OTOMOBİLDEYDİM, tesadüfen büyük oğlumu gördüm. Çok sevindim. Şık mağazaların, cazibeli vitrinlerin, albenili kadınların bulunduğu caddede yürüyordu.
Korna çaldım, duymadı. Hiçbir şeye bakmadan kaldırımdaki parkurunu sürdürdü.
Trafik müsait olduğu için iyicene yanına yaklaştım ve bir defa daha klakson çaldım.
Yine oralı olmadı. Başı önünde ve dünyayı umursamadan yoluna devam etti.
Sonra mecburen, tam hizasına gelip ve sağ pencereyi açıp haykırmaya başladım.
Bonjur yani mahdum beyefendiciğim, nihayet fark etti ve çabucak arabaya atladı.
*
ATLADI ve de işte o zaman ben fark ettim ki, kulaklarında "I-pod" bulunmaktadır.
Anladığım ve bildiğim nesne değil, hani şu müziğin internetten kopya edildiği ve tınıların "sayısal" (!) olarak dinlendiği aparatlar var ya, işte onu kullanıyor.
Üstelik, hemen aklıma geldi, demek küçüğün de "ultra demode" (!) diye tû kaka ettiğive şunun şurasında haniyse daha dün alınmış olan CD’li walkman yerine istediği şey bu!
Eh, baba zaten bunun için var ve olmalı.
Ama, esas değinmek istediğim konu "şimdiki çocuklar" edebiyatının ötesine taşıyor.
İlkin bir parantez açacağım.
*
YAKLAŞIK yirmi yıl önce, New York metrosunun 29. Sokak istasyonunda turnikeyi geçmiştim ki, şık blucininin ve moda ayakkabılarının üzerinde hicáp örtünmüş; yakasına ise, üzerinde Kaddafi fotoğrafı bulunan kocca bir rozet iliştirmiş bir zenci kız gözüme çarpmıştı.
Kulaklarında da, o sıra ABD’de bile gayet ender raslanan ilk walkman’lerden vardı.
Ancak, Kur’an veya mevlit dinlemediği aşikárdı.
Çünkü, duyduğu tınıların ritmiyle sallanıyordu ama, bu sallanış tarzının salavat getiren bir mümininkiyle veya hû diyen bir müridinkiyle uzak yakın bir ilişkisi yoktu ve olamazdı.
Tren çabucak geldi ve merak kumkuması olduğumdan, kasten aynı vagona girdim.
Üstelik, boş olduğu için de yine kasten yanına oturdum.
*
KIZ, en devása yeşil puntolarla "Hilál" başlığını taşıyan ve muhtemelen Amerikalı "Siyahi Müslümanlar"a ait olan bir dergiyi açtı.
Bu arada da ritmik sallantıyı sürdürüyor ki, bazen omuzlarımızın değdiği oluyor.
Ve birden, rayların yeknesak tıkırtısına rağmen, ses düğmesi sonuna kadar çevrilmiş kulaklıklardan sızan notaları tanıdım:
"Soul müziğin kralı" addedilen James Brown hani o sonsuz meşhur, o sonsuz harikuláde ve o sonsuz kıvrak "I feel good" şarkısını söylüyor.
Evet "I feeeeeel gooooood", insan gerçekten de yerinde duramaz!
"Keyfim yerinde" diye Türkçeleştirmiş olayım.
*
PARANTEZ bitti ve şimdi belki, "Oğlun da mı aynısını dinliyordu" diyeceksiniz.
Bilmiyorum. Sormadım. Böyle şeyleri sormak hakkını da kendimde görmüyorum.
Ama bildiğim şey şu ki, James Brown istediği kadar "keyfim yerinde" diye haykırıyor olsun, onlar çok muhtemelen hiç mi hiç bilincine varmasalar dahi, gerek New Yorklu kız, gerek büyük oğlum açısından belirli bir "keyifsizliğin" hüküm sürdüğüne inanıyorum.
Çünkü, bana göre, ne zenci kızın, hál ve oluş tarzıyla sergilediği teşhirciliğin aslında tam zıddını yaşıyor olması; ne de, cánımın cánı oğlumun şeyleri görmeden ve görmek ihtiyacı hissetmeden sokakta yürümesi, yukarıdaki "yeni modernite yalnızlığı"ndan soyutlanabilir.
Şunu demek istiyorum ki, buradaki "keyifsizlik", kullandığı "bireysel tecrit" teknolojileri itibariyle kişiyi o "I feel good" hayatın gerçekliğinden kopartan; daha doğrusu, gerçeklik hálá mevcutmuş illüzyonunu şırıngalayan "bilişim toplumu"ndan kaynaklanıyor.
Bunun aletleri de "yeni yalnızlaşma"nın temel unsurlarını oluşturuyor.
Yani, dün walkman; bugün "I-pod" veya "mp3"; yarın daha "ileri" (!) bir şey; tabii, internet álemi sanallığından cep telefonu kültürüne diğer tüm "kolaylıklar"ı (!) da ekleyin.
Şimdi, insanlığın tasavvur dahi etmemiş olduğu bir rotaya kavis kırdık ki, 19. ve 20. yüzyıl sanayi toplumlarındaki eski tür "yabancılaşma", yenisini zemzem suyuyla aratacak.
*
GERİCİ miyim? Mürteci miyim? Yobaz mıyım?
Hadi daha alafrangası, Alman romantiklerinden Heidegger felsefesine veya Burke eleştirilerinden Levinas etiğine, şöyle veya böyle "aydınlanma düşmanı" (!) kokan düşüncelerden etkilenip, "gidişatı durdurmak" fikriyátına mı meylediyorum?
Hayır, hayır, hayır!
Ama, tesettürlü kızın "aleni metroda "Hilál" dergisini teşhir ederken "mahrem" kulaklarda soul müzik dinliyor olması; büyük oğlumun şık mağazalara ve cazibeli vitrinlere göz atmak ihtiyacını dahi hissetmeden kendini "I-pod" yalnızlığında tecrit etmesi, aslında bireysel olarak onların değil, insanlığın çok ciddi bir "toplumsal keyifsizliği"ni haber veriyor.
Şimdi küçük oğluma da bir "I-pod" almaya gidiyorum ve gelecek pazar devamını getirene kadar, siz bir hafta daha keyfinize bakın.