Vicdaniyet ve hürriyet

BURADA daima tekrarladım ki, Voltaire’nin "fikirlerinize sonuna dek karşıyım ama onları özgürce savunabilmeniz için ölmeye hazırım" ilkesini ben amentü belliyorum.

Bu, etik bir tutumdur ve demokratlığın "olmazsa olmaz" şartları arasında yer alır.

Fakat, aşağıdaki sorunun çok büyük bir hayatiyet içerdiğini de tabii ki biliyorum:

* * *

O
fikirler hükümranlık sağladığı takdirde bana karşı da aynı serbesti tanınacak mı?

Yoksa, köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek taktiğine başvurmuş olan ikiyüzlüler, "saftirik enayi, işte şimdi gününü gör" diye ilk olarak benim tepeme mi binecekler?

Nitekim, yakın tarih, şurada yahut burada komünistlerle "yol arkadaşlığı" yapmış "nahifler"in totalitarizm kurulur kurulmaz kelle verdiklerinin örneğiyle dolup taşmıyor mu?

Veya, aziz ruhları şád olsun, bizzat benim Şah muhalifi sürgün arkadaşlarım Ferdá ve Cemil 1979 Humeyni iktidarıyla birlikte güle oynaya İran’a döndükten biraz sonra, "Devrim Muhafız" mangası önünde kurşuna dizilmediler mi? Bunlar "kulağıma küpe" olmadı mı?

Evet, soruların ciddiyetine vakıfım fakat yine de, "fikirlerinize sonuna dek karşıyım, ama onları özgürce savunabilmeniz için ölmeye hazırım" ilkesinden taviz vermiyorum.

Parantez açıp konuya tekrar döneceğim.

* * *

EPEY bir süre var ki, "vicdáni ret" hakkını; yani, etik inançlardan dolayı askerlik yapmayı reddetmek özgürlüğünü "ilke" olarak kesinkes sahiplendiğimi belirtmeme rağmen, kendi hesabına, "kuş" (!) bir pasifizmi ve hayali bir anti-militarizmi reddettiğimi yazmıştım.

Bu tavır, söz konusu "pasifist" ve "anti-militaristler"in yoğun tepkisine yol açtı.

Güler misin ağlar mısın, ne "savaş kışkırtıcılığım", ne "asker yalakalığım" kaldı.

Neyse, onların okuduğunu anlamamak aczini geçelim, aynı tür bir hakkı talep ettiği için tutuklanan Mehmet Tarhan’dan yola çıkan çok değerli ve pırıltılı meslektaşım Perihan Mağden de geçende, talepkárlara artık kışla dışı bir kamu hizmet sunulması gerektiğini yazdı.

Ve, sen misin cüret eden, üç yıla kadar hapis istemiyle de hakkında derhal dava açıldı.

Voltaire’ye inananlar burada tek şey söylerler ve söylemek yükümlüğünü taşırlar:

Tarhan’a vicdániyet, Mağden’e hürriyet!

* * *

BİR; amiyane tabirle, hükümrán oldukları takdirde önce bizim anamızı belleyecekleri varsayımından yola çıkarak, içeriğini reddettiğimiz fikirleri yasaklayamayız.

Bu faráziye ve önyargımızın illá doğru olduğuna dair garanti yoktur! Ölçü de yoktur!

Hayatın dinamiğinde her şey değişir ve o değişim hariç hiçbir şey "mutlak" değildir.

Ama doğru, tehlikelere karşı tedbir tabii ki zorunludur. Bunu demokratik rejim sağlar.

Ve, demokrasiler aynı zamanda da, hassasiyeti çok kırılgan o "tedbirler"i belirlerken sınırı azámiye çıkarttıkları ve "vehm"i asgáriye indirdikleri için "demokrasi" sıfatını taşırlar

Artı, Nazileşmiş Norveç örneği ortada, "sıfır riziko" bir demokrasi yoktur ve olamaz.

* * *

İKİ; zaten adı bile "pasifist" ve "anti-militarist", her halde "vicdáni ret" talepkárı insanlar hem felsefe, hem de sayı itibariyle demokrasiyi "tehdit" (!) etmiyorlar. El insaf!

Tam tersine, onlar ancak ve ancak demokrasilerde varolabileceklerinden, bir anlamda o demokrasinin sembolik göstergesini yansıtıyorlar. Mevcudiyetleriyle onu taçlandırıyorlar.

Bu takdirde, velev ki ben biraz "kuş" (!) addediyor olayım, şu sonuç asla değişmez:

Komünizmden teokratizme, "fikirlerinize sonuna kadar karşıyım, ama onları savunabilmeniz için ölmeye hazırım" ilkesini en rizikolu kesimlere karşı dahi benimsemiş birisi, bunu "vicdáni red" talepkárları açısından haydi haydi sahiplenmekle yükümlüdür.

Dolayısıyla, tekrar Mehmet Tarhan’a vicdániyet ve Perihan Mağden’e hürriyet!
Yazarın Tüm Yazıları