Turp suyu

Geçen pazar anlattığım gibi, işte nereden estiyse esti ve ortak háne paylaştığımız oğlum aniden "sıhhatli beslenmek" (!) sevdasına kapıldı.

Her cumartesi marketten düzdüğüm neváleye "Baba bunlarda kimyevi madde var; baba bunlara boya katılmış" diye burun kıvırmaya başladı.

Eh, angaryadan kurtulacağı için peder beyin canına minnet, ben de "hadi bakalım, o takdirde sen becer de boyunun ölçüsünü görelim" deyyû, alışverişi ona havale ettim.

Çenem tutulsaydı da demez olaymışım!

Efendim bir defa, yine geçen pazar çıtlattığım gibi, gündelik masraf, şu yeni moda borsa deyimini biraz yersiz biçimde kullanırsam, tam anlamıyla "tavan yaptı".

Her defasında kasa pusulasını önüme koyuyor ki, gözlerim fal taşı gibi açılıyor.

Yahu bu ne iştir ki, kuş sütü cinsinden lüküs ve heyülá erzak falan değil, son derece harc-ı álem ve diş kovuğuna kaçmayacak ölçüde nevále getirmesine rağmen fatura, benim koca otomobil bagajını tıka basa doldurduğumda ödediğim rakama ulaşıyor.

İçimden defalarca, "Evládım ne sen, ne ben mirasyedi olmadığımıza göre biraz tedbirli git ve de ocağımızı söndürme" demek geçti ama, yine de başlarda hiç mi hiç ses etmedim.

BİO MALZEME MERAKI

Etmedim, çünkü her baba gibi ben de oğlumun, pederinin hasis, pinti ve tamahkár bir insan olduğu zehabına kapılmasını tabii ki arzulamam.

Zaten de, kendimi övmek gibi olmasın ama, asla ve asla öyle değilimdir.

Ağzımdaki lokmanın çeyreği benimse, kalanı çocuklarımındır. Normali de budur.

Ancak, bir, üç, beş, bunun sonu yok! Böyle giderse gerçekten iflás bayrağı çekeceğim.

Yahut da, beyzademiz ya ûd derslerinden vazgeçmek zorunda kalacak, ya da zırt pırt blucin yenileyemeyecek.

Dolayısıyla, kasa faturasının olağanüstü yüksek rakamla geldiği bir gün nihayet dayanamadım ve yüreğini incitmemek için de gayet usturuplu biçimde sorgu sual eyledim.

İşin aslı astarı hakkında bilgi edinmek istedim.

Buyurun bakalım, meğer paşazademiz "b-i-o" malzeme alıyormuş!

Yaa, gördünüz mü "bio"! "Biyolojik" kelimesi kısaltılarak işte böyle deniliyor.

Hani şu gübresiz bostanda ekilen domatesler; açık kümeste beslenen tavuklar; çayırda otlayan inekten sağılan sütler var ya, "sağlıklı beslenmek" peşindeki hazret bizim evin zembilini onlarla dolduruyormuş.

Bunların hepsi her zaman market reyonuna dizilmediği için de, çoğu defa, en şıkıdımlı mahallelerde vitrin açan ve bir yumurtayı bin liraya satan mağazalara gidiyormuş.

İşte Vehbi’nin kerrákesi ortaya çıktı!

Ve tevekkeli değil, oğlum alışveriş yapmaya başladığından beri yediğimizin ve içtiğimizin neden tatsız tuzsuz olduğu anlaşıldı.

Evet aynen öyle, çünkü kese meselesini hadi şimdilik bir yana bırakalım ama, mahdum beyimin getirmekte olduğu erzák zaten baştan beri dikkatimi çekiyordu. Garip garip bir pirinç ki, pilav pişireyim diye ateşe koyuyorum, lápáya dönüşüveriyor.

Antika antika bir kıyma ki, köfte yoğurayım diyorum, lahmacuna benzeyiveriyor.

Cücük cücük bir patates ki, püre yapmaya kalkışıyorum, macuna çekiveriyor.

Artı, dediğim gibi, hiçbirinin de tadı tuzu ve lezzeti taamı yook!

Ve kusura bakmayın, işte işin içine bu "bio" veçhesinin girdiğini öğrenince kafamın tası öyle bir attı ki, açtım ağzımı yumdum gözümü. Af buyurun, canım oğlumu sıvadım.

Ne şımarıklığını bıraktım, ne enayiliğini, ne de hayalperestliği!

KOCCA BİR ŞAKA

Öyle tabii, çünkü bana sorarsanız, şimdilerde pek bir "moda"ya dönüşen ve oğlumun da tongasına bastığı şu "natürel gıda" (!) furyası kocca bir ş-a-k-a; daha ötesi, avanakların cüzdanını söğüşlemek için oltaya tutturulmuş bir zoka oluşturuyor.

Üç-beş "hippi" heveskárı ve dört-beş "çevreci" mürtecisi işte bir terane tutturmuş.

Sûni gübresi, fabrikasyon yemi veya genetik tohumu sayesinde insanlığın tarihte hiçbir zaman olmadığı ölçüde karın doyurmak seviyesine ulaşmasına kusur buluyorlar.

Vücûdumuz zehirleniyormuş da, bünyemiz değişiyormuş da, falan filan!

Amenna, tabii ki işin suyunu ve de DNA manipülasyonla tavuktan deve çıkartanlara karşı durmak gerekiyor ama, bir de şu esas ve temel soruyu sormak gerekiyor: Madem hiç durmadan zehirleniyoruz da, peki o zaman nasıl oluyor da, başta en yoksul ülke halkları olmak üzere, bütün dünyada bütün insanlar daha çok ve daha iyi yaşıyor?

Madem "solculuktur" (!), madem "eşitçiliktir" (!), madem "doğacılıktır" (!), niçin o "bio gıdalar" (!), "bio" olmayan sıradan gıdalara oranla fersah fersah pahalıya satılıyor?

Hangi akla hizmet, bunların cicili bicili "butikler"i (!) proleter varoşlarında değil de, en yakamozlu ve en şık burjuva mahallelerinde kepenk kaldırıyor?

Üstelik yukarıdaki insanlık, ezik büzük salataya kırışık buruşuk turp doğrayıp sırf "bio"dur diye bunu kemál-i yutacak kadar midesiz midir?

O "bio"nun içine ben aynı turpun suyunu sıkayım!

Sıktım da! Sevgili oğulcağızıma derhal ve açık seçik söyledim ki, aynı çatı altında yaşadığımız müddetçe benim soframa "bio" miyo konmayacaktır. Böyle herze konamaz.

Paşa gönlü öyle mi istiyor, o halde harçlığından kıssın ve de "sağlıklı besleneceğim" sevdasına karnını tatsız tuzsuz herzelerle doyursun ki, tabii enayiliğine doymasın!

Fakat bitti, atın ölümü arpadan ve bendenizin ölümü "bio" olmayan maddeden olsun, insanlığın bugünkü beslenmesinden şikayet edecek kadar şımarık ve ebleh değilim!
Yazarın Tüm Yazıları