DÜN, 11 Eylül 2001'de başlayan ve ‘‘modern’’ nitelik taşıyan ‘‘Amerikan Savaşı’’nın uzun süreceğini ve ABD'nin de bu savaşı kendi ‘‘ahlaki’’ kıstaslarıyla yürüteceğini yazdım.
Bugün ise yakın tarihe uzanarak genel ‘‘Amerikan ruhiyatı’’ ve o ruhiyattan kaynaklanan, geçmişin Washington politikaları üzerinde duracağım. Çünkü, savaşın amacını ve onun ‘‘ahlaki’’ kıstasını ancak böyle açıklayabiliriz.
* * *
ŞİMDİ çok garip geliyor ama Yeni Dünya ülkesinin kökeninde emperyalizm yoktur!
Evet evet, inanın ki yoktur! Tam tersine, ABD çok uzun süre anti - kolonyalizmin şampiyonluğunu yapmıştır.
Başta Büyük Britanya'nınki, klasik Avrupa ve Japon sömürgeciliğine yıllar boyu karşı çıkmak bir yana, Çin'in Kızıl Mao'su dahil, onunla fiilen mücadele edenleri de desteklemiştir.
Hayır, Marksist şemaların ‘‘emperyalistler arası çelişki’’ atmasyonundan ötürü değil. İşte o kendi ‘‘ahlaki’’ kıstaslarından dolayı !
* * *
BUNUN birinci nedenini, Amerikan ulusunun yukarıdaki Britanya İmparatorluğu'na karşı bağımsızlık savaşı vererek doğması ve ‘‘aydınlanma çağı’’ düşüncesinin de Fransa'dan bile önce Okyanus ötesi federasyonda hayata geçmesi oluşturur.
Nitekim, ikinci neden de o ‘‘Okyanus ötesi’’ kimlikle, yani ‘‘Yaşlı Kıta’’dan farklı olmak ve kendini mümkün mertebe ondan ‘‘soyutlamak’’ dürtüsüyle ilgilidir.
Unutmayalım ki, ‘‘Amerikalılığın’’ derinkökeninde Avrupa'dan dışlanmış ‘‘püriten’’ Protestan tarikat mensupları ve yine aynı Kıta'da parya addedilen yoksul muhacirler vardır.
Burukluk ve biraz da hınç duygusu, ABD'yi Atlantik'in doğu yakasından uzak kılmıştır.
Zaten, üçüncü nedeni bu ruhi tepkinin siyasi platformuna oturtmak gerekir. Çünkü, Yeni Dünya ülkesi, izleri bugün dahi muazzam ölçüde belirgin olan‘‘tecritçilik’’ politikası üzerinde yükselmiştir.
George Washington'u izleyen Alexander Hamilton'un devleti‘‘Avrupaileştirerek’’ onu güçlü ordu ve uzak sömürgelerle donatmak iradesi, daha baştan fazla prim yapmamıştır.
Onun ardından seçilen ve kunt devletin demokrasiye hayır getirmeyeceği temasını işleyen Thomas Jefferson,yukarıdaki ‘‘Avrupai gelenek’’ yaklaşımı bertaraf edilmiştir.
O gün bugündür de, içe kapanık bir ‘‘izolasyonizm’’ ABD'de hayati refleks oluşturur.
Hatta, sonraki yorumu Latin Amerika'yı ‘‘arka bahçe’’ kılsa bile, ‘‘Monroe doktrini’’ dahi aslında, Güney Kıta başkentlerini İspanyol sömürgecilerden korumak için yazılmıştır.
Özetlersek, ‘‘Amerikan doğuşu’’ en önce ‘‘anti-emperyalist doğuş’’a tekabül eder.
* * *
FAKAT, Küba, Haiti, Filipin falan derken, ABD'nin 19. Asır sonundan itibaren giderek ‘‘emperyalistleştiğini’’ bilhassa vurgulamak zorundayız. Tersi, yalancılık ve inkarcılık olur.
Ama yine de aynı ABD, ta 2. Savaş ertesine ve ‘‘Bloklar Sistemi’’nin yerleşmesine kadar esas olarak, içeride ‘‘tecritçi’’, dışarıda ise ‘‘anti-sömürgeci’’ siyasetler uyguladı.
Nitekim, 1. Harp'e nokta koyan ve tüm naifliğine rağmen özgürlük teması işleyen ‘‘Wilson Prensipleri’’ o vakit Avrupa'nın ‘‘ihtiyar kolonyalist’’lerini ‘‘skandal’’auğratmıştı.
2. Savaş nihayetinin bir o kadar naifRoosevelt'i ise sırf İngiliz emperyalizmine duyduğu öfkeden dolayı, büyük bir aymazlıkla, Avrupa'nın doğusunu Stalin'e hediye etti.
Daha sonra da Washington hem Hintlerin ve Afrikaların bağımsızlığını destekledi, hem 1956Süveyş'indeki İngiliz-Fransız müdahalesine karşı Londra ve Paris'e ‘‘dur’’ dedi.
Dolayısıyla, yine özetlersek, ‘‘Amerikan emperyalizmi’’ özünde ‘‘Soğuk Savaş’’ın uzantısı olarak ve karşı kutupla mücadelede ‘‘realpolitik’’ bir zorunluluk olarak ortaya çıktı.