Hadi Uluengin: Türkler ve Ruslar

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Bildiğim kadarıyla, Rusçada halen de kullanılan ve idari mekanizmayı tanımlayan pek çok kelime Türkçe kökenlidir. Normal !

Normal, çünkü Kuzey Slavlarının feodal beyliği geçen binyılın başında ancak Kiev civarına sınırlı ve Baltık'a yönelik küçümen bir prenslikti.

Nasıl biz Orta Asya çıkışlı Türkler hiç durmadan batıya doğru ilerledik, Ukrayna merkezli Ruslar da üç aşağı beş yukarı aynı tarihlerden itibaren ve yine hiç durmadan, fakat tam ters yönde doğuya doğru yayıldılar.

Prensliğin muazzam çarlığa dönüşmesi Volga - Don hattında Altınordu, Kırım - Boğdan ekseninde de Osmanlı devletleriyle temas ve savaş içinde gerçekleşti.

Üstelik, özellikle Kazan Tatarları Rusya sosyolojisini; hatta Lenin'den Yeltsin'e çekik gözler tesadüf değil, Rus etnisitesini belirledi.

Dolayısıyla, şu kesin ki, birbirlerini düşman addetmiş olsalar bile Ruslar ve Türkler arasında hem tarihi paralellik, hem de beşeri etkileşim mevcuttur.

* * *

ZATEN bu paralellik ve etkileşim devlet ve toplum geleneğine de yansır.

Ayrıntı nüanslara rağmen Rus ve Osmanlı imparatorlukları esas olarak, fütuhatın toprak mülkiyeti üzerine kurulu ve sözü Allah'tan hemen sonra gelen hükümdarların birinde serfler, diğerinde de kullar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu, çok uluslu ve çok dinli merkezi yapılanmalardı.

Moskova'da da, Dersaadet'te de tahtı kısmi oranda sınırlayan meşruti bir organ ve bunun zaman içinde ürettiği yaygın bir sivil toplum geleneği olmadı.

Rusya'da daha önce olmak kaydıyla, her iki tarafta da ‘devletin bekası için’ zorunluluk olarak dayatan ‘Batılılaşma’ yukarıdan aşağıya doğru indi..

Hatta, ‘ışıklı despot’ 1. Petro'yla onu çok sonradan izleyen 2. Abdülhamit arasında bile benzerlik bulabiliriz. Çünkü onların yarattığı yeni mekanizmalar özünde, imparatorlukları tasfiye edecek genel fikri zemini hazırladı. Üstelik, yenici - eskici; batıcı - doğucu çelişkisi her iki ülkede de daima yaşandı.

Öte yandan, Rus modernleşmesi bizi sonsuz biçimde etkiledi. Unutmayalım ki, Yusuf Akçuralı'dan Ahmet Agayef'e, çağdaş Türk milliyetçiliğinin ideolojik kökenleri, hemen hepsi Çarlık periferisinde yetişmiş düşünürlere uzanır.

Önemli farkı vurgulamak kaydıyla, söz konusu etkileşime Bolşevik İhtilali'yle Kemalist Devrim arasındaki ilk ‘dayanışmayı’ (!) da ekleyebiliriz...

İnkarı mümkün değil, Rusya'lar ve Türkiye'ler birbirlerine benzeşir !

* * *

AMA tabii ki, benzer olmak illa dost olmak anlamına gelmez. Nitekim malum, iki ülkenin ve iki halkın tarihini düşmanlık, en azından husumet belirliyor.

Ve Vladimir Putin'in liderliği ertesinde de bugün aklıma şu soru takılıyor:

Her zaman olduğu gibi yine inişli çıkışlı bir seyir izleyen Ankara - Moskova ilişkilerinde şimdi benzeşme mi, yoksa ‘tepişme’ (!) mi ağır basacak ?

Oysa dün de vurguladım, Putin'in kendisi zaten bir ‘muamma’, nerede kaldı O'nun izleyeceği dış politika konusunda ‘müneccimbaşı’ bir tahmin yürütmek...

Fakat ünlü ‘politolog’ Alexandre Adler son makalesinde, Kremlin önderinin siyasette değişiklik yapacağını ve yeni ekseni, batıda ve doğuda iki bölgesel güç olan Varşova ve Ankara'yla işbirliği eksenine oturtacağını yazıyordu.

Gerçekten de, mazideki Rus - Türk etkileşiminin başka bir örneği Rusya'yla Polonya arasında mevcuttur. Tıpkı bizim gibi, hem benzeşir, hem ‘tepişirler’ !

O zaman kendi kendime dedim ki, belki Adler'in bir bildiği vardır...

Her halükarda da, toplumsal davranış tarzından devlet geleneğine dek böylesine net paralellikler sunan Rusya ve Türkiye birbirlerine yakınlaşsalar ne kadar iyi olur ! Beşeri, siyasi ve iktisadi alanlarda ne faydalar getirir !

Ancak bu henüz bir dilek ve Putin'in Volga deresini görmeden, bizim alelacele, ‘bunun asıl adı İdil’dir' diye paçaları sıvamamamızın anlamı yok...

Yazarın Tüm Yazıları