Paylaş
25 Aralık tarihli gazetedeki köşemde İzmir eski Belediye Başkanı Burhan Özfatura'nın iki anısına yer vermiştim.
Anılarda, Türkiye'nin son ekonomik krizden kurtulabilmesi için Batı'dan gelen milyarlarca doların tersine 1979 sonu ile 1980 başlarındaki o zor günlerde Batılı ülkelerin üç-beş milyon dolar için bize neler yaptıkları anlatılıyordu.
Özal ile Özfatura borç bulma görüşmelerinde o kadar üzülmüşler ki, ağlayıp intiharı bile düşünmüşler.
Bu ilginç ayrıntılar not defterlerimden birinde kalmasın, bilinsin istedim.
Yoksa, o zor günleri aşmanın başarısının sadece Özal'a ait olduğunu vurgulamak gibi bir amacım yoktu.
Ama bazı okurlar yazıyı Özal'a gereksiz övgü olarak algıladılar.
Son olarak da Sayın Süleyman Demirel'den aynı doğrultuda bir aydınlatma yazısı gelince maksadımı tam olarak ifade edemediğimi anladım.
Bazı yanlış anlamaları gidereceğini de umarak Sayın Demirel'in gönderdiği yazıyı aynen koyuyorum:
‘‘Eylül 1979 Türkiyesi; kuyruklar, yokluklar ve büyük sıkıntılar içinde idi.
14 Ekim 1979 tarihinde yapılan (ara) seçimlere, bu şartlar altında girildi.
Muhalefet lideri ve Adalet Partisi Genel Başkanı olarak; kuyrukların ve yoklukların kaldırılması ve ekonominin yeniden işler hale getirilmesi iddiaları ile seçim kampanyası yaptık. Bu kampanya sonunda AP 5 milletvekilliğinin 5'ini kazanmış ve % 55 oy almıştı. 50 senatörün 33'ünü kazanmış, % 47 oy almıştı. Günün hükümeti -2 gün sonra- 16 Ekim 1979 tarihinde istifa etti. ‘Halkın AP'ye teveccüh gösterdiğini ve hükümetin AP tarafından kurulması gerektiğini'ni söyledi.
AP'nin TBMM'de bir hükümeti ayakta tutacak kadar sayısı yoktu. Dışardan destek vaatleri geldi ve AP bir azınlık hükümeti kurdu, bu azınlık hükümeti 25 Kasım 1979 tarihinde güvenoyu aldı. Ve böylece o günkü şartların altına siyasi iktidar olarak girdi.
O tarihte merhum Özal, henüz devlette görevli değildi. Ben çağırdım, Aralık başında gelip, Başbakanlık ve DPT Müsteşarı olarak göreve başladı.
Merhum Özal'ın siyasi bir kişiliği, fonksiyonu ve sorumluluğu yoktu. Olay siyasiydi ve sorumlusu da hükümetti. Her zaman da öyledir.
Bizim bünyemizde ekonomi, birçok bakanlığı birden ilgilendirir. Ne bir bakan, ne bir müsteşar ekonomiden sorumlu sayılamaz. Bu tabir yanlış olarak kullanılmaktadır.
Aralık 1979 başında yaptığım basın toplantısında; 100 gün zarfında bu yokluklardan ülkenin tümüyle kurtulacağını millete ilan ettim.
8-9-10 Mart tarihlerinde, yani 100 gün sonra basın toplantısı yaptım. Ve bütün yokluklar ortadan kalkmıştı. Bunu ilan ettim. Hatta ‘Kimin nesi yoksa bana müracaat etsin...' diye, açık beyanda da bulundum.
Mart'ın başından itibaren yani bizim hükümetin kuruluşundan 100 gün sonra Türkiye'de; akaryakıt, ilaç, şeker, yağ, fabrikaları çalıştıracak hammadde, velhasıl her şey, yeniden bulunur hale geldi.
Seçim meydanlarında verilen sözler tutulmuştu.
Bu, nasıl yapılmıştı?
Herhalde ağlayarak, intiharı düşünerek değil... Çünkü itibarımız olmasaydı; ne ağlamak, ne de intiharı düşünmek bir işe yarardı.
Bu beyanın biraz maksadını aştığı kanaatindeyim. O zamanki kullandığım deyim; ‘Bulduk, buluşturduk'tur.
Ülkenin zorlukları vardı. Bunları aşmak için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yakışır şekilde hareket edilmiştir. Sağlanan destekler, kişilere değil, yine devletimizin itibarına idi. Kimseye yalvarıp yakarmadık. Zor günlerdi ama aşıldı.
Ülkenin niye o duruma düştüğünü tartışıyor değilim. Onlar tartışıldı, ama o durumdan çıkışın sorumluluğu siyasiydi ve siyasi iktidara aitti.
Tabii ki neticeden emeği geçen herkes pay almalıdır fakat sorumlu siyasi iktidar, en sona kalmamalıdır.
Eylül 1980'e gelindiği zaman Türkiye, dışardan yeniden kredi sağlayabilecek durumda idi. Nitekim, daha sonra Atatürk Barajı inşaatında kullanılan takriben 2.5 milyar dolarlık kredi, Temmuz 1979'da teklif edilmiş ve kullanılmasına karar verilmişti. Geçmişin doğru anlaşılmasına yararı olur düşüncesi ile bu kısa açıklamayı yaptım.
Bilginizi rica ederim.
Süleyman Demirel’’
Paylaş