Yurtsever bağışıklık

DÜNKÜ yazıma Albert Einstein’ın "milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır ve insanlığın kızamık çıkartmasına tekabül eder" cümlesiyle başlamıştım.

Noktayı ise, "öyledir ve buna karşılık ’yurtseverlik’, artık o kızamıktan bağışıklık kazanmış o insanlığın olgunluk çağıdır" diyerek koymuştum.

* * *

EVET öyledir, çünkü dün belirttiğim gibi, milliyetçilik "ulus devlet"lerin oluşum sürecinde bir zaruriyet yahut bir ihtiyaç ideolojisi olarak ortaya çıkmıştı.

O "ulus devletler"in "oturaklaşmasıyla" birlikte de misyonunu tedricen yitirdi.

Çocukluk, ergenlik ve gençlik çağı nihayete erdiğinden; ayakları yere bastığından; zihni kapasitesi pekiştiğinden, giderek "ákil adam" kimliğiyle donandı.

İlk baştakinin aksine, "öteki"nden farklılık ve "öteki"ne hûsumet ekseninde kendisini tanımlamak ve yaratmak; dolayısıyla da "anti" bir "uyarıcı" üretmek ihtiyacı kalmadı.

Ve bu kávisle birlikte milliyetçilik kendi doğasındaki "faaliyetçilik"ten uzaklaştı.

Yurtseverliğe dönüştü ki, "ulus devlet"ini böyle bir duyarlılıkta sahiplenir oldu.

Daha doğrusu, "doğal seyir"de bütün bunların böyle olması gerekiyor ve gerekirdi.

* * *

YURTSEVERLİĞİ milliyetçilikten ayıran kalın ve net çizgi ise şu noktada odaklanır:

"Öteki"; daha doğrusu "öteki"ne hûsumet duygusu artık bir "uyarıcı" değildir.

Çünkü, ben "ben" olduğumun bilincine hanidir vardım. Buna kesinkes inandım.

Dolayısıyla, o "ben"i herhangi bir "öteki"ne karşı idáme ettirmek ihtiyacım kalmadı.

Aksine, "antipatik uyarıcı" arayışından arınıp "empatik davranış" bilgeliğine eriştiğimden, kendimi "öteki"nin yerine koyarak da tartmak erdemiyle donandım.

Hissiyatçılığı bıraktım ve mantıkçılığa kavuştum. Kalple değil beyinle düşünür oldum.

Bu yüzden de, eski ideolojik altyapıya, hani şu Sevr paranoyalarına, kurucu efsanelere, komplo teorilerine, "Türk’ün Türkten başka dostu yoktur" şiarlarına ihtiyacım kalmadı.

Oturaklaştım, olgunlaştım, ákilleştim ki, ilk "ulus devlet" aşamasında gereksinimini duymuş olduğum "anti-uyarıcı"ları tedricen tasfiye ettim ve de etmekle yükümlüyüm.

Yani, "ben", çocukluğumda çıkarttığım kızamık sayesinde bağışıklık kazandım.

Artık "aktif" bir milliyetçi değil "pasif" bir yurtseverim.

* * *

TABİİ burada yurtseverliğin "pasif" olduğunu söylerken, sağ yanağına şamar indiğinde sol yanağını da dönmek gibi bir "pasifizm"i kastetmiyorum.

Vurguladığım şey, "anti uyarıcı"ya duyduğu ihtiyaçtan ötürü mutlaka "faaliyetçi" olmak zorunda olan milliyetçiliğin aksine, yurtseverliğin rasyonel korunmayla yetinmesidir.

Hasım, saldırgan, deli fişek, slogancı, hezeyancı yurtseverlik yoktur ve olamaz.

Ama şüphe mi var, ellerim armut toplamıyor ve tecavüze uğradığım takdirde ben "ben"imi; yani yaşadığımız şu "ulus devlet"ler çağında vatanımı tabii ki savunacağım.

Ancak, o "ben"imi bir "öteki"ne karşı tanımlamak ihtiyacım artık kalmadığından hayáli düşmanlar, tehlikeler, rizikolar üretmeyeceğim gibi, işte "empati"yle davranmasını da öğrendim, "düşman"a, "tehlike"ye, "riziko"ya bir de o "öteki"nin açısından bakacağım.

Tedbirim tedbir de, gerçekten öyle midirler ve acaba "ben" yanılıyor olabilir miyim?

* * *

VE tabii bütün bunların ötesinde sonsuz hayati bir nokta dayatıyor.

Yurtseverlikten önceki milliyetçiliği "çocuk kızamığı" kılan şey; yani onun modern insanlık tarihindeki tecrübe ve örnekleri nelerdir? O insanlığı hangi badirelere götürmüştür?

Bunlarda öyle hafif ateşli ve küçük sivilceli kızamıktan falan değil, ölümcül ve vahim kızıl, çocuk felçi, menenjit hastalıklarından söz etmek gerekir ki, cumartesiye bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları