Paylaş
DÖRT gündür Londra'dayım. Siz bu yazıyı okurken ben Türkiye'ye dönmüş olacağım.
Beni şaşkına çeviren bir durumu yazmak ve biraz da irdelemek istiyorum.
İngiltere'de kaldığım beş gün içinde ne televizyonlarda, ne de gazetelerde Başbakan Tony Blair'in yüzünü gördüm.
Demek ki adam ne sözlü, ne de yazılı demeç verdi.
Yalnız o mu? Bakanları da öyle... Hiçbiri ağızlarını açmadı.
Muhalefeti sorarsanız, onlar hiç ortalarda yoktu.
Askerlere ve üst düzey bürokratlara gelince... Burada onların siyasi konuşmalar yapması diye bir gelenek zaten yok.
Doğrusunu söylemek gerekirse, herkesin günde ‘‘beş vakit’’ konuşma alışkanlığında olan bir ülkenin vatandaşı olarak buradaki durumu çok yadırgadım.
Aşırı sakin bir ülke bu İngiltere. Her gün bir kriz yaratıp sonra onu çözmek için uğraşmıyorlar.
Yani burada, bizdeki heyecanlı yaşam yok.
Herkes işini yapıyor, onun için de her şey tıkır tıkır işliyor.
Örneğin, gereksiz demeçler yüzünden borsa inip çıkmıyor, faizler 2000'lere vurmuyor, yabancılar bir gecede milyarlarca dolarını toparlayıp gitmiyor. Yatırımcılar açmazda kalmıyor...
Yani bize göre fazla durağan bir ülke...
* * *
Televizyonu açtığınızda birbiri ardına felaket haberleriyle karşılaşmıyorsunuz.
Burada da sorunlar var, ama bunları kavgasız, gürültüsüz halletme yollarını bulmuşlar.
Toplumsal barışı korumayı başarıyorlar.
Düşünüyorum da, biz bunu ne zaman öğreneceğiz diye merak ediyorum.
Birbirimize kin ve nefret duymadan barışı, sevgiyi yarınlara taşıyabilecek noktayı yakalayabilecek miyiz?
İnsanlarımızın büyük çoğunluğu devletine güvenmiyor.
Hatta devletinden nefret ediyor.
Devlette de vatandaşına sevgiyle, hoşgörüyle yaklaşmayı bir otorite zaafı alarak görme alışkanlığı var.
Bu açıdan bakınca, cezaevlerinde yaşananları oturup uzun uzun düşünmeliyiz.
Demir parmaklıklar arkasındaki gençlerin bu ülkenin evlatları olduğunu unutmamalıyız.
‘‘Onlar teröristtir. Onlar suçludur. Onlar iflah olmaz’’ mantığı ilkel bir mantıktır.
Bu gençleri cezaevlerinde üretken insanlar haline getirmeliyiz.
Gençleri içine çeken terör bataklığını kurutmalıyız.
* * *
Bu nedenle ‘‘Asalım, keselim, devlete karşı çıkanı ezelim, yok edelim’’ nutukları atan politikacıları hiç anlayamıyorum.
Cezaevinde başkaldıran gençlerle son dakikaya kadar anlaşmak için uğraşan Ecevit ile Türk'ün yaklaşımını doğru buluyorum.
Bunun bir zaaf olduğunu kabul etmiyorum. Bu hoşgörü anlayışının daha yaygınlaşmasını diliyorum.
Güzel, sevgi dolu, herkesin birbirine sonuna kadar tahammül edebildiği bir Türkiye yaratabilmek için elimizde sihirli bir değnek var.
O da demokrasidir. Demokrasiyi ne kadar yaygınlaştırabilirsek toplumumuzu o kadar huzurlu hale getirebiliriz.
Örneğin, Leyla Zana ve arkadaşlarını içeride tutmak inanın Türkiye'ye daha zararlı oluyor.
Bu gerçeği artık görelim.
Kızdığımız herkesi içeri tıkarak hiçbir yere varamayız.
Şeffaflıktan inatla kaçarak sorunlarımızı çözemeyiz.
Evet Avrupa'ya kızıyoruz. Bize haksızlık yaptıklarına inanıyoruz.
Ama kabul edelim ki, kendimize çekidüzen vermemek için de inanılmaz bir gayret içindeyiz.
Paylaş