ŞÜPHE mi var, yaşadığımız postmodern zamanların çocuğu olan "ulusalcılık" tabii ki Batı kökenlidir.
Dolayısıyla da, bu kesimin zehir zıkkım Batı düşmanlığı ve nefreti, civciv yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmemiş misáli, aslını inkár etmekten başka bir şey değildir.
Zaten, geçmişin modern zamanlarında oluşan ve yukarıdakinin çok daha derli toplu bir temel varyantına tekabül eden milliyetçilik de aynı Batı mührünü taşır.
İlkin, látifeyle karışık olarak bir parantez açmak istiyorum.
* * *
ŞİMDİ pek kullanılmıyor ama eskiden Fransızcada heláya, han veya otel odalarındaki farklılığını vurgulamak için, "numarasız" anlamında "sans numero" denirdi.
Buradaki "sans" sözcüğü "san" diye teláffuz edilir ve "sız" takısını yansıtır.
Aynı teláffuzlu fakat "cent" imlálı kelime ise "yüz" rakkamını ifade eder.
Ve işte, Türkçede "yüz numara" memişhaneyi tanımlıyorsa bunun kökeni, aslının kaynaklandığı Voltaire lisanında birbirleriyle hiç ilintisi olmayan iki "san"ı karıştırıp, başka bir dilde eşi emsáli bulunmayan diğer bir hilkát garibesini yaratmış olmaktan kaynaklanır.
Karikatürel ölçekteki böyle bir yanlış çok mu önem taşıyor?
* * *
EVET çok önem taşıyor!
Hele hele, siyasi, felsefi ve zihni terminoloji açısından sonsuz önem taşıyor.
Çünkü, "şeyler"i ancak doğru ifade ettiğimiz oranda doğru düşünebiliriz.
Bunun tersi de aynen geçerlidir.
Yani, "şeyler"i doğru düşündüğümüz oranda onları doğru tanımlayabiliriz.
İkisi birbirlerinden asla ayrılamaz. Asla soyutlanamaz. Asla farklılaştırılamaz.
Dolayısıyla da, eğer bir düşünce sistematiğine veya bir fikir silsilesine tümüyle yabancıysak, heládaki pratik yanlışı bu kez muazzam bir teorik yanlış olarak tekrarlarız.
* * *
NİTEKİM öyle yaptık ve modern "millet" bize sonsuz yabancı olduğu içindir ki, "milletçilik" anlamına gelen 19. Yüzyıl ideolojisini tamamen yanlış tercüme ettik.
Türkçede yoktan bir var yarattık ve "milliyetçilik" kavramının "mucidi" (!) olduk.
Oysa, ayrıntısına girmiyorum, "millet" başka; "milliyet" ise bambaşka bir şeydir.
Daha çağrışım anından itibaren birincisi kapsayıcı, ikincisi dışlayıcıdır.
İlki yurttaş kimliğini, diğeri ise hukuk hanesi yansıtır.
Ve, bu dehşet yanlış; bu muazzam háta; bu korkunç "basiret bağlanması" (!), helá konusundaki gibi imlá - teláffuz ikilemli bir tercüme atmasyonundan kaynaklamadı.
Çok daha vahimi, bütün bir ideolojik şemanın çarpık algılanmasından kaynaklandı.
Hattá öteye gitmek gerekiyor, onun nalıncı keseriyle yontulmasından kaynaklandı.
* * *
VE kim ki bir şeyi çarpık, yamuk ve defolu algılar, yarım yamalak öğrendiği o şeyi sonsuz defa daha çarpık, daha fazla yamuk ve daha defolu olarak kendisi üretir.
"Mûcid"i (!) olduğu tanımlamayı ezberletir ve bunu bir ideoloji olarak empoze eder.
İşte, modern zamanlar "milletçilik"i en baştan itibaren Türkçede; dolayısıyla o lisanı kullanan Türkiye’de "milliyetçilik" olarak anlaşıldığı, yorumlandığı ve oluşturulduğu içindir ki, bugünün postmodern zamanlarında da "ulusalcılık" diye bir kavram doğdu.