Paylaş
ŞÜPHESİZ, dünkü gazetelerin en harikulade haberini ‘Hürriyet’in birinci sayfadan ve ‘Bu da Tuzluk Rezaleti’ başlığıyla duyurduğu vukuat oluşturuyordu.
Zaten orada okudum, İngiliz ‘Reuters’ ajansı da aynı haberi dünyadaki tüm abonelerine ‘günün en matrak olayı’ diye dağıtmış.
Biliyorsunuz, Zeytinburnu'ndaki bir kebapçı çalışanı, iç pazar - dış pazar, neredeyse bir milyon adeti zaten satılmış olan sempatik figürlü tuzlukları kendi aşçısına benzetmiş. On iki tane alıp lokanta masalarına yerleştirmiş.
Lakin, seramik surette pos bıyık ve kara kaş var ya, kebapçının müdavimi polisler ‘vay, bunlar Apo’nun tıpkısının aynısı. Yallah bizimle gel' diyerek hem işyeri sahibini, hem de ‘sakıncalı tuzlukları’ emniyete götürmüşler.
* * *
KORKTUM yahu!.. Hem de fena halde korktum...
Dün sabah kahve dönüşü, ilk işim evimdeki tuzlukları kontrol etmek oldu.
Tabii ya, belli mi olur? Diyelim ki yeni tanıdığım bir zat bana içkiye geldi ve rakı yanında nezaketen getirdiğim salatalıklar için sehpanın üzerinde tuzluk da koydum... İnsanoğlu çiğ süt emmiş, ne malum adamın sodyum içeren eşyayı ona buna benzetip hanemden def olduktan sonra hakkımda ‘hıyanet-i vataniye’ raporu vermeyeceği? Nereden bileyim ‘muhbir vatandaş’ olmadığını?
Fakat Allah'tan, böyle bir şeye zemin hazırlayacak tuzluklarım yokmuş.
Zaten topu topu iki tane buldum. En harcıalem camdan olan birincisi, hani işkembecilerin mermer masası üzerine konulanları vardır ya, işte o cinsten.
Diğeri ise, fi tarihinde evlendiğimde sabık kayınvaldemin kızının ceyizine eklediği ve ayrıldığımızda da her nasılsa bana miras kalan silindir formunda ve madeni bir tuzluk ki, son derece ‘dizayn’. Hatta, ‘sinye’... Misafirlik !
Eh, bunu da ‘Duşka’ ağır makinalı tüfeğin mermi kovanına benzeten çıkarsa vallahi o takdirde yapabileceğim bir şey yok, bendenize kodes yolu gözükür!
* * *
ŞAKA bir yana, bu ne paranoyadır, bu ne şizofrenidir, bu ne inestetizmdir.
Aklıma önce, kitap hurufatındaki ‘Ç’ harfi orak - çekici çağrıştırıyor diye ‘Sansaryan Hanı’ndaki ‘tabutluğu’ boylayan ‘çileli kuşak’ geldi.
Ardından, kırklı yıllarda ilk defa İzmir'e giden Babamın Kadife Kale'deki gazinodan Körfez peyzajını çizerken ‘casus’ diye tutuklanması ve Darphane'de desinatör olduğunu ispatlayınca, neden sonra serbest bırakılması geldi.
Nihayetinde de, bir insan güzeli olan Mustafa Kemal'in kendisine asla benzemeyen ve ‘zaten o hiç gülmezdi’ diye ahkam kesen cahil mermerci yamakları tarafından ‘yontulmuş’ heykellerinin oraya buraya metazori dikilmesi geldi.
Eh, siz ‘Ç’yi orak çekiç zannedip insanları işkenceye yatırmışsanız; siz manzara resmini ‘casus belgesi’ sanıp insanları karakola götürmüşseniz; siz hilkat garibesi taşları insanlara heykel diye empoze etmişseniz, paranoyayı kurumsallaştırmış, şizofreniyi kronikleştirmiş ve estetizmi tırpanlamışsınız demektir ki, son tahlilde, polislerin ahçı figürlü tuzlukları Apo'ya benzetip kebapçı patronunu komiserliğe çekmesini o kadar yadırgamamak gerekir.
Bu olay, bize dayatılan semboller ve imajlar kabusunun doğal uzantısıdır.
* * *
ANCAK, yine de sevindim. Hem de, bayağı bayağı sevindim.
Zira, polisler ‘suçlu’ (!) kebapçıyı ve ‘delil’ (!) tuzlukları Zeytinburnu Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüklerinde, Amir, ‘yahu, bunu Apo duysa o bile güler. Bırakın adamcağızı gitsin’ diyerek işyeri sahibini derhal salıvermiş.
Eh, hiç olmazsa buraya gelmişiz. Küçümsenecek şey mi?
Demek o seviyeye ulaştık ki artık insanları ‘Ç’ harfinden dolayı ‘tabutluğa’ tıkmayacaklar ve peyzaj resminden ötürü ‘casus’ diye karakola çekmeyecekler.
Fakat tekrar ediyorum, kuşkusuz az ilerleme değil ama, yine de neme lazım, siz siz olun ve züccaciyecide tuzluk seçerken ihtiyatı elden bırakmayın!
Paylaş