Ulus mu, Belçika mı?

BELÇİKALI diye bir ulus var mı?

Hayır, yok!

Zaten de asla olmadı! Bundan sonra ise hiç olmayacak!

Peki, Belçika diye bir ülke var mı?

Evet, o var!

İnkár edemeyiz, kurulduğu 1830 yılından beri harita üzerindeki yerini koruyor.

Nitekim, yarın genel seçimlere giderek de hálá mevcudiyet sürdürdüğünü ispatlayacak.

Ama doğrusu, kediye sermaye yatıracak kadar zengin olmadığımdan bu mevcudiyetin daha ne kadar müddet devam edeceği konusunda bahse girmek rizikosunu göze alamam.

***

BİLİYORUM, şimdi hemen "insaf, hiç ulussuz devlet olur muymuş" diyeceksiniz.

Sonra da, "hayrola, sen müneccimbaşı mısın ki, hangi akla hizmet, Avrupa’nın temel direkleri arasında yer alan; üstelik şu kadar yıl kocca Kongo’ya hükmetmiş olan anlı şanlı Benelüks krallığı için ’günleri sayılıdır’ demeye getiriyorsun" diye çıkışacaksınız.

Belçika’nın geleceğine ilişkin kötümserliğimi "vesvese" olarak yorumlayacaksınız.

Hadi büyük konuşmayayım ama, vesvese mi değil mi, orta vadede beraber göreceğiz.

Ve, çok yakın ilgisi bulunduğundan şu "ulussuz devlet" konusundan başlıyorum.

***

EVET, "ulus" kimliği edinmenin veya edinmemenin öyle kesin bir kuralı yok!

Bazen, "ulussuz devletler" oluşuyor. Bazen de tersine, "devletsiz uluslar" oluyor.

Tabii buradaki "ulus" kelimesiyle, "kader birliği" ögesinde buluşan ve sözcüğün tüm modernitesine rağmen yine de "manevi unsur"da bütünleşen "millet"i kastediyorum.

İşte, böylesine bir "millet" iradesi Belçika için hiçbir zaman geçerlilik taşımadı.

***

TAŞIMADI, çünkü biri Cermen etnisiteden Flaman, diğeri ise Latin kimlikten Valon halkları, 19. yüzyıl Napolyon savaşları ertesinde ve sırf İngiltere, Fransa, Hollanda ve Prusya arasında tampon oluştursun diye, Belçika diye vaftiz edilen yapay bir devlette birleştirildiler.

Yalvar yakar, bir Avusturya asilinin başına da kral tacı oturttular.

Oysa, yöre ve ahali ne denli iç içelik arzetse bile, farklı dil ve kültür bir yana, her iki taraf da esas olarak tarihteki ilk merkantil burjuvazinin "site" geleneğinden iniyorlardı.

Bireyci bir "kentsoyluluk" ihtirası kolektif ulus bütünlüğüne daima ağır bastı.

Üstelik, yine her ikisi hemen hep ayrı imparatorluk egemenlikleri altında yaşamışlardı.

1830’dan sonra da, Flamanı Flaman ve Valonu Valon, kim neyse kendini öyle hissetti.

"Latinleşmiş Cermenler"den başka bir şey olmayan Brüksel ahalisi "Belçikalılık" aidiyetine belki en yakın düşen kesimi oluşturdu ama, onlar da iki arada bir derede kaldılar.

Dolayısıyla, taşıma suyla değirmen dönmedi ve yukarıdaki "kader birliği" ortak bir maneviyata dönüşmediği için, kağıt üzerinde kurulmuş devlet kendi "ulus"unu yaratamadı.

Yani, sanayi devrimi sayesinde dünyanın en yoğun demiryolu ağına sahip olsa da, Belçika lokomotifi arkadan gelmesi beklenen istimle "Belçikalılık" trenini yürütemedi.

Artı, katar şu an makas ayırımında durduğundan vagonların farklı raya dönmesi ihtimali arttı ki, işte bundan dolayı Benelüks ülkesinin geleceği konusunda bahse girmiyorum.

***

OYSA, "Belçikalısız Belçika"daki krizi açıklamak için etnik farklılıkla yetinemeyiz.

Çünkü orada milliyetçilik ötesi ve bencillik ábidesi bir mikro-milliyetçilik yaşanıyor.

Hem bazı ulus-devletler, hem de ulus-devlet özlemi içindeki bazı etnisiteler açısından kulağa küpe nitelikte dersler içeren bu konuyu, pek çok Türk kökenlinin de seçeceği ve seçileceği yarınki Belçika oylamasının sonuçlarıyla birlikte, salı günü işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları