Eski bir profesyonel olarak alıcı gözüyle baktım ve "beğenmedum evladum" ki, eğer ez káza New York’ta şoförlüğe yeniden başlayacak olsaydım, böylesine sákil bir taksinin direksiyonuna oturmak istemezdim.
Taksi deyince akan sular durur. Kimse de elime su dökemez. Evet evet, sanmıyorum ki şu Türk basınında bu konuya ilişkin benden daha çok ve daha kıvrak kalem oynatmak hak ve seláhiyetine sahip tek bir gazeteci bulunsun.
O halde, "döktürebilirim" (!).
Öyle tabii, çünkü şaka değil, velev ki ecnebi memlekette ve otuz küsur yıl önce olmuş olsun, ekmeği aslanın ağzından kaptığım o çıraklık döneminde ve aşağı yukarı üç sene boyunca, profesyonel kimlikle direksiyon tutmuşluğum var.
Dolayısıyla da, işin ıcığını ve cıcığını hakkıyla bilirim.
Zaten, yukarıdaki zenaatimi dobra dobra ve de iftiharla açıkladığım için, bunu bana "silah" olarak kullanmaya kalkışanlar bile çıkmıştı.
Örneğin, burnundan kıl aldırmayan Hilmi Yavuz, benim gibi biçáre bir şoför bozuntusu haddini bilmeyip manyak ve totaliter filozof Louis Althusser’e láf dokundurmak cüretkárlığına yeltenince, "Efendi efendi, felsefe kim, sen kim? Boyundan büyük işlere kalkışma ve de taksimetreni ayarla" türünden sözlerle kulunuzu bir güzel haşlamıştı.
Eh n’apalım, boynum kıldan ince, o halde yine eski mesleğime ilişkin bir konuya değineceğim.
KÖŞELİ DİZAYNA KARŞIYIM
O da şu ki, "Karsan" firması tarafından ABD için üretilecek olan ve geçen hafta tanıtımı yapılan taksileri beğenmedim. Zerre kadar beğenmedim.
Háttá öyle ki, geçmişte Groucho Marx’ın o harikuláde filmlerini Türkçe’ye bir o kadar harikuláde Ermeni şivesiyle ve "Arşak Palabıyıkyan" adı altında adapte eden Ferdi Tayfur olsaydım, aynı şiveyi kullanarak otomobilin tasarımcısına "beğenmedum evladum" derdim.
Ancak bunu söylerken, ilkin bir parantez açmam gerekiyor.
Sanılmasın ki, "Karsan"ın Yeni Dünya’ya ihraç edeceği taksileri beğenmemem, görgüsüz ve şımarık bir züppelikle onlara "yerli malı" diye burun kıvırmamdan kaynaklanıyor.
Asla ve haşa! Tam tersine!
Evet tabii ki milliyetçi değilim ama sonsuz bir yurtseverim ve dolayısıyla da, fi tarihinde "montaj sanayii" diye küçümsenen Türk otomotiv sektörünün nereden nerelere geldiğini ve Türkiye’nin bugün Avrupa’nın en belli başlı binek ve yük vasıtası ihracatçıları arasına girdiğini gördükçe, koltuklarım kabarıyor.
Hele hele, ABD gibi bir "baba" devletin dahi taksi ihtiyacını karşılayacak seviyeye ulaşmış olmak beni daha da çok böbürlendiriyor.
Üstelik dediğim gibi, gazetede fotoğraflarında gördüğüm kadarıyla, ben söz konusu taşıtların tasarımına, yani harici manzarasına itiraz ediyorum.
Zaten de adamakıllı bilmiyorum ama, motor hacmine, müşteri kapasitesine, bagaj genişliğine, özürlü girişine, manevra kábiliyetine falan öyle ukalaca bir eleştiri getirmiyorum.
Yakındığım noktayı, Londra taksilerinden kopya edildiği göz çıkartan fakat "İngiliz asaleti"nin eline su dökemeyecek ölçüde sakálet arzeden o köşeli, o açılı, o kareli dizayn oluşturuyor.
ÇİRKİN ÇİRKİNDİR
Oysa şunu da tahmin ediyorum ki, eh iç pazarda tekel ve dış zevksizlikte şampiyon bir TCDD’nin Eskişehir fabrikasında ürettiği o gudubet lokomotifler ve o kaknem vagonlar değil ya, yukarıdaki dizayn büyük ihtimalle sırf Türk mühendisler tarafından çizilmemiştir.
Sanırım, potansiyel müşteri durumundaki devletlerin tasarımcılarıyla birlikte ortak bir proje masası oluşturulmuş ve hatlar da uzun çalışmalardan sonra belirlenmiştir.
Ve yine tahmin ediyorum ki, o köşelilik, o açılılık, o karelilik, preslerin kolay çalışması ve parçaların çabuk değiştirilmesi için, pratik bir kaygıyla öyle saptanmıştır.
Eh n’apim yani, bütün bu pratik kaygılar zerre kadar umurumda değil!
Çirkin çirkindir ve dolayısıyla da, beğenmedim.
Eski bir profesyonel olarak alıcı gözüyle baktım ve "beğenmedum evladum" ki, eğer ez káza New York’ta şoförlüğe yeniden başlayacak olsaydım, böylesine sákil bir taksinin direksiyonuna oturmak istemezdim.
Zaten, oturduktan sonra yine "haddini bilmezlik" edip bu defa da Hegel veya Lukacs’tan dem vurarak estetik hakkında iki çift laf söylemeye yeltenseydim, Hilmi Yavuz da derhal "sen sus, o gudubet taksi ne, estetik kıstas ne" diye yine kalayı basardı ki, tabii yerden göğe kadar haklı olurdu.