GEÇEN hafta anlattığım gibi, işte epey bir zaman var ki, o güneş ve aşk dolu pazar sabahı cıvıl cıvıl bir İrlandalı refakatçiyle beraber Brüksel bitpazarında aylaklık yaptıktan sonra, yavuklumu oğullarımla tanıştırmak için otomobile doğru yürüdük.
Aynasızlardan ceza yemek pahasına demin zar zor park edebilmiş olduğum benim ebedi külüstüre iyicene yaklaşmıştık ki, anında, falsolu bir şey dikkatimi çekti.
*
ÇEKTİ, çünkü ben diyeyim on yedi, siz deyin on sekiz yaşlarında gösteren ve her hallerinden de Mağribi oldukları anlaşılan iki yetişkin etrafı kolaçan ediyor.
Biri ara sokağın başını tutmuş, diğeri ise evlerden birinin kapı aralığına ‘sotalanmış’, huzursuz huzursuz, bir ihtimal ‘kif’ esrarlı cigaraçekiştirip duruyorlar.
Eh kaçın kurasıyım, hemen anladım, bir halt çevirecekler.
Meymenetsiz suratları; hal ve oluş tarzları; şimdiki moda deyimle ‘look’ tabir edilen ve mutlaka mağaza reyonlarının birinden yürüttükleri ‘sinye’ giyim biçimleri hem o çok iyi ve çok yakından bildiğim ‘göçmen lumpen’ tavrını sergiliyor; hem de gizlemekte zorlandıkları ‘heyecan’ şu an ‘iş üstünde oldukları’nın(!) sinyalini veriyor.
Pusuya yatmışlar ve bire yüz, bire bin, bire milyar bahse girerim ki punduna getirdikleri an yeni bir eşkıyalık daha yapacaklar.
Ne mi olabilir?
*
NE olamaz ki?
Meselá, bitpazarından aldığı ıvır zıvırın mutluluğuyla evine dönmekte olan biçáre bir kadıncağızın çantasını kapmak olabilir. Hem en kolayıdır, hem de en kalleşidir.
Biri, kemiği kırarcasına hışımla omuzdan çeker, ötekisi ise yumruğu indiriverir.
Bay bay! Daha doğrusu, ‘ehlen ve sehlen’!
Yahut, şurada park etmiş otomobillerin radyosu, CD’si, teybi falan olabilir.
Taşı vurarak camı tuzla buz eder ve eğer varsa alarm ötedursun, işin zaten ‘üstád’ıolduğu için,ötekisi ‘polis’ işaretini verene kadar, kaşla göz arasında aparatı söküverir.
Daha yahut, fena tesadüf eseri oradan geçmekte olan ve üzerinden ‘iyi aile çocuğu’ havası akan; her halükárda da mutlaka Avrupalı olması gereken toy bir gencin gırtlağına bıçağı dayadığı gibi, ‘Pis Belçikalı, şu cep telefonunu hemen toka et bakalım’ deyiverir.
İşte bunların hepsi olabileceği gibi, başka bin bir tür alçaklıktan biri de olabilir.
*
PARDON, işitemedim, lütfen bir defa daha tekrar edin!
Bana, ‘Devenin nalı! ‘Avrupa başkenti’ diye nám salmış bir Brüksel’de; üstelik, güpegündüz ve şehir göbeğinde böyle şeyler olabileceğini uydurarak hem bizi kandırmaya, hem de Mağribilere karşı beslediğin ‘ırkçılığı’ dışavuruyorsun’ mu diyorsunuz?
Ayrıyeten, ‘Polisin eli armut mu topluyor’ diye sormaya kalkışıyorsunuz?
*
EVET efendim, ‘ırkçı’ meselesine sonra geleceğim ama, durum işte aynen böyledir!
O ‘Avrupa başkenti’nde değil güpegündüz ve değil şehrin göbeğinde, yaz dönencesi güneşinin tam ikindiyi gösterdiği vakit ve tam Belediye Meclisi’nin toplandığı meydanın önünde, yukarıdaki lumpen eşkıya takımı, af buyurun, sırf donunuzu almakla bile yetinmez.
‘Niye pamuklusunu değil de sentetiğini giydin’ diye bir de mariz atmaya kalkışır.
Polis neylesin ki?
Çünkü bir; az biraz ‘zaptiyeliğini’ gösterse derhal ‘faşist ırkçı’ damgasını yiyeceğinden ve etraf vaveylaya verileceğinden, kendi gölgesinden bile korkuyor.
Çünkü iki, yukarıdaki güruh mensupları ‘Avrupa ölçeği’ne göre henüz ‘cezai yaş haddi’ne varmış addedilmediğinden, kodese değil, olsa olsa ıslahevine gönderilebiliyorlar.
Zaten láf aramızda, koğuşlar silme Mağribi dolu olduğundan o kodeslerde de yer yok!
Kaldı ki, içeriye esrarkeş ve serseri olarak girenler kısa süre sonra dışarıya eroinman ve gangster olarak çıktıklarından, hücrelerde boş ranza olsa ne yazar, olmasa ne yazar?
Bana inanmayan ve işi gücü olmayan, suç istatistiklerine, sabıka kayıtlarına ve gazetelerin ‘vaka-ı adliye’ sayfalarına baksın!
Ama bunlar artık öyle sıradanlaştı ki, şimdi ‘adliye’ değil ‘adiye’ sayfalarına geçiyor.
Zaten şu ‘maceram’ın devamını dinlemek zahmetine bir katlanın bakalım da, ancak ondan sonra uydurup uydurmadığım ve ‘ırkçı’ olup olmadığım hakkında fikir beyan edin!
*
EVET, nerede kalmıştım?
Tamam, şu iyiler iyisi İrlandalı yavuklumla beraber Brüksel bitpazarından otomobile doğru yürürken, üzerilerinden Ali kıran baş kesen serseriliği akan iki Mağribi delişmenin mutlaka bir halt karıştırmak için etrafı kollandığını söylemiştim.
Tamam da, işte siz araya yok ‘Devenin nalı, amma da uçtun’; yok ‘Şu Kuzey Afrikalı haytalara duyduğun hınç nereden kaynaklanıyor’;yok ‘Göçmen sosyolojisini tek taraflı yontmaya kalkışıyorsun’ gibisinden incir çekirdeğini doldurmayacak ukala laflar sokuşturup, benim nevrimi attırdınız.
Altta kalmamak için size cevap yetiştireceğim derken de, işte satır hakkım bitti.
N’apim, kendi düşen ağlamaz, boşboğazlığınızla yerimi çaldığınızdan, siz de ‘maceram’ın devamını gelecek pazara okuyacaksınız.