OTUZ yılı geçti, "Der Spiegel" dergisi 20. asrın dáhi filozofu Martin Heidegger’le gerçekleştirdiği uzun mülákátı, modernitenin bu dev eleştirmeni öldükten sonra yayınlamıştı.
İşte, sonradan yoğun polemiğe yol açan ve "tarihe ve siyasete dair" başlığını taşıyansöyleşide şu diyalog da yer alır. Fransızca aktarmalı olarak ve aşağı yukarı tercüme ediyorum.
Spiegel: "Modern zamanlara karşı neden böylesine kaygılı ve mesafelisiniz? Oysa bakın, pek çok şey gayet tıkırında gidiyor?"
Heidegger: "İşte beni de sonsuz rahatsız eden bu ya! Pek çok şeyin tıkırında gidiyor olması bana ürperti veriyor. Size vermiyor mu?"
Yukarıdaki sözlere not koyun, tekrar dönmek kaydıyla şimdi başka konuya atlıyorum.
* * *
MALÛM, geçen hafta Paris’te "Birleşmiş Milletler İklim Konferansı" gerçekleşti.
Ve yine malûm, her biri kendi dalında birer alláme-i cihan olan uzmanların hazırladığı raporlarda artık tehlike çanları falan değil, en üst düzeyde kırmızı alarm zilleri çaldı.
Sera gazı birikiminden okyanus seviyesinin yükselmesine ve toprak çölleşmesinden buzul erimesine, ısı artışındaki gelişmenin ne denli feláketler getireceği teker teker sıralandı.
Ve tümünde de, bu kaosun insanoğlunun "tıkırında yaşamak" arzusundan; yani sanayi ve tüketim artıklarının çevreye yaptığı etkiden kaynaklandığını vurgulandı.
* * *
BURADA biraz duralım, çünkü mevcut uygarlığın çevreye, dolayısıyla iklim seyrine darbe vurduğunu tabii ki inkár etmiyorum. Ama yine de bazı şeyleri izafileştirmek gerekiyor.
Zira, daha uzayda varolmaya başladığı andan itibaren dünya iklimi durmadan değişti.
Biliyoruz ki, sıcak dönemlerde tropikal ormanlar Fransa kuzeyine kadar uzanıyordu.
Vikingler de şimdiki Grönland’ı geçmişte boşuna "Yeşil Ülke" diye vaftiz etmediler.
Aksine, "birinci büyük buzul çağı" veya "üçüncü küçük buzul çağı" derken, soğuk kesitlerde de Boğaz sularının donması yahut Cebelitarık’a aysberg inmesi sıradan sayılıyordu.
O halde, amenná, havaya daha az kurum saçarak; otoyu daha temiz yakıtla yürüterek; buzdolabına daha akıllı kompresör koyarak gidişatı mümkün mertebe frenlemek zorundayız.
Fakat, militan ekolojinin softalığa dönüştürdüğü ve sırf insanı sorumlu tutan teoriler ne nesnel gelişmeyle bağdaşıyor, ne de bilhassa, bugünkü o "i-n-s-a-n"ıyla bağdaşıyor.
Hayır bağdaşmıyor ve de zaten bunun için Heidegger felsefesiyle girizgáh yapmıştım.
* * *
ÇÜNKÜ, Almanfilozof "Spiegel"e verdiği demeçte "zaten de beni pek çok şeyin tıkırında gidiyor olması ürpertiyor ya" derken, tabii ki muazzam gerçeği dile getiriyordu.
Zira, modern zamanlarla birlikte "pek çok şeyin tıkırında gitmesi" bir yana, bizzat o "modern zamanlar insanı" yalnız ve yalnız "pek çok şeyin tıkırında gitmesi" için yaşıyor.
Tersini tahayyül dahi etmiyoruz. Edemiyoruz. Aksini düşünmeyi hafsalamız almıyor.
Oysa, aynı insanlık tarihinde daha düne kadar pek çok tıkırında git-Mİ-yordu. Gitmedi.
Vebadan zelzeleye, feláket hayatla içiçelik arzediyordu. Tá kendisini oluşturuyordu.
En zengin toplumlarda bile, geçen yüzyıl ortasına dek insan ömrü ne kadardı ki?
Öyle uzun boylu gerilerde değil, henüz antibiyotik keşfedilmediğinden, 1. Harp sonu patlak veren İspanyol gribi, savaş boyu tüm cephelerde ölenlerden daha çok can almadı mı?
Ve bugün, başta Çin ve Hint, çevre kirliliği tedbirlerine en fazla karşı çıkan ülkeleri, o "pek çok şeyin tıkırında gitmesi" azmini daha sonra yakalamış olanlar oluşturmuyor mu?
* * *
EVET evet, "pek çok şeyin tıkırında gitmesi" şehvetiyle yaşıyor ve düşünüyoruz.
Öyle de gidiyor. İklim ısınması ve çevre kirlenmesi filan, gidebildiği kadar da gidecek.
Oysa, fikriyle "ürpermemiz" gereken şey belki de bu "tıkırında gidiş"in tá kendisi!