CHP ve DSP birleşeceklermiş ama eh işte, vekil pazarlığında yine uyuşamıyorlarmış.
Bana ne ve de uyuşurlar inşallah, amin!
* * *
EVET bana ne, zira beni hiç ilgilendirmiyor. Her iki partinin de "müşterisi" değilim.
Aklımı peynir ekmekle ve bilhassa da demokrasi, laiklik, çoğulculuk ve özgürlük kıstaslarımı zehir zakkum biberle yemedim.
Hele hele, eninde sonunda kültüründen ve terbiyesinden indiğim "s-o-l" kavramını bu denli ayağa düşürecek kadar cüceleşmedim. Küçülmedim. Ruhumu Deccál’e kaptırmadım.
Zaten beni çıldırtan şeyi de o CHP’ye ve o DSP’ye "sol" (!) denmesi oluşturuyor.
Cinlerim başıma üşüşüyor ve hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlayasım geliyor.
Fakat hayır, yukarıdaki iki partiyi de sağlam geleneklerden ve etik değerlerden süzülen "sağ" kategoriye sokacak değilim. Bu, o "sağ"a çok büyük hakaret ve haksızlık olur.
Bizimkiler, siyasi lûgati özümsemiş her yerde "aşırı sağ" diye tanımlanırlar ki, nokta!
* * *
ÖYLE, çünkü "sol" sözcüğünün bir "değerler manzumesi" olarak yukarıdaki lûgate girmesi Fransız Devrimi’ne ve özellikle de, 28 Ağustos 1789 tarihine uzanır.
Kurucu Meclis Versailles Sarayı’nın "Küçük Hazlar Salonu"nda toplandığında, Kral 16. Louis’in veto hakkını savunan üyeler oturum başkanı Mounier’in sağında; böyle bir ayrıcalığı reddederek kayıtsız şartsız millet hákimiyetini sahiplenenler ise solda oturmuşlardır.
İşte, "sağ" ve "sol" kavramlarının siyaset terminolojisinde ayrışması ve her iki kelimenin de simgesellik edinmesi burada başlar. Oradan da günümüze kadar uzanmıştır.
Ve tabii, döne dolaşa ve bilhassa ve bilhassa şu noktayı vurgulamak gerekiyor.
* * *
"SOL" daha o ilk andan; yani kurulu düzeni ve despotik rejimi temsil eden bir kralın veto hakkını reddettiği sáliseden itibaren "statüko karşıtı" kimlikle özdeşleşir.
Egemen yapıyla ve mevcut paradigmayla uzlaşmamanın sembolizmini yansıtır.
Başka bir deyişle, zamana ve mekána göre, "sol"un mayasında, kanında, genetiğinde; az veya çok; devrimci yahut evrimci, radikal ya da liberal, belirli bir "ásilik" mevcuttur.
"Anti konformizm" denilen türden bir "kalıp ötesi" dürtünün nüvelerini barındırır.
Artı, insaniyetçi hümanizm ve evrensel enternasyonalizm temalarını sahiplenir.
Doğrudur, yanlıştır tartışmasına girmiyorum ama, tá o 28 Ağustos 1789 tarihinden bugüne dek, yukarıdaki genel çerçeve daima ve daima "sol" kavramıyla bütünleşmiştir.
Háttá öyle ki, 1. Harp’in 2. Enternasyonal şovenistlerinden Bolşevik darbenin Lenin ve Stalin cánilerine, aynı "sol" adına dehşet gerçekleştirmiş olanlar bile en azından láfta ve zeváhiri kurtarmak için, yukarıdaki çerçeveye sadakát yemini etmek ihtiyacını hissetmişlerdir.
Yani, asgári bir utangaçlıkla, lûgatin aksini uluorta söylemeye cesaret edememişlerdir.
* * *
ŞİMDİ insaf, Baykal - Öymen rotalı CHP’nin zaten Recep Peker imzalı tek parti ideolojisini benimsesi bir yana, o CHP "láf"ta dahi herhangi bir utangaçlık hissetmiyor.
Geçtim "statüko karşıtı" kimliği; geçtim 1789’un "ási" ruhunu,tam aksine, açık açık ve feryád figán, kendisine o statükonun bekçiliğini vehmetmiş asker muhtırasını alkışlıyor.
Bırakın "Küçük Hazlar Salonu"unda kral vetosu reddetmeyi, "Büyük Şantajlar Kulisi"nde Anayasa Mahkemesi’ni "ters karar iç çatışmaya sürükler" diye tehdit ediyor.
DSP’si ise "misyoner faaliyetine ve yabancılara arsaya hayır" telinden çalıyor.
Ve en hazini de şu ki, siyaset kültür ve terminolojisinin yerleşiklik kazanmış olduğu her yerde derhal "aşırı sağ" diye tanımlanan bu söylemler Türkiye’de "sol" (!) addediliyor.
Eh ne diyeyim, birleşseler de, birleşmeseler de bunların "sol"una "s-o-ğ-a-n"!