Yürüyüş röportajı

Kumkapı’dan Yenikapı’ya doğru yürüyorum. Burası, o renklerin yakamozuyla pırıldayan ve Afrika tamtamının, Çin zilinin, Ermeni duduğunun, Slav şarkısının yahut Kürt avazının ritimleriyle ışıldayan başka, bambaşka bir İstanbul’dur...

Hangimiz Burkina Faso’nun Afrika haritasındaki yerini bir çırpıda gösterebilir?

Yahut, içimizden kaç kişi Benin’in o kıta coğrafyasındaki mekánını işaretleyebilir?

Yahut, Sierra Leone’yle Liberya arasındaki sınırı çizebilecek olanımız var mıdır?

Sizin námınıza cevap vermek istemem ama, ben ki sözüm ona gazeteci geçiniyorum ve de meslek itibariyle bütün bunları ezbere bilmem gerekir, hepsinde çuvalladığımın resmidir.

Neyse, işte yürüyorum. Kara Afrika’nın herhangi bir şehrinde değil, geçen pazar anlatmaya başladığım gibi, İstanbul’un Kumkapısı’nda yürüyorum. Refakatçimle birlikte ve gecenin karanlığında, gecenin ortasında; gecenin endişesinde, ara sokaklardan, yan sokaklardan, çıkmaz sokaklardan Yenikapı’ya doğru yürüyorum.

Ve, o karanlığı yırtan yegáne dükkán ışıklarında, camekánlara yapıştırılmış Burkina Faso’nun, Benin’in, Sierra Leone’nin, Liberya’nın isimleri okunuyor.

Artı, yine hepsi İngilizce imláyla yazılmış olmak üzere diğer bazı Afrika ve Asya ülkelerinin; sonra Ermenistan’ın; sonra Gürcistan’ın; sonra Moldava’nın; sonra Ukrayna’nın; sonra Tataristan’ın; ve sonra, bilinmedik yedi düvel coğrafyasının sıfatları okunuyor.

Bir de, camları kırık yaz pencerelerinden; tezgáhtarı meçhul işportacı radyolarından; kapısı açık eşik aralıklarından farklı, sonsuz farklı notalar dökülüyor.

Kürtçe bir avaz Ermenice türküyü bastırıyor ve Svahilice bir tempo ikisi de bastırıyor. Yürüyorum.

PHONE SHOP’TAN TROPİKAL KÖYE

Yürüyorum ve de zaten şimdi tam piyasa vaktidir. Tam curcuna zamanıdır.

Çünkü, bu sokaklar yalnız geceleri böylesine endişesiz olabilirler.

Işıklı olabilmek hayalini yalnız karanlıklarda kurabilirler.

Çünkü, bu saatten sonra zaptiye artık uğramaz. Gölgelere ve kuytulara girmez.

Kimlik, pasaport, vize, oturma izni, çalışma müsaadesi sormak; yoksa, eksikse, kalpsa, sahteyse şubeye götürmek; beteri, kodese tıkmak; daha daha beteri, sınıra sürmek için gelmez.

Bütün bunlar ışığın, gündüzün, aydınlığın korkularına dahildir ki, şimdi gece ortasıdır.

Dolayısıyla, işte şen şakrak; işte kaygısız kuygusuz; işte tebessümlü kahkahalı, Burkina Fasolular Burkina Faso’ya; Beninliler Benin’e; Sierra Leoneliler Sierra Leone’ye; Gürcüler Gürcistan’a; Moldavlar Moldava’ya telefon etmek için artık dışarı çıkabilirler.

Yukarıda sözünü ettiğim ve iletişimi bilgisayar vasıtasıyla sağladıkları için postaneden çok daha ucuza gelen o "phone shop"ların ahizesini kullanarak, tropikal köy kulübesinde yarı aç, yarı tok bıraktıkları çocuklarından sağlık ve selámet haberi sorabilirler.

Günde bir öğün ve daima acılı lapa yemekten yakınan karılarının yüreğine de, "Dört aydır süren şu İstanbul faslı bitiyor. Meriç üzerinden bin dolara Yunanistan’a geçirecek birisini bulduk. Oraya kapağı atıp mültecilik isteyeyim, hemen para yollayacağım" diye su serpmeye çalışabilirler.

Yirmi kişi, otuz kişi beraber kaldıkları köhne eve dönmeden önce de, cesaretli davranıp Gedikpaşa’ya, hattá belki Beyazıt’a kadar çıkıp, şehrin ışıklarını görebilirler.

Hatta hatta, zencilerin tezgáhta toplanmasına fazla ses etmeyen biracıda, bir bardağı üç kişi paylaşabilirler.

Yahut, başka bir "phone shop" dükkánında, bilgisayar ekranı önündeki genç "Erivan bağlanıyor" diye haber verdiğinde, genç Ermeni kadın heyecanla kabine dalabilir.

Çok sevdiği kocasına, "Cánım ahparik meraklanma, keyfim tıkırındadır. Buralı Hay ailelerden birinde hizmetçilik yapıyorum ve iyi sayılacak para veriyorlar. Uçak veya Batum, atla sen de hemen gel. Polis anlayışlı davranıyor ve bizlere göz yumuyor. Mahir marangoza da iş bulunuyor" dedikten sonra, "Gelirken de sakın tatamın topiğinden getirmeyi unutma. Buralı Ermeniler fazla nohut koyuyor" diye ekleyebilir.

Mutlu, oldukça mutlu tekrar karanlığa daldığında ise, kaldırıma çıkartılmış külüstür kanepelerde Kumkapı-Yenikapı "piyasa"sını seyreden ve aynı harap evin aynı harap odasında yaşayan akrabalarıyla yárenlik etmek için, bir sonraki sokağa kadar yürüyebilir.

Ben de öyle yürüyorum. Refakatçimle beraber, Afro ritimlerin grup sallantısında gezinen zencilerin; kapı önüne yine grup halinde bağdaş kurarak tespih çeken yaşlı Tatarların; bilinmedik dillerde, bilinmedik şarkılar söyleyen sarı-esmer Asyalıların; pencerelerden sarkarak karşı pencerelerle konuşan Ermenistanlı Ermenilerin; hiç uyumayan çocuklarına bağırırken eşikte yufka açan Kürt kadınların arasından, Kumkapı’dan Yenikapı’ya doğru yürüyorum.

Bu, hem sonsuz iyi bildiğim, hem de asla bilmediğim bir İstanbul’dur.

Ve, semte ne lümpen, ne de batak denilebilir! Asla böyle bir haksızlık yapılamaz.

Bura, dünya refah sıralamasında cidden sınıf atladığı için artık sırf iç göçü değil, aynı zamanda da dış göçü cezbeden yedi tepeli şehrin, yetmiş yedi renkten mahallesidir.

Bura, zahiri karanlığına rağmen o renklerin yakamozuyla pırıldayan ve Afrika tamtamının, Çin zilinin, Ermeni duduğunun, Slav şarkısının yahut Kürt avazının ritimleriyle ışıldayan başka, bambaşka bir İstanbul’dur ki, bir sengine yekpare Acem mülkü ne kelime, bir parke taşına bin dünya metropolü fedadır.
Yazarın Tüm Yazıları