"LE Monde" gazetesinden dün aktardığım Kandil Dağı röportajında şu pasaj da vardı:
"İki haftadır artmakta olan bütün uluslararası baskılara rağmen Irak Kürtleri (?) dikkafalı "kuzenler"inin üzerine (ordu) yollamaya niyetli gözükmüyorlar.
Hayır, öyle etnisite akrabalığı gibi romantik bir gerekçeden dolayı falan değil!
Önce, satır aralarında gözden kaçabilir diye bir kaç noktaya parmak basacağım.
* * *
DİKKAT ettiyseniz, röportajı gerçekleştirmiş olan gazeteci PKK’yı "dikkafalı" diye tanımladıktan sonra "kuzenler" kelimesini kullanıyor ve onu da tırnak içine alıyor.
Yani, terör örgütüyle Irak Kürtleri arasında "yeğenlik", "kirvelik", "emmilik" türü bir dayanışmanın olmadığını, manidarlığı güçlendiren bir işaretle vurgulamış oluyor.
Zaten hemen ardından da, Erbil yönetiminin şimdilik pasif kalıyor olmasında öyle "etnisite akrabalığı" falan aranmaması gerektiğinin altını tekrar çizmek ihtiyacını hissediyor.
Háttá burada yine kináyeli bir "r-o-m-a-n-t-i-k" (!) kelimesine başvurarak, iki Kürt taraf arasında hiç mi hiç "aşki duygusallık"ın söz edilemeyeceğini çağrıştırıyor.
* * *
SONRA, dün okumuştunuz ama yine de hatırlatayım, peşmergelerin PKK’yı Kandil’den sökmek için harekáta girişmemesini bizzat o peşmergelerin yaşadıkları deneyle açıklıyor.
Saddam’ın önünden kaçarken kendilerinin de aynı yere sığındıklarını hatırlatarak, bu tecrübenin onlara, söz konusu coğrafyanın zaptedilemez olduğunu öğrettiğini kaydediyor.
Zaten konuştuğu bir PKK’lının da, "buraları Büyük İskender bile fethedemedi. Ne izin alırız, ne de kimse bizi çıkartabilir" diye "yüksek perdedengürlediğini" ekliyor.
Şimdi, yukarıdaki çerçeveden yola çıkarak ana hatları saptamaya çalışalım.
* * *
BİR: Genel olarak Kuzey Irak Kürtleri, özel olarak da Barzáni - Tálábani yönetimi PKK’lı "kuzenler"in Kandil Dağı’ndaki mevcudiyetinden hiç mi hiç hoşnut değildirler.
Aralarında ne "romantik", ne de "aşki" bir ilişki mevcuttur.
Zaten hatırlatayım ki, Türkiye Kürtleri "dağlı", IrakKürtleri ise "ovalı" addedilirler.
* * *
İKİ; Barzáni - Tálábani yönetiminin PKK’ya duyduğu antipati; dolayısıyla da, buna simetrik olarak Ankara’yla arzuladığı yakınlık, aynı zamanda "reelpolitik"edayanmaktadır.
Çünkü, nispeten tek "sakin" yer olan Kuzey Irak’ta Kürt otonomisi kurmak ve bunu da, zaten iktisadi odağı oluşturan Türkiye’yi "kollayarak" gerçekleştirmek en akılcı yoldur.
Oysa, tedhişçi "vur - kaç"ları bu ideal hedefi, en azından statükoyu baltalamaktadır.
Olası bir TSK harekátı da PKK’dan ziyade Erbil’in üzerindeki Demokleskılıcıdır.
Dolayısıyla da, aynı PKK o mendebur Kandil Dağı’ndan bir def edilebilse, aslında buna en çok sevinecek ve bundan en çok yararlanacak taraf Kuzey Irak Kürtleri olacaktır.
* * *
ÜÇÜNCÜ ve son nokta ki, eğer oradan temizlenemiyorsa, hem yukarıda, hem dün kaydettiğim gibi, bu ne Türkiye’deki "alargalık"tan, ne TSK’daki "taktik eksiklik"ten, ne de "kuzen" (!) aşkıyla, Irak Kürtlerindeki "müsamahákárlık"tan kaynaklıyor.
Kabul, Erbil yönetiminin de kendine göre bir kamuoyuna sahip olduğu ve "kuzenler"e (!) karşı mecburen doz ayarladığı tabii ki bir vakıadır ama, bu, şimdiki aşamada çok tálidir.
Çünkü, PKK’nın Kandil Dağı’nı in tutabilmesindeki esas sorumlu o lánet coğrafyadır.
Zaten artık gizlisi de yok, isteyen internetteki uydu haritalara şöyle bir "zoom" yapsın.
"Zum" yapsın ki, hamaset edebiyatlarındaki o t-u-z-a-k savaş "bum" yapmasın.