‘KAÇ para’ dedim. Evet evet, lafı hiç ağzımda gevelemeksizin, kestirmeden, ‘Rover 75’in yaşlı başlı sahibine otomobilini ne kadar fiyata satacağını sordum.
Bekliyorum ki, telaffuz edeceği rakam öylesine yüksek olacak ki, bendeniz de ‘Allah sizin kesenize bereket versin ve yeni alıcısına da hayırlı olsun’ diyerek kerli ferli beyden alelacele müsaade isteyeceğim.
Arkama bakmadan kös kös eve dönerken de kendi kendime, ‘Efendi haddini bil, sen kim, velev ki elden düşmesi olsun, İngiliz marka asalet arabası kim’ diye söylenip duracağım.
Unutmayalım ki, zaten gıcır gıcır bir ‘kız gibi’ olan vasıta ayrıca deri koltuktan soğutma tesisatına ve ultra CD radyodan özel komutlu kilide ‘full option’ denilen cinsten bütün ayrıcalıklarla donanmıştır.
Üstelik de, topu topu yirmi üç bin kilometrededir.
Dolayısıyla, bit pazarında okutmadığından, adam herhalde kelepir hurda fiyatına satacak değil!
Ancaaak!
*
ANCAĞI şu ki, söylediği rakamı işitince derhal afalladım.
Afallamak ne kelime, yüreğim tekrardan patır patır atmaya başladı.
Yahu, bu fiyata nasıl mümkün olabilir? Deli mi?
Harcıalem bir otomobilin fabrika çıkışından bile az istiyor ki, işin içinde mutlaka bir bit yeniği olmalı.
Allah bilir, silindirinde çatlak veya şanzımanında dağılma falan var.
Peki de, şimdi ne yapmalıyım?
*
ARABA sahibine en önce, bir tamirciyle gelip otomobili denetletip denetletemeyeceğimi sordum.
Hiç düşünmeden ‘Hay hay’ dedi ki, doğrusu bu cevap içime su serpti. Demek korkusu yok.
Sonra derhal telefon numarası ve randevu saati falan, el sıkışıp, öğleden sonra görüşmek üzere ayrıldık.
Ben şimdi heyecanlar içinde eve koşmaktayım ki, bilgisayar başında elden düşme ‘Rover 75’lerin fiyatı hakkında bilgi edinecek ve adamın madrabaz mı, yoksa rayiçlerin alt gradoda mı olduğunu öğreneceğim.
*
OTOMOBİL sahibinin günahını almışım, ikinci şık doğruymuş.
Efendim, bu ‘Rover’lar zaten ‘marjinal’ addedildiğinden; üstelik de, harika dizaynına rağmen ‘75’ tiplerine konulmuş olan iki litrelik ‘BMW’ motorlar ağır kasayı ‘uçuramadığından’; daha üstelik, otomatik viteslilerde hantallık had seviyede olduğundan, ikinci el fiyatlar diğer markalarla kıyaslanamayacak ölçüde düşükmüş.
Haydaa! Şimdi ne halt etmeli?
Fiyatı ehven ve fiyakası mükemmel ama, acaba zırhlı bir kaplumbağa kabuğunu mu kullanacağım?
Fakat birden yine kendi kendime dedim ki, ‘Be çocuk, işte yarım yüzyılı da devirdin. Ebedi gençlik iksirinden tattığın yalanına inanma. Debriyaj, vites, gaz, otomobillerin ırzına geçmek deliliğini artık unut. Uslan ve de yaşını başını almış birisi olarak sen de şöyle ‘oturaklı’ bir vasıtanın direksiyonuna kurul.
Varsın ‘ateşli’ gitmeyecek olsun, ne tabakhaneye bir şey yetiştireceğin var; ne bilhassa, artık senin eski ‘ateş’in var!’
*
BUNLARI söyledikten sonra da ‘dönülmez kararımı’ aldım.
Eğer tamirci de ‘okey’ini ve tabii en önemlisi, banka krediyi verirse, ne yapıp yapıp ben bu ‘Rover 75’in mülkiyetine sahip olacağım.
Zaten en önemlisini de bu sonuncu unsur oluşturuyor.
Çünkü, eh ‘ucuz’ (!) dedikse herhalde bir külah leblebi fiyatından söz etmedim.
Cebi ve cepkeni daima delik bir kevgir olmuş olan bu ebedi ve ezeli züğürtün kesesi için bir servete tekabül eden o parayı ancak banka müdürüne yalvarmak kaydıyla bulabilirim ki, taksitlerin de mutlaka geniş bir zaman dilimine yayılması gerekir.
Aksi takdirde, havada bulut, sen ‘Rover’ı unut.
Tanıdığım tamirciye, otomobile göz atması için telefon ettim ve öğleden sonrası için randevulaştık.
*
NEYSE, otomobil sahibi, ben ve tamirci tekrar buluştuğumuzda, bu sonuncusu arabaya şöyle bir göz atıp, kaputu dahi açmadan motoru şöyle bir çalıştırdıktan sonra beni yanına çağırarak, ‘Düşesin düşeşi! Derhal al, yoksa ben şimdi alıp fazlasına satacağım’ dedi.
Eteklerim tutuştu ve ‘Tamam, tamam, sen git’ diye başımdan savıp yaşlı adamcağızla beraber kaldım.
*
PAZARLIK falan etmedim. Zaten edemem ve hemen kıpkırmızı kesilirim.
Üstelik, bu fiyatın altına inmeye çalışmak, sinekten yağ çıkarmaya kalkışmak bezirganlığı olur.
Ancak, ne cebimde, ne de banka hesabımda kaporta verecek tek kuruş bile yok ki!
Gırtlağımı sıksalar, yarınki gazete ve kahve ücretinden başka bir şey çıkmaz.
Allahtan, aklıma, mangır bab’ında hali vakti çok yerinde olan bir eski göz ağrısı geldi. Cep telefonuyla derhal onu aradım ve durumu bir çırpıda izah ettim. ‘Ocağına düştüm, yetiş’ diye yakardım.
Kadıncağız ahizede çok haklı olarak, ‘Alçak, ben senin aklına ancak böyle durumlarda gelirim’ diye takaza etmeyi unutmadı ama, Hızır Aleyhisselam gibi, yirmi dakikaya kalmadan da parayı oracığa getiriverdi.
Banknotları saydım, imzayı aldım ve işte ilk fasıl bitti. Şimdi acilen bankadan kredi bulmam gerekiyor. Bunun nasıl gerçekleşebileceğini tartışmak için de, beni davet eden eski gözağrımla lokantaya oturduk.
Bulabildim mi dersiniz, cevabını gelecek pazara bırakıyorum.
Yeni otomobilim (VIII)
Fiyatı ehven ve fiyakası mükemmel ama, acaba zırhlı bir kaplumbağa kabuğunu mu kullanacağım? Fakat birden yine kendi kendime dedim ki, ‘Be çocuk, işte yarım yüzyılı da devirdin. Ebedi gençlik iksirinden tattığın yalanına inanma. Debriyaj, vites, gaz, otomobillerin ırzına geçmek deliliğini artık unut. Uslan ve de yaşını başını almış birisi olarak sen de şöyle ‘oturaklı’ bir vasıtanın direksiyonuna kurul. Varsın ‘ateşli’ gitmeyecek olsun, ne tabakhaneye bir şey yetiştireceğin var; ne bilhassa, artık senin eski ‘ateş’in var!’