Sweet-shirt’lü olarak haşarı portresi

PAZARTESİ öğleden sonra, patır patır, evin üzerinde polis helikopteri peydahlandı.

Tahmin etmek için müneccimbaşı olmak gerekmez, Hrant Dink’in katledilişinin yıldönümü ya, içimden, "anma törenini fırsat bilen birileri yine hır çıkartıyordur" dedim.

Asla yanılmamışım, çünkü merak kumkumalığımla dışarı fırlayıp Taksim’e doğru yönlendim ki, daha meydana gelmeden, gençten veletler karşıdan koşmaya başladılar.

***

EFENDİM, zahir aynasızlardan yüzlerini saklamak için olacak, keratalardan kimisi, blucin üzerine giydikleri ve gayet moda "sweet-shirt"lerinin kukuletasını başlarına geçirmiş.

Göğüslerinde de ya "sinye" markaları, ya Amerikanca bir şeyler yazıyor.

Kimiyse bu kıyafetlere Filistin veya Kürt kefiyesi eklemiş. Onlara sarmalanmışlar.

Zaten üç beş kişiydiler, hançerelerini hiç kimsenin anlamadığı birkaç sloganla yırtarak, sokakların arasında dağılıp gittiler. Nitekim, birazdan helikopterin sesi de duyulmaz oldu.

Her halde, "in" Beyoğlu kahvelerinde nasıl "eylem koyduklarını" (!) tartışmışlardır.

Hrant’çık da, öyle, yırtık ökçe pabucuyla uzandığı Osmanbey kaldırımında kala kaldı.

***

ŞİMDİ sizi başka yere götüreceğim. Güz başlarındaydı ve Köln’den güneye inerek Ren Nehri romantikalarında Heine şiirleri okumak için, bu Alman şehrinden teğet geçmiştim.

Lákin eyvah, etraf polis kaynıyor. Köşebaşları tutulmuş. Burada da pervane vızıldıyor.

O Heine lisanına vakıf olan refakatçim panoları tercüme edince, durumu kavradık.

Anladık ki, söz konusu Cermen kentinde camii yapılmasına karşı çıkan hükümeti protesto etmek amacıyla düzenlenen büyük gösterinin tam ortasına düşmüşüz.

Zaten, aynı "sweet-shirt" kukuletalarına ve aynı Filistin kefiyelerine sarmalanmış; aynı anlaşılmaz sloganlarla haykıran kopiller öyle bir geçtiler ki, anlamamak ne mümkün!

Miting bittikten sonra da onlara, ırmak rıhtımını kesen yine "in" kahvelerde rasladık.

Tabii, cami gösterisi yapmadan önce hazretlerin abdest alıp almadıklarını sormadım.

***

ŞAKA ve Ren gezisi bir yana, tıpkı "otonom" denilen yukarıdaki Alman "haşarılar" ın ibadethane yürüşünden istifade ederek tatava çıkartmak istemesi gibi, bizim "haşarılar"ın da Hrant’ı anma törenini fırsat bilip ortalığı vaveylaya vermeye çalışmasına çok içerledim.

Her arbedenin toplumsal gerilimi tırmandıracağını ve bunun da Dink’in uğruna öldüğü "uzlaşma kültürü"ne sonsuz darbe vuracağını görmemek için kör olmak gerekir.

Ama itiraf edeyim edeyim ki, aynı zamanda da o bizim "haşarılar"dan hoşlandım.

***

HOŞLANDIM, çünkü yukarıdaki manzara bir de modernite içeriyor. Cidden içeriyor.

Şöyle ki, Taksim civarındaki çocuklarla Köln sokaklarındaki kopiller arasında mevcut olan tıpatıp benzerlikler, Türkiye’deki "protest kültür"ün dahi ne denli değiştiğini ispatlıyor.

Yani, kendileri reddetseler bile, "tüketicileşme" süreci onlara da evrensellik dayatıyor

Zira, aynı moda "sweet-shirt"ler; aynı desen kefiyeler; aynı "in" kahveler; aynı tür müzikler, aslında "refah toplumları"na özgü ortak kodlar değildir de, nedir ? Tá kendisidir !

Evet, yeni durum 60’lı ve 70’li yılların yerel, yerli ve küs militanlığından çok farklıdır.

Zaten, o "haşarılar"ın belki bir bölümü kısmen militan kimlik taşıyor ve varoşlardan iniyor ama, diğer bir bölümü Batı tipi "otonomluk"la ve oturmuş şehirlilikle bütünleşiyor.

Kaldı ki, her halükárda "eylem değerlendirilmesi" (!) iskambilli kıraathanelerde değil, rock veya "özgün" müzik dinlenen ve kızlı erkekli buluşulan kahvelerde yapılıyor.

Ve ardından, "sweet shirt" modasının değişip değişmediğine; yeni "protest CD"lerin çıkıp çıkmadığına; cep telefonlarında indirim olup olmadığına bakmak için vitrinler yalanıyor.

Şüphe yok, evrenselleşen Türkiye’nin modernitesi "haşarılar"ını da modern kılıyor.
Yazarın Tüm Yazıları