Tufan Türenç: Şair'i geç de olsa sevmeye başladık

Tufan TÜRENÇ
Haberin Devamı

Şair, yıllarca memleket hasreti çekti. Ömrünün son yıllarında sık sık Bulgaristan'ın Varna Kenti'ne gidip Karadeniz kıyısındaki bir otele yerleşirdi.

Her gün kumsala iner, memleket toprağını bir çizgi halinde de olsa görebilmek için mavi gözleriyle saatlerce ufku tarardı.

Karşı yakadaki biricik yavrusu Memet'e seslenirdi:

Karşı yaka memleket

Sesleniyorum Varna'dan

işitiyor musun

Memet, Memet.

Bu yürek yakıcı dizeler o günlerde Şair'in memleket hasretinin ne kadar büyük boyutlara ulaştığını gösterir.

Bir başka şiirinde de şöyle diyor:

Çok yorgunum beni bekleme kaptan

Seyir defterini başkası yazsın

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman

Beni o limana çıkaramazsın.

Gerçekten de Şair'i o limana hiçbir kaptan çıkaramadı.

O limana çıkamadan da yad ellerde öldü gitti.

Şimdi Moskova'daki o soğuk mezarlıkta yatıyor.

Oysa o hep Anadolu'nun ıssız bir köşesinde, bir dağ başında, bir çınarın altında yatmak istemişti.

Ama Şair'in bu isteğini ona çok gördük. Hálá da görüyoruz.

* * *

1994 yılındaki MHP kongresi beklenmedik bir sahneye tanık olmuştu.

Kürsüde konuşan Genel Başkan Alparslan Türkeş, Şair'in ‘‘Kuvayi Milliye Destanı’’ndan şu dizeleri okumuştu:

‘‘Dört nala gelip uzak Asya'dan

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim.’’

Ve o kongrede yaşlı genel başkan bazı tabuları yıkmıştı.

Bugün Nazım'a toplumun hemen her kesimi sıcak bakabiliyorsa bunda Türkeş'in o gün cesaretle o tabuları yıkmasının rolü büyüktür.

Çok değil on yıl önce, bu ülkenin insanlarının büyük bölümü Şair'i vatan haini olarak kabul ediyor ve ona küfürler savuyordu.

Bugün ise hemen herkes onu bir dünya şairi olarak kabul edecek olgunluğa erişti.

Aynı şey Necip Fazıl ve Arif Nihat Asya için de söz konusudur.

Türkiye'nin, sanatsal değerlerine ipotek koyan saçma saban tabuları yıkarak bir noktada buluşabilmesi sevindiricidir.

* * *

Bilindiği gibi Şair 1950 yılında çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı.

13 yıllık bir hapis cezasından sonra dışarı çıkmış ve özgürlüğüne kavuşmuştu.

48 yaşındaydı ve kalbi hastaydı.

Oğlu Memet yeni doğmuştu.

Bu mutluluğu çok görerek onu askere almaya kalktılar. Sağlık durumu askerliği kaldıracak gibi değildi.

Dostları bir süre yurtdışına çıkmasını önerdiler ama bu olanaksızdı çünkü Şair'in pasaportu yoktu.

Sonunda kaçmasına karar verildi.

Kız kardeşinin kocası Refik Erduran ile bir sürat motoruyla Karadeniz'e açıldılar.

Niyetleri Bulgaristan'a geçmekti. Ama önlerine bir Rumen şilebi çıktı.

Şilebe yanaşıp Nazım Hikmet olduğunu söyledi ve gemiye bindi.

Geminin güvertesinden bir daha dönemeyeceği memleketine son defa el salladı.

Yıllar sonra da olsa Nazım Hikmet gibi bir dünya şairinin bu memleketin evladı olduğunu içimize sindirmemiz sevindiricidir.

Yazarın Tüm Yazıları