığı için, araştırmalarımı hep internet üzerinden yapıyordum.
Yurt dışına çıkıp Almanya’ya gidince, müzik ile olan ilgim, o güne kadar yaptığım çalışmalar ve araştırmalarım beni daha çok prodüksiyona yönlendirdi. O dönemlerde Antalya’da bir rap grubuna alt yapılar hazırlıyordum.
Yurt dışından dönüp İstanbul’a geldiğimde rap ile olan bağım devam etti. O zamanlar adı ‘Nefret’ olan Ceza’nın da yer aldığı rap grubuna alt yapılar yaptım. Hatta sonrasında Ceza ile Türkiye turnesi yapmıştık, benim de adım o zamanlarda DJ Yeter’di.
Özellikle ‘Trilogy’ dönemine çok benzer tarzda olan ‘My Dear Melancholy,’ EP’si özlediğim The Weeknd’i geri getirdiği için beni ziyadesiyle memnun etti. Abel Tesfaye nam-ı diğer The Weeknd’in aşk ve melankoli kokan mektup temalı bu albümü kimine göre yakın zamanda ayrıldığı sevgilisi Selena Gomez ile ilişkilendirilse de bence bu tamamen işin magazin tarafı.
The Weeknd’in R&B temalı, karanlık ama melodik ilk dönem şarkılarından sonra, bu çıkışı takip eden 5 sene içindeki değişimi, ‘Kiss Land’ albümünden sonra ‘Beauty Behind The Madness’ ile pop müziğe net adımlar atmasıyla sonuçlanmıştı. Platin satışlar almaya başlayan sanatçı bu yola devam ederek Daft Punk gibi isimlerle iş birliği yaparak 2016 senesinde ‘Starboy’ albümüyle artık resmen bir pop star olmuştu. Hızlı ve emin adımlarla yükselişi, her sanatçı gibi The Weeknd de hak ettiği gibi bu yükselişi sabitlemek birçok isimle düetler ve ortak yapım şarkılarla adını geçtiğimiz yıla altın harflerle yazdırmıştı. Lana Del Rey, Halsey, Gucci, French Montana, Future ve son dönemde Kendrick Lamar gibi birçok büyük isimle şarkılar yapan Abel Tesfaye geçtiğimiz hafta yayınladığı melankolik aşk mektubu albümünü çok büyük ihtimal ile eskide kalan haline yazmış gibi duruyor. Sessiz sedasız yayınladığı bu albüm üzerine henüz fazla bir açıklama yapmayan sanatçı belli ki biraz zaman vererek gelecek tepkileri izliyor.
Şarkıların modu, sözlerin etkisi bizi en eski The Weeknd’e götürüyor desem de, Abel Tesfaye’nin seneler içinde yakaladığı deneyim, bu özel albüm için birlikte çalıştığı isimler sayesinde bize nefis bir albümü beraberinde getirmiş. Skrillex, Gesaffelstein, Nicolas Jaar, Daft Punk’tan Guy-Manuel De Homem- Christo, Frank Dukes ve Mike WiLL Made-It ‘My Dear Melancholy,’ nin künyesindeki isimlerden sadece bazıları.
Eğer bu 6 şarkılık albüm gerçekten de bir mektubun başlangıcıysa, 14-18 şarkılık albümlerle görmeye alışık olduğumuz The Weeknd bence bu mektubun gelişme ve sonuç bölümünü de hazırlamıştır diye düşünmek istiyorum.
Marvel ile ‘Starboy’ Çizgi Romanı
The Weeknd şaşırtmaya devam ediyor.